Okumalar, değinmeler
Ve bu yapının uluslararası bağlantıları olduğunu, ekonomik bağlantılar ile siyasi yapı arasında sıkı fıkılık olduğunu, hatta bu sıcak yakınlığın güvenlik bürokrasisini de içerdiğini biliyoruz. Darbe bildirilerinde yeralan, “NATO dâhil bütün ittifaklarımıza ve taahhütlerimize sadığız” cümlesi şıklık olsun diye konulmuyor o metinlere

31.05.2025
Bir önceki yazının son paragrafı şu idi: “Geçmiş yılların yoksulluğa dair edebiyat/edebiyat dışı metinleri aktarmakla bir amacım, emek veren kişilere saygı anlamında, memleket boş değil anlamında. Diğer amacım, yoksulluğun/yokullaştırmanın bence kronik yapısını gösteren tarihsel derinliği görünür kılmak. “
Şüphesiz 1940-50’lerin yoksulluğunda 2. Dünya Savaşı’nın (Paylaşım Savaşı veya Alman Harbi’de denir) etkileri, payı da vardır. Ve dönemlerin yoksullaştırma mekanizmaları farklılıklar içerir. Yani yoksulluk ve yoksullaştırmayı zaman yayı içinde tek, mutlak, değişmez bir şekilde ele almıyorum.
Ama bizim memleketin nasıl bir hayat yaşayacağına karar veren kadrolar veya müessez nizam, yoksulluğa sağlam bir çözüm bulmak için istekli ve yaratıcı olmadılar. Seçim sloganları “Her mahallede bir milyoner” yaratmak idi. Oluru yoktu, olmadı. Daha yakın zamanda Süleyman Demirel “pencereleri, camları şeffaf karakollar” vaat etti. Onun da oluru yoktu. Ardılı Tansu Çiller “bir ev ve bir araba anahtarı” vaadini üfürdü.
Siyasi Partilerin seçim zamanları öne sürdükleri vaatler, toplumun önceliği sandıkları şeylerin bir itirafı. Bu vaatlerin toplumun önceliklerine, ihtiyaçlarına göre belirlendiğini kabul ediyorum. Ulaşım ve konutu –ve sağlığı, eğitimi– özel mülkiyete sıkıştırmak, toplumu tek çözümün bu olduğu yöne sevk etmek de müesses nizamın tuzağı.
Biz buna, sosyal devletten, kamu yararını gözeten politikalardan uzaklaşmak, sermayenin çıkarlarını önceleyen politikalar üretmek anlamında kısaca kapitalizm diyoruz.
Ve bu yapının uluslararası bağlantıları olduğunu, ekonomik bağlantılar ile siyasi yapı arasında sıkı fıkılık olduğunu, hatta bu sıcak yakınlığın güvenlik bürokrasisini de içerdiğini biliyoruz. Darbe bildirilerinde yeralan, “NATO dâhil bütün ittifaklarımıza ve taahhütlerimize sadığız” cümlesi şıklık olsun diye konulmuyor o metinlere.
*
Edebiyat ve edebiyat dışı metinlerde yoksulluğun izini sürerken planım, Rıfat Ilgaz’ın Soluk Soluğa adlı şiir kitabına dair Doç Dr. Ayşe Ertuş’un makalesine değinip ardından “Cilalı İbo: Yoksulluğun Peltek Hali” başlıklı makaleyi (Hacer Aker, Selçuk Üniv.) hafifçe aktarmak idi. Ve oradan da lafı “1972 – 1980 Yılları Arasında Bir Mizah Dergisi: ‘Gırgır’da Yoksulluk Temsiliyetleri” (2008) başlıklı yüksek lisans tezine getirecektim. Olmadı, çünkü çenemi tutamadım, yerim kalmadı. Aşağıdakini bir tür soluklanma payı ve müessese ikramı olarak kabul edin lütfen:
“Herkes biliyor, zaten dövüş hileliydi
Fakirler fakir kalır, zenginler daha da semizler. İşler böyle gider
Herkes bilir bunu” (Leonard Cohen, “Herkes biliyor”)
*
“Cilalı İbo: Yoksulluğun Peltek Hali” adlı makaleyi başka bir yazıya bırakalım, “1972 – 1980 Yılları Arasında Bir Mizah Dergisi: Gırgır‘da Yoksulluk Temsiliyetleri” başlıklı yüksek lisans tezi ile devam edelim.[1] Yonca Güneş Yücel, tez girişinde şu tanıtıcı özeti veriyor:
“Bu çalışmada Türkiye’de mizah anlayışına ve dergiciliğine yeni bir anlayış getiren Gırgır dergisinin, yayıma başladığı 1972 yılından, 12 Eylül 1980 tarihine değin tüm sayıları, Türkiye’de yaşanan siyasal ve ekonomik süreçteki, yoksulun ve yoksulluğun temsiliyet biçimlerini, karikatürler üzerinden değerlendirmek amacıyla incelenmiştir. Araştırmanın bulguları, incelenen dönemde her zaman dönüştürücü bir biçimde karşımıza çıkmasa da, Gırgır’ın farklı formlarda direniş biçimlerine kucak açtığını göstermektedir.”
Giderek biraz daha açıyor yaklaşımını:
“İki darbe arası dönemin ve toplumda yarattığı etkilerin karikatürler aracılığı ile nasıl tasvir edildikleri özellikle önem taşımaktadır. Genel olarak, Gırgır’da yer alan karikatür kahramanlarının içinde bulundukları durumdan kurtuluş arayışları oldukça sınıfsal özellikler taşımaktadır. Buna rağmen, zenginlik durumunun rahata kavuşma istenci fetiş olarak sürekli yinelenebilmektedir.”
Ve bir alıntı yapıyor:
“Gırgır kahramanları; erkek, fakir, abazan, uyanık geçinen ama orta zekâlı, pek de yakışıklı olmayan tiplemelerdir. Yenik, bağımlı ve yönetilen konumdaki kahramanların tek kurtuluş umutları zengin olabilmektir.” (Levent Cantek, Türkiye’de Çizgi Roman, İletişim Yayınları)
“zararsızlaştırılmış”, “mazlum” ve “mahcup”
Sonra Gırgır’ın yoksulluğu aktarım biçimini yorumluyor. “Çelişik gerginlik” nitelemesi ilginç:
“Yoksulluğun, 1970’lerin Gırgır dergisinde ‘zararsızlaştırılmış,’ ‘mazlum’ ve ‘mahcup’ çizgisinin, mizahın muhalif gücündeki çelişik gerginliği göze çarpmaktadır. Bu çelişik gerginlik, sosyal dışlanma ve ayrıksılığa maruz kalan yoksul insanın, yoksulluğunu tartış(a)madığı bir durum yaratmıştır.”
Hafızam bana 1950’ler, 60’lar Türkiye sinemasının popüler üretimlerinde de yoksulluğun aktarılışında ‘zararsızlaştırılmış,’ ‘mazlum’ ve ‘mahcup’ anlamında benzer bir çizgi olduğunu söylüyor. İleride bakarız belki.
Yonca Güneş Yücel, “Gırgır Dergisinin Tarihi ve Gelişim Özellikleri” alt başlığında 1950’li yılların karikatürlerine de değiniyor ve Tekin Aral’ın tanıklığına başvuruyor:
“1950’li yılların karikatür çizerleri çizgilerinde günlük yaşamı ele almada yetersiz kalmışlardır. Türkiye’nin gündemine, sokağına ve gündelik ilişkililerine dair yalın ve anlaşılır bir ifade gücüne karşı mesafeli olmuşlardır. Karikatür sanatına fazlaca evrensel değerler yüklemeleri ile sanatlarını yetkinleştirme iddiasını taşımışlardır. Karikatürist Tekin Aral değinilen farklılığı ve mesafeyi şöyle ifade etmektedir:
‘Çok partili yaşama geçildiği o yıllarda siyasi karikatürün yanı sıra Batı karikatürü ve mizahından müthiş bir etkilenme ve esinlenme vardı. Çılgınlar gibi ıssız ada ve Robenson karikatürleri çiziyor, burnumuzun dibindeki, çocuğun önüne yiyecek elma koyamayanları görmeyip, oğlunun başındaki elmaya nişan alan Giyom Tel karikatürleri döktürüyorduk… Sonra bir absürd karikatür modasına kaptırdık yakayı. Ne kadar anlaşılmaz karikatürler çizersek kendimizi o kadar başarılı sayıyorduk. İş o hale gelmişti ki, çizdiğim karikatüre bakar bakmaz; hemen anlaşılacak diye ödüm kopuyordu. Çünkü toplum için değil aydınlar için çiziyorduk adeta.’”
Devam edeceğim. Bu pilav çok su kaldırır bence. Selam sevgiyinen
[1] Yonca Güneş Yücel, Kocaeli Üniv., Sosyal Bilimler Enst., Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Ana Bilim Dalı (Tez tarihi 2008)