Okumalar, Değinmeler-27: Aydaki erkeğin arkasındaki kadın

Peki bugünün homofobik ve kadına karşı önyargılı zihniyeti nereye yaslanıyor? O nereden besleniyor?

İLHAMİ ALGÖR

04.02.2023

Rebekka Endler, Eşyaların Patriyarkası (1) adlı kitabında, “Dil Yapıları” başlığı altında bir hususa değiniyor:
“En sevdiğim röportaj podcast’lerinden biri olan ‘The Last Bohemians’ın (Son Bohemler) bir bölümünde Ali Gardiner, feminist film yapımcısı Vivienne Dick ile röportaj yapıyor ve Dick’in 70’lerin sonlarında genç bir kadın olarak İrlanda’dan New York’a taşınmasından söz açılınca, ‘It takes balls to do that’ (‘Bunu yapmak taşak ister’) diyerek Dick’i takdir ediyor. Hmm…”
 
“Hmm..” ifadesini fırsat bilerek araya girelim. Türkçede taşaklı kadın, erkek gibi kadın, “cesur herif, altı okka taşak var” tanımlarını hatırlayalım ve Rebeka Endler’i dinlemeye devam edelim:
“Testis torbasının heyecan verici, sıra dışı bir yaşam için temel unsur olduğunu düşünmüyorum, fakat bu çağrışımı geliştirmenin patriyarka açısından neden bir avantaj olduğunu çok iyi anlıyorum. Bu bir kültür meselesidir aslında: Birinin dikkat çekecek kadar cesur olduğunu ifade edebilmek için pekçok dilde testis kelimesinin eşanlamlılarını kullanırız.”
 
Rebekka Endler, burada bizi bir dipnota gönderiyor. Not şöyle: “ ‘Cesaret’ kelimesinin testislerle ilişkilendirilen eşanlamlılarına özellikle Avrupa dillerinde rastlanıyor. Araştırmalarıma göre bu deyiş Fransızca, İspanyolca, Portekizce, İngilizce, Lehçe ve Rusça’da yer alıyor. Örneğin Vietnamcada cinsiyetle ilişkili metaforlar dikkat çekecek kadar az kullanılıyor.”
 
(20-25 yıl kadar önce Vietnam’da, Ha Noi’de dört ay kadar yaşadım. Vietnamlıların cinsiyet metaforu kullanımları hakkında bir şey bilmiyorum. Taksi gibi çalışan motorsiklet sürücüleri vardı. Arkaya otur, adresi ver, parayı öde… Sokağımın caddeyle kesiştiği köşe moto-taksicilerin durağıydı. Artık birbirimizi tanır olmuştuk. Genç erkeklerin el tırnakları belirgin şekilde uzundu. Güzellik anlayışları imiş.)
 
Yukarıdaki “husye/erbezi”, “taşaklı kadın, erkek gibi kadın” konusuna devam etmeyeceğim. Herkesin bildiği konu olduğunu sanıyorum. Ayrıca 40’a yakın makaleden oluşan emek yoğun bir kitabı sadece husye bahsine değinerek geçmek hoş olmaz. “Erkek aklı işte!” dedirtir. Yol yakınken dönelim ve erkek dünyasında kadınların nasıl keleğe getirildiklerine dair kitaptan başka bir örnek verelim.
 
Bakınız:
“…Film tarihindeki ilk kadın orgazmıyla papayı bile çileden çıkaran ve Nazilere kafa tutan Hedy Lamarr savaşta hayati önem taşıyan ve bugün WiFi’den Bluetooth’a ve GPS’e kadar tüm mobil iletişim teknolojilerinin temelini oluşturan teknolojiyi buldu. (…) 1942’de bulduğu teknoloji, torpidoların ve onları güdümlemeye yarayan radyo sinyallerinin aynı anda frekans değiştirebilmelerini sağlayan, dolayısıyla da radyo dalgalarını parazitsiz ve daha güvenilir hale getiren bir iletişim sistemiydi. (…) Ancak, işe yarar ve ihtiyaç duyulan bir teknoloji olmasına rağmen, üstelik ABD ordusuna ücretsiz verileceği halde geri çevrildi. Lamarr’ın ‘savaş borçları karşısında öpücük’ satmasının daha iyi olacağı söylendi. Ne de olsa o bir kadın, bir ilham perisi, bir film yıldızı, bir seks ikonuydu…”
 
Mola
Burada biraz duralım. Hedy Lamarr problemi çözmüş ama ona “elinin hamuru ile…” deyişinin akrabası olan “siz gidip rujunuzu sürün hanımefendi” demişler. Dünyanın bütün gerizekalıları neden homofobik ve kadınlar karşısında önyargılı?
 
Mesela Alan Turing (1912–1954), “İngiliz matematikçi, bilgisayar bilimcisi ve kriptolog. Bilgisayar biliminin kurucusu sayılır. Geliştirmiş olduğu Turing testi ile makinelerin ve bilgisayarların düşünme yetisine sahip olup olamayacakları konusunda bir kriter öne sürmüştür.” (Wiki)
 
Benedict Cumberbatch, Enigma filminde Alan Turing’i canlandırdı. Şifre çözücü olarak mucizeler yarattı, Almanların yenilmesine büyük katkıda bulundu. Fakat adamı hapis ya da “ibne”likten tedavi seçeneklerine sıkıştırdılar. “40 katır mı, 40 satır mı?” durumu. Sonrası ağır. İntihar ya da değil, ölümle sonuçlanıyor. Henüz 42 yaşında iken.
 
Diyelimki, 1940’ların erkek kafası geriydi, 1960’lara kadar dünya hâlâ 19. yüzyıldaydı. 20. yüzyıl ancak çiçek çocuklar ile başladı ve koyu renkli takım elbiseler dünyasına biraz renk geldi diyelim. Peki bugünün homofobik ve kadına karşı önyargılı zihniyeti nereye yaslanıyor? O nereden besleniyor?
 
***
 
Yazının başında adı geçen Ali (Alison) Gardiner’i, röportaj podcast’i “Son Bohemler”in yapımcısını merak ettim. Nasıl biri acaba ki, feminist konuğuna, “It takes balls to do that” diyebiliyor.
 
(Aklıma Huysuz Virjin, bir arkadaşımın Karadenizli büyük halası, Kıvırcık Hatice Teyze geliyor. Ki Kıvırcık Haççe, oğlu için “s.ke sürülecek akıl yok bunda” derdi.)
 
Yani podcast yapımcısı Ali Gardiner, feminist konuğu ile sohbetinde “patriyarka”nın dilini tercih edebiliyor. Yaptığı podcast serisi “Son Bohemler”, şöyle tanımlanıyor: “Sanat ve kültür alanında korkusuz kadınların ve başına buyruk yabancıların profilini çıkaran ödüllü podcast + portre serisi.”
 
Sonra konuk kişiyi, Vivian Dick’i merak ettim. Vikipedia’ya sordum: “İrlandalı feminist deneysel ve belgesel film yapımcısıdır” dedi.
 
1950'lerde doğmuş, 1960'larda Dublin'de üniversite okumuş. Avrupa, Hindistan ve Meksika'da gezmiş, dolaşmış. 1975'te ABD’ye göçmüş. Çok çalışkanmış, No Wave filmci olarak namı almış yürümüş. No wave dedikleri, 1970'lerde New York şehrinde ortaya çıkan bir müzik, bağımsız sinema, video sanatı ve modern sanat akımı.
 
“Vivienne Dick en çok 1970'lerin New York'taki No Wave film hareketinin önde gelen ışıklarından biri olarak bilinir; bu hareket avangart deneysel filmi barlara ve kulüplere taşır, punk grupları ve performanslarının yanı sıra beş para etmez Super 8 kısa filmleri de gösterir.” (www.estudiosirlandeses.org)
 
Akımın ömrü kısa olmuş ama müzik, bağımsız sinema, görsel sanat ve moda dallarını büyük ölçüde etkilemiş.
 
V. Dick, 1980'lerde Londra'ya taşınmış. 1990’larda İrlanda’ya dönmüş. Çalışmaları daha politik ton almış. “Daha politik” ifadesini açan, örnekleyen bir şeyler aradım ama bulamadım. Fakat Luce Irigaray’ı takip eden, okuyan, görüşlerini yakın bulan biri imiş.
 
Türkçeye çevrilmiş beş kitabı olan Luce Irigaray’ı takdim edeyim: “Dilin kadınlarla ilgili kullanımlarını ve kötüye kullanımlarını inceleyen feminist, filozof, dilbilimci, psikodilbilimci, psikanalist ve kültür teorisyeni. Freud, Hegel, Platon, Aristoteles, Descartes ve Kant'ın metinlerini fallusmerkezciliğin merceğinden analiz etmiş, kitabını yazmış (Speculum of the Other Woman).” (Wiki)
 
***
 
Bağlıyorum. 1969’da Neil Armstrong’un, Ay yüzeyinde attığı adım yeryüzünde “milat” etkisi yaptı. Fakat Rebekka Endler’in, Eşyaların Patriyarkası’na göre o işin arkasında Code Apollo 11 yazılımıyla Margaret Hamilton adlı bir kadın vardı. “Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın var” lafı buradan gelir.
 
Selam sevgiyinen
 
*
 
(1) Rebekka Endler, Eşyaların Patriyarkası, Çev: Çiğdem Canan Dikmen, Editör: Bahar Siber, Tanıl Bora
 
—–
Kapak Görseli: WikiImages (Pixabay)