Okumalar, değinmeler-3: “Fesi Düşürmeden”
Aileleri, canları katledilmiş silahlanıp geliyorlar. Bu da resmi tarih için “Ermeniler bizi kesti” oluyor.
20.08.2022
Kitabın tam adı: Fesi Düşürmeden, Pakrat Estukyan Anlatısı (1) Kitaplaştıran, Elif Atalay (2).
“Tez çalışmamı İstanbul azınlıklarının kent belleği üzerine yapmaya karar verdiğimde aklıma gelen ilk isimlerden biri benim ‘Pakrat Abi’ diye hitap ettiğim Pakrat Estukyan oldu. İstanbul Üniversitesi’nde gazetecilik öğrencisiyken stajımı yaptığım Agos gazetesinde tanıdım Pakrat Abi’yi.” (E. Atalay, Sunuş yazısından)
Pakrat Abi’nin ilk cümleleri ise şunlar:
“Bizim tarih diye bildiğimiz, okuduğumuz, büyük insanların tarihidir. (…) Tarih bu isimler etrafında yazılır. (…) Şimdi bu işler epey bir zamandır biraz değişmeye başladı. Birileri aldı kalemi eline bu tarihte yanlışlık var, eksik var demeye başladı. İşte o eksik, o tarihin içerisine sokulmayan insandı.”
***
250 sayfayı aşkın kitabın değinmeden geçebileceğim bir sayfası yok. Pakrat Abi’nin anlatısına 19. yüzyıl kokusu sinmiş, fakat anlattıkları 20. yüzyıl denilen bir yerlerden 21. yüzyıla akıyor. Neneler, dedeler, ebeveynler ve kendi hayatı derken “Anadolu’dan İstanbul’a, Rusya’dan Trabzon’a, Rumelihisarı’ndan Kurtuluş’a” akıyor.
Anlatının öyle bir dokusu var ki, hangi ilmeği seçip alsam, mutlaka bir önceki ve sonraki ilmek ile bağı var. Elim gitmedi kesip almaya. Bir çıkış yolu olarak edebiyat ile ilgili paragrafları seçtim. Biz buna “seçkide tutarlılık” diyoruz. Demiyorsak da bu defalık diyelim.
Pakrat Abi’yi dinleyelim:
“(…) Yahya Kemal der ki, Kocamustafapaşa hüznü zevk edinenlerin yaşadığı, gece sokaklarında kimselerin dolaşmadığı, ücra ve fakir bir İstanbul’dur. Burada Türk’ün asude mizacıyla Bizans’ın kederi harmanlanmıştır yazara göre. Hagios Andreas Manastırı’nın kendi ifadesiyle Rum Vezir Koca Mustafa Paşa tarafından camiye dönüştürülmesini fethin mucizesi olarak görür. ‘Öyle sinmiş bu vatan semtine milliyetimiz. Ki biziz hem görülen hem duyulan, yalnız biz,’ diye de ekler.” (3)
Samatya’nın 19. yüzyılın ikinci yarısındaki ahvalini o usta işi mizahi diliyle anlatan Hagop Baronyan’a göre de –yukarı semt Kocamustafapaşa gibi– gösterişten uzak ve çalışkan insanların yaşadığı bir semttir burası. Aristokrasi yoktur; özgürlük, eşitlik ve kardeşlik vardır. Mahallede Ermenice, çarşıda Türkçe konuşulur. Samatyalı kilisesini, milletini, bir de rakıyı eşit derecede sever Baronyan’a göre.
“(…) Aziz Nesin’in Zübük kitabı, ‘Bir eski Ermeni evi olan üç katlı postane önünde kasabanın anayolu genişler’ diye başlar. (…) Kitap ilerlerken, ‘Zeybekzâde’nin namı yayıldı kasabada, Ermenilerden kalma en güzel ev ona verildi,’ diye yazar Aziz Nesin. İyi de o üç katlı ev kimin eviydi? O Ermeni’ye ne oldu? O en güzel ev neden Ermenilerden kaldı? Bunların hiç ipuçları yoktur Aziz Nesin’de. O ip uçlarını en fazla veren yazar bana göre Kemal Tahir olmuştur. Tahir’in, Yedi Çınar Yaylası, Köyün Kamburu, Büyük Mal üçlemesi o ‘eski’ Ermeni evlerinin evvelini ahirini sorgulayan eserlerdir.
Dolayısıyla sol edebiyatın da Ermeni meselesiyle ilgili eleştirilecek çok sıkı tarafı vardır ve bu taraf muhtemeldir ki yine Kemalizmin ideolojik başarısıdır.
(…) Ama o sol grup içerisindekiler resmi tarih tedrisatından geçmiş oldukları için Mustafa Kemal’in bir devrimci olduğuna kanaat getirmişlerdi. Bu aldanmada tabii Nâzım Hikmet’in de değerli katkıları var. O yaratılan ama fiiliyatta olmayan yedi düvel efsanesini çok sevdiler. Bu efsanede herkes kendini çok iyi hissetti.”
***
Pakrat Abi’nin sözünün üstüne söz kondurmak istemem. Fakat Nâzım Hikmet ve Aziz Nesin hakkında Herkül Millas’ın tanımlarını aktaracağım. Millas, Türk Romanı ve “Öteki” başlıklı kitabında (Sabancı Üniv., 2000) N. Hikmet ve A. Nesin’e dair şunları yazıyor:
“Türk edebiyatının en ünlü isimlerinden Nâzım Hikmet en açık bir biçimde Yunan’a ve Rum’a sınıfsal bir anlayışla ve ‘sol’ bir ideoloji açısından bakmıştır. (…) Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim romanında Yunanlılar'ın İzmir çıkarmasının ‘İngiliz emriyle’ yapıldığı açıklanır. Sonra olayları anlatan, Türk askerinin İzmir’e girişini anımsar: ‘1922 sıcaklarında İzmir’e ilk giren Adanalı atlı şimdi, 1925’te nerelerdedir? Ne yapıyor? Hangi beyin çiftliğinde ırgat? Yarıcı? Ya Yunan komünistleri? Yunan ordusunu isyana çağırdıkları için kurşuna dizilenler değil; onlar Anadolu toprağında yatıyor, Mehmetçikler’le yanyana, ötekiler, hapse atılanlar? Hâlâ bir Yunan adasında, demirlerin arkasında mı?’ ”
(Aziz Nesin’e dair) “Yunanistan’da ilk kez 1965 yılında Kahve ve Demokrasi başlığıyla yayımlanan ve öykülerini içeren kitabının önsözünde yazar, Yunanlı okuyucuya seslenmekte ve toplumunun ve gençliğinde kendisinin dahi Yunan/Rum konusunda nedenli peşin yargılı olduğunu anlatmaktadır. ‘Yedi-sekiz yaşında bir çocukken Yunan bayrağının renkleri olan mavi-beyaz bir gömlek giymek ayıp sayılırdı. Herhalde o yıllarda Yunan çocukları da