Okumalar, değinmeler
Hikâye anlatıcısı Kara Hüseyin’den her fırsatta sözederim. En meşhur hikâyesi Atatürk ile Hitler’i at arabası ile gezdirdiği hikâyedir. Hüseyin, iki kara kısraklı arabası ile Unkapanı’nda beklerken yanına bir yaver gelmiş, “Paşa seni ve arabanı istiyor, misafiri var” demiş. “Hay hay” demiş Kara Hüseyin

17.05.2025
Geçen haftaki yazının bitiminde bir soru vardı: “Orhan Kemal’in yoksulluğa bakışını Tuğcu’nunkinden kalın çizgilerle ayıran şey ne?” (Nurdan Gürbilek, Sessizin Payı, Metis)
Biraz daha açayım: “Büyük şehrin yoksul çocuklarının tek anlatıcısı Kemalettin Tuğcu değildi. Aynı yıllarda Orhan Kemal de yazıyordu. (…) bir çok kişi Tuğcu’yla Orhan Kemal’i aynı yaşlarda okumuştur. (…) Orhan Kemal’in yoksulluğa bakışını Tuğcu’nunkinden kalın çizgilerle ayıran şey ne?”
Cevaba bakalım:
“İnsanların köyden Çukurova’ya, Anadolu’dan İstanbul’a doğru yer değiştirdiği bir büyük toplumsal dönüşümün yazarıydı Orhan Kemal. Kapitalizm denen büyük dönüşümün insanların iç dünyalarında yarattığı şiddetli depremin, imrendirme ve utandırma stratejilerinin gerçekçi anlatıcısı.
[1960’ların başlarında Fatih Camii’nin Malta çıkışı tarafında amele kahvesi vardı. Asmalarla gölgelenmiş bir kahveydi. Çocuk çetesi olarak dolaşırken iş bekleyen adamlar görürdük. Kasketli, pantolonlarının kalçaları bol ve geniş, paçaları dizinden ayak bileğine kadar daracık inen, –çocuk algısıyla– giysileri şehirli giysilerinden farklı adamlar. Potur diyorlar galiba o pantolonlara.]
(…) Tuğcu’nun imrenme nedir bilmeyen ‘büsbütün başka’ çocuklarının yerini Orhan Kemal’de büsbütün başka olabilmek için macera romanlarına, kovboy filmlerine, gangster hikâyelerine sığınan çocuklar almıştır.”
[Bizim mahalleden söz ediyor.]
(…) Tuğcu çocuğu kaderin kendisini bambaşka biri yapacağına inanır; Orhan Kemal’inki kaderi yenebilmek için bambaşka biri olmayı ister. (…) Orhan Kemal genç okurunu, acının bu dünyada ödül getireceği fikrine alıştırdığı için değil, sonu hüsranla bitse de bir kaçış planına yer verdiği için yakalar.”
Alıngan çocuklar
(…)Tuğcu çocuğu leke tutmaz bir fazilet malzemesinden yapılmışsa, Orhan Kemal’inki mahalleden yapılmıştır. (…) Tuğcu’nun efendi çocuklarının yerini Orhan Kemal de içlerinde bıçak gibi bir kıskançlık acısıyla dolaşan, ufacık bir kıvılcımla parlayıveren, kendilerine bakanlara ‘Ne bakıyorsun lan?’ diye diklenen (…) alıngan çocuklar almıştır.”
[İlkokul arkadaşım Angelo, Zeyrek-Arap mahallesinde otururdu. Okulda devamsızdı sonra hiç gelmez oldu. Semt pazarında karşılaştım. Limon satıyordu. Angelo alıngan ve sert çocuktu, ondan çekinilirdi. Selam verdim. Selam vermezsem kibir olurdu, ayıp olurdu. Hafif bir tebessümle aldı selamımı. Okulu bırakmış ve başka hayata geçmiş çocuk, okula devam eden çocuğun selamını alıyor. O esnada dünyaların ayrıldığına dair bir sezi var ikimizde de. Vedalaşmak gibi bir an. Abartmıyorum. Hafızam zayıftır oysa. Fakat bazı şeyler nedense kazınmış.]
