Okumalar, değinmeler

Dünyanın orasında burasında yaşayan birbirlerinden habersiz insanların bir detayda buluşmasını, bir an için de olsa benzeşmesini seviyorum

İLHAMİ ALGÖR

05.07.2025

Alişan Çapan’ın Salamanca günlüklerini bağlayıp Fransa-İspanya arasında uzanan Pirene Dağları’na geçeceğim. Dağların İspanya’ya bakan güney yüzünde Eugenio Monesma adlı bir abimiz var. Bay Momesma geleneksel meslekler, uğraşlar, becerilere dair belgeseller yapıyor. Youtube’da bir kanalı var. Fakat önce Salamanca ve bir düzeltme:

Bir önceki yazıda Alişan Çapan’ı, “Güzel abi Cevap Çapan’ın oğlu” olarak takdim etmiştim. Gönül Sipahi ablama haksızlık ettiğimi düşünerek düzeltiyorum. (geç intikal)

Salamanca günlüklerinden

“Hangi berbere gideyim?” diye soruyorum Carlos’a “Saçlarım uzadı da.” “Valla benim saçlarımı yengem kesiyor, hafta sonu köye gitmeyi düşünüyoruz. İstersen sen de gel, arada tıraşı da çıkarırız” diyor Carlos.

(…) Ailenin büyükleriyle tanışma faslından sonra avluda tabureye kurulup saçlarımızı kestiriyoruz. Kadınlar yemek hazırlayacaklar işleri uzun. Carlos, kuzeni Isodoro ve ben arada vakit öldürmek için Portekiz Fransa karayolunun üzerinde bir otelin barına gidiyoruz. Ana kız Maria ile Paloma işletiyorlar oteli. Çok geçmeden keçi peyniri ve domuz pastırması konuyor önümüze.

Jamon iberico çok lezzetli, kamyon şöförleri ağızlarının tadını biliyorlar. Ekranda Barcelona Dortmund maçı var, süper kupa finali. Barcelona’nın zaferiyle eve dönüyoruz. Teyzeler simsiyah etekleri, gömlekleri ve baş örtüleriyle heyecan içinde bizi bekliyorlar. Yemeklerini beğendirmenin heyecanıyla ‘Ye evladım ye, aç kalma!’ diye ısrar ediyorlar.”

Misafiri yedirmek, doyurmak diye güzel bir şey var. “Şey” demeyelim, kültür, gelenek, insani özellik diyelim.  Hele misafir başka bir dil’in insanı ise ikramlar biraz daha yoğunlaşıyor. İkramları kabul edersen mutlu oluyorlar.

Misafir doyurmanın ifrata vardığı ve misafirin kişisel alanının yok sayıldığı durumlar da var. “Onu da ye, bunun da tadına bak, ölümü gör, aç ağzını” seviyesinde aşırı ısrarlı durumlar. Bu bir ağırlama mı zulüm mü orası tartışmaya müsait.

Son bir alıntı ile Salamanca penceresini kapatıyorum. Alıntılarıma izin verdiği için Alişan’a teşekkür ederim:

“Kış yavaş yavaş geride kalıyor. Havanın güzelleştiği bir akşamüstü Carlos beni eski bir uzun yol kaptanı olan Juan’ın mekânına götürüyor. Juan tam bir caz aşığı, üç katlı barın adı da doğal olarak Birdland. Türk olduğumu duyunca bir Khaled şarkısı koyuyor, ‘kusura bakma elimin altında Türk şarkısı yok bununla idare ediver’ diyor. Fonda Khaled ‘Ayşaa, Ayşaa’ diye çığlıklar atarken ikinci katın balkonuna yöneliyoruz. Elimizde birer bira balkonun korkuluklarına yaslanıp sokağı seyre dalıyoruz. Tam önümüzde trafik ışıkları var. Carlos eşe dosta laf atıyor. Salamanca küçük, hava kırılmış, keyfimiz yerinde.” (Alişan Çapan, “Güle Güle Ki Tarif Edemem”, Adam Yaynları)

Güney Pireneler

Pireneler’de, Eugenio Monesma abimizin belgesellerinden biri Pamplona adlı küçük bir şehirde, churro üreten bir aile işletmesine (Churrería La Mañueta, 1872) ve churro üretiminin inceliklerine dair.

