Okumalar, Değinmeler-24: Gecikmenin faydaları ve normları

“Osmanlı-Türk yazarı ‘fikre geç kalmışlığı’nı baştan duygunun alanına yatırım yaparak hafifletmeye çalışmıştı.”

İLHAMİ ALGÖR

14.01.2023

Yeni yılın ilk haftasında, biri gecikmiş modern (Türk), diğeri eksik modern (Yunan), Avrupa/Batı efektine maruz kalmış iki kara kafa ve Romantizm diyerek salına salına geldim. Ve bu hafta, Gregory Jusdanis’in Yunanistan Modernleşmesi üzerine düşünceleri ile devam edeceğim.
 
Bakınız:
“Gecikmiş modernleşme, özellikle de Batılı olmayan toplumlarda, sözde doğru yoldan saptığı için değil Batılı prototiplerin asıllarına sadık bir biçimde çoğaltılması için zorunlu olarak ‘tamamlanmamış’ kalır. İthal edilen modeller Avrupa'daki muadilIeri gibi işlev görmezler. Çoğunlukla dirençle karşılanırlar. Bu nedenle modern olma projesi, içinde bulunulan yere göre değişir. Birçok modernlikten söz etmenin mümkün olmasının nedeni de budur.”
 
(nefes alma aralığı)
 
“Ama çevre ülkeleri Batılı asılları ile yerel gerçeklikler arasındaki uyuşmazlığı yapısal bir yetersizlik olarak içselleştirirler. Modernliğin yokluğu bir kusur olarak görülür. Sonuçta, Batı'yı yakalama yönünde harcanan ‘eksik’ çabaların akabinde yeni bir modernleşme aşamasına geçme çağrıları yapılır. Oysa, ortada bir kusur varsa bu modernliğin olmayışı değil, modernliğin yerel şartlar ihmal edilerek ülkeye sokulması idi.” (1)
 
Bu son paragraf insanın ciğerini deliyor. Yunanistan diye okuyorum ama bazı ifadeler ve hele son cümle çok yakın, çok tanıdık.
 
Ayrıca düşünce akışındaki tanımlara bir bakınız: “şüpheyle bakan”, “eksik”, “yetersizlik olarak içselleştirirler”, “yokluğu bir kusur olarak görülür.”
 
Tanımlar ağır. Trajik bir hikâyeyi çağrıştırıyorlar. Siyaset ve duygular arasındaki ilintiyi/ilişkiyi de çağrıştırıyorlar. (2)
 
Bu durumdan mizah çıkar mı diye baktım. Özellikle kültler, ayinler, ezberler, onları yeniden üreten bürokrasi vs, katılımın mecburi olduğu “topyekün yetişkin müsameresi” olarak düşünmeye çalıştım.
 
Müsamare kelimesinden hareketle aktaracağım. (Dikkat! Yazı dağılıyor.) Vaktiyle kıymetli Onat Kutlar’ın danışmanlığını yaptığı bir dizi belgeselde Zeki Demirkubuz da çekim ekibindeydi.
 
Zeki’nin belgesel çekimleri esnasında tanık olup bir sohbette anlattıklarından aklımda kalan şu: Babası ilk milletvekillerinden olan bir kadın edebiyatçımız, henüz çocuktur. Eve Cumhuriyet balosu davetiyesi ve davetiye ile birlikte erkeklerin ve kadınların nasıl giyinmeleri gerektiğine dair ayrıntılı bilgi gelir. Hazırlıklar tamamlanır, baloya gidilir. Çocuklar uyumaz, merakla beklerler. Anne baba eve döndüğünde milletvekili baba’nın keyfi kaçıktır. Anne şöyle der, “Öyle davranma, belki çocuklar için iyidir.” (Yıllar geçti, anne’nin bu cümlesi önünde hâlâ düşünürüm.)
 
Lafı uzatıyorum ama ilk Cumhuriyet balosu, sadece erkeklerin katıldığı, dört köşe bir odada, sırtları duvara yaslanarak oturan zevat ile mevlüt havasında geçmiş derler. İkincisini Atatürk Orman Çiftliği’nde yapmışlar. Erkekler frak, kadınlar tuvalet giymiş. Fakat katılımcılar arasında sadece üç kadın varmış. Leman Karaosmanoğlu, “Paşam,” demiş “olur mu böyle, nerede diğer beylerin hanımları?”
 
Yaverler, Ulus’ta gazino işleten Fresko soyadlı bir profesyonele telefon açmışlar. Fresko birkaç kadın göndermiş. Leman Hanım kadınları görünce… sonrası skandal.
 
Şimdi ben buna biraz Pasolini biraz Fellini kafasıyla baktım. Ertem Eğilmez, Lütfi Akad ve Atıf Yılmaz ile uzaktan göz temasım var. Kurak Günler’i de, Karanlık Gece’yi de izledim. Tim Burton, Jim Jarmusch adamımdır. Jane Champion’u geçerken görsem saygıyla ayağa kalkarım. Ben de Nişantaşı çocuğuyum. (3) Fakat, Orman Çiftliği’ndeki Balo gecesinde yaşanılanlardan mizah üretmek içimden gelmedi.
 
Toparlıyorum. Modernleşme, Türk Romantizmi şeysine geri dönüyorum. Tanıl Bora, Nurdan Gürbilek ile sorulu cevaplı sohbet ediyor. (4) Bora’nın ilk sorusu şu cümleyle başlıyor:
“Batılılaşma, modernleşme, kültür değişmesi, imparatorluk bakiyesi üzerinde ulus-devlet inşâsı… bu kabil büyük dönüşümlerin zihinlerde açtığı derin yaralar, yarattığı muğlaklıklar, ikircimler, yarımlıklar, kifayetsizlikler var…”
 
Söyleşi/sohbet akarken Bora, oldukça uzun bir soru paragrafının nihayetinde şuraya geliyor:
“Türk modernleşmesinde romantik bir damarın zayıf olduğunu düşünüyorum. Bulabileceğimiz örneklerin de derinliği ve tesiri sınırlıdır. Senin edebiyatta izini sürdüğün endişe ve (endişesizlik!) de bunu doğruluyor. Bunu neye bağlamalı? ‘Fikre geç kalmış bilincin’, yetişme, açık kapatma telâşıyla edebiyatın da, düşüncenin de, muhayyilenin de özerkliğine razı olamayışı mı? Bu konuda neler söylersin?”
 
Gürbilek: “Bence ilk Türk romancılarının gerçekçilikten çok, romantizmden etkilenmesi tesadüf değildi. Jale Parla'nın Babalar ve Oğullar’ının kavramlarıyla konuşursak, modern Türk edebiyatının yaratıcıları olan “yetim oğullar” kendilerine Stendhal, Balzac ya da Dickens gibi gerçekçileri değil, Fransız romantiklerini ebeveyn edinmişlerdi. Şiirde de romanda da. Lamartine, Hugo, baba ve oğul Dumas'lar, Chateaubriand, Bernardin de Saint Pierre… Beşir Fuad'ı dışarıda bırakırsak, Voltaire değil, Hugo'ydu esas model.”
 
(Araya girdim, özür dilerim: “Osmanlı elitinin Fransızca öğrenimini başlangıçta iktidar yönlendirir. 1827’den itibaren Fransa’ya öğrenci yollanır. 1859’dan 1874’e kadar Paris’teki Mekteb-i Osmani’de Türk ve Fransız öğretmen kadrosu Türk öğrencileri eğitir.” 5)
 
Gürbilek devamla: (Jale) “Parla'nın, Namık Kemal'in Cezmi'sinde de fiziken zayıf, ama ruhen kuvvetli romantik şair imgesinin izini bulması tesadüf değil. Yani Osmanlı-Türk yazarı kendi ‘fikre geç kalmışlığı’nı baştan duygunun alanına, ruhun alanına yatırım yaparak hafifletmeye çalışmıştı sanki. Ama şurada haklısın: Romantizmin bireyci vurgusu ya da özerklik duygusu güçlü değil burada. Romantizmin tutkulu, duyarlı, bu yüzden de her an toplum dışına savrulmayı, lanetlenmeyi göze almış şair-yazar tipinin benimsenebilmesi için camiacı yargılardan uzaklaşmayı göze almak gerekir. (Son cümleyi iki kere okuyun n’olur. ilhami)
… Oysa Tanzimat edebiyatının kaygan zemininde camiacı normların, bir bakıma Batı'dan etkilenmişliği sınırlama, Batı'ya doğru savrulmayı engelleme, romanesk arzuyu dizginleme gayretinin ne kadar önemli olduğunu biliyoruz.”
 
“Camiacı normlar”… Yazı güzel güzel gezdi dolaştı bence. Çok dağılmışsın diyen olursa onu lunaparka davet ediyorum. Çarpışan arabalara bineriz.
 
Selam sevgi ile
 
*
 
(1) Gregory Jusdanis, Gecikmiş Modernlik ve Estetik Kültür – Milli Edebiyatın İcat Edilişi, Metis Yayn.
 
(2) Konuya dair müessese ikramları:
Hikmet Çağrı Yardımcı, Cumhuriyet ve Hissiyat, Falih Rıfkı Atay'da Modernlik, Ulus ve Duygular, İletişim Yayn.
 

Nagehan Tokdoğan, Yeni Osmanlıcılık, Hınç, Nostalji, Narsisizm, İletişim Yayn.

“Yeni Osmanlıcılığın ‘AKP’nin duygu yüklü bir fotoğrafı’nda başköşede oturmasının tarihini ve dinamiklerini tartışırken Nagehan Tokdoğan bir perspektif genişlemesi sağlıyor: Hikâyenin duygulanımsal boyutunu gösteriyor bize. Bu boyutun seçmenin manipülasyonundan ibaret olmadığını, ‘fakir ama gururlu genç’ hikâyesinin neden ve nasıl tuttuğunu görüyoruz. Mağduriyetin zafere dönüştüğü kritik anlara, mağduriyet hikâyesinin iktidar hikâyesine evrilmesine dikkat kesiliyoruz.” Aksu Bora

 
(3)Tv Dizisi, Avrupa Yakası’ndan bir replik.
 
(4) Birikim, Aralık 2005.
 
(5) Gül Mete Yuva, Modern Türk Edebiyatının Fransız Kaynakları, İletişim Yayn.