Gürbilek’ten devamla :
“(…) Yine de esas fark hikâyenin sonuna ilişkindir. Tuğcu çocuğu hızlandırılmış yoksulluk okulundan pekiyiyle mezun olur, Orhan Kemal’inkiler sınıfta kalır. Tuğcu çocuğu iyi kalpli ustanın yanında bıkıp usanmadan çalışırken, Orhan Kemal’inkiler pres mkinesinin başında, kömür ambarında, helanın ıslak tahtasında uyuyakalır.
Orhan Kemal’in hikâyelerinde ne mahalleli o kadar iyi, ne yoksullar o kadar lekesiz, ne de son o kadar mutludur. Tuğcu hikâyesi talihsizlikten talih, yokluktan kuvvet, kötülükten iyilik doğacağını müjdeler. Orhan Kemal hikâyesi bunca yokluğa rağmen insanla nasıl oluyor da iyi kalabiliyor diye sorar.”
“Tuğcu’nunki merhamet, Orhan Kemal’inki değil. Şefkat ama merhamet değil.” (N. Gürbilek, Sessizin Payı)
*
Kutsal ana akıştan ayrılıyorum. Çocukluğumda dolaşacağım. Orhan Kemal’in evi Unkapanı civarlarında iken, o sıralarda ben de oralarda bir yerlerdeydim. Orhan Kemal evine iki dakikalık mesafede, bir sokağın köşesindeki kahvede, pazar günleri babam, börekçi Karaman, belki sandalyeci Raşit ve muhtemelen bir Dersimli, Erzincanlı daha kağıt oynarlardı. Oyun masasının köşesinde kömürcü Kara Hüseyin yancı olarak oturur oralet içerdi.
Hikâye anlatıcısı Kara Hüseyin’den her fırsatta sözederim. En meşhur hikâyesi Atatürk ile Hitler’i at arabası ile gezdirdiği hikâyedir. Hüseyin, iki kara kısraklı arabası ile Unkapanı’nda beklerken yanına bir yaver gelmiş, “Paşa seni ve arabanı istiyor, misafiri var” demiş. “Hay hay” demiş Kara Hüseyin. Atatürk ile Hitler’i arabaya almış, Saraçhane’den su kemerinden döndürüp getirmiş.
Babam çocukluğunda yoksulun önde gideniydi. Dersim Ovacıkta önce yetim sonra öksüzdü. Hayata sıfırın altından, eksiden başladığı için çalışkan ve dirençliydi. Kadayıf gibi bir kalbi, kendine göre bir Türkçesi vardı. Birgün, bir şeyler anlatırken şöyle dediydi: “Unkapanı’na bir gelin düşmüş, her yer kan revan içinde.” Annem çevirmişti: “Gelin alayı görmüş, çok kalabalıkmış.” (Bu örneği daha önce bir yerlerde verdim. Tekrar bulanlar hoşgörsünler lütfen.)
Çocuğuz, Baharda akasya ağaçlarının beyaz çiçeklerini yiyoruz. Mahalleden kör bir destancı geçiyor. Bir çocuk koluna girmiş, yol gösteriyor. Tek yaprak sarı kâğıda basılmış destan satıyor. Yaprağın bedeli 10 kuruş, bilemedin 25. Kör adam sattığı destanı nağme ile seslendiriyor. Sesi ciğer deliyor, titriyoruz. Ses geçip gidiyor, uzaklaşıyor. O hali ile bile tüylerimiz diken diken.
Mahallede, geniş bir bahçe içinde bir tekke var. Bahçede meyve ağaçları. Bir kadın ve bir köpek koruyor bahçeyi. Meyve çalmaya gireceğiz. Korkuyoruz. Ama girmemek ve korkak olarak adlandırılmak daha büyük korkumuz.
Biri dik diğeri yatay iki tahta parçasından mamul bilyalı arabalarımızla Bizans imparatorlarının, Osmanlı padişahlarının maiyetleri ile geçtiği yollardan geçip gün boyu şehrin altını üstüne getiriyoruz.
Akşam alacasında eve dönüşlerde annemin uçan terliği hesap soruyor. Ben ki Saraçhanebaşı’nda, Zeyrek ile Süleymaniye arasında Roma su kemerleri üzerinden şehre bakmış adamım, terlik işi canımı çok sıkıyor.
*
Haftaya kutsal ana akışa dönüş ile Ayşe Buğra’nın, Kapitalizm, Yoksulluk ve Türkiye’de Sosyal Politika adıyla kitaplaştırılmış (İletişim Yayınları) çalışmasına değineceğim.
Selam sevgi ile