Churro şeysini daha önce hem P24’de hem de Aziz İnsanlık adlı derlemede konu etmiştim. Yani kolaya kaçıp tekrar ettiğimi itiraf ediyorum. Müsterihim çünkü yazdıklarımı üç beş kişi okuyor. Rüzgârlı havalarda sayıları yedi’ye çıkıyor en fazla. Onlar da sağolsunlar beni idare ediyorlar.

Churro, halka tatlısı, kerhane tatlısı, esnaf tatlısı adını verdiğimiz, kızgın yağda pişmiş hamur macununun İspanyol versiyonu. Doğu Akdeniz ülkelerinde ve Meksika’da da var. Biz şerbete bulayıp servis yapıyoruz. İspanyollar şekersiz üretiyor, sıcak çikolataya batırıyorlarmış.

Dünyanın orasında burasında yaşayan birbirlerinden habersiz insanların bir detayda buluşmasını, bir an için de olsa benzeşmesini seviyorum.

Churro belgeseli, San Fermin Festival gününde çekilmişti. Şu, boğalar ile beraber dar sokaklarda tıklım tıkış koşuşturma gününde. Bir Pamplonalı ile sabah çok erken bir vakitte, bir Churreria önünde churro kuyruğunda bekleyebilirim ama boğalar ile koşmam.

Belki bir Pamplonalı da söğüş dana dili sevebilir. Ama günün henüz ağarmadığı kör bir vaktinde benimle beraber kellecide oturup, kellecinin tandır kapaklarını açmasını, kalın demir bir çengel ile tandıra uzanıp dili bir karış sarkmış sığır kellesini çıkarmasını… Yani öyle bir an ile yüz yüze kalmayı tercih etmeyebilir diye düşünüyorum. Yani buluşmalar benzeşmeler de bir yere kadar.

Pirene eteklerinde dolaşıp gündelik hayata, insanlara yaklaşmak istiyorum. “İspanya’yı hiç görmedim” cümlesinin rüzgârı beni böyle bir yöe sürüklüyor. İnstagram, facebook vb ile kim nerede nasıl yaşıyor merakımı bir yere kadar giderebilirim. Ama Pireneler ile ilgili başka bir konuya zıplayacağım. Dini fanatizmin hakikati nasıl çarpıttığına dair bir konuya.

Roland Destanı

Fransızların Roland Destanı, Fransız Kral Charlemagne’ın 778 yılında İspanya’daki Müslümanlara karşı yaptığı Haçlı seferini anlatır. Charlemagne, Saragosa yenilgisinden sonra Fransa’ya doğru çekilirken, Pirene Dağları’nın en dar geçidi olan Roncevaux’da pusuya düşürülür.

Fransızlar çok büyük kayıplar verirler. Bu kanlı çarpışmada, Fransız Kralı’nın yeğeni Roland da öldürülür. Baskını yapanlar Hıristiyan Basklılardır.  Fakat destan hakikati büker. Düşman, Hıristiyan Basklılar iken Müslüman Araplar olur.[1]

Hikâye anlatıcılarına ve dinleyicilerine biraz mesafeli yaklaşmak gerekebilir.

Selam sevgi ile

 

[1] Doç. Dr. Fuat Boyacıoğlu, “Fransızların Roland Destanı’nda Dinsel Bağnazlık Ve Tarihi Olayların Çarpıtılması”, Selçuk Üniv. Edebiyat Fak. Dergisi, yıl 2012, sayı 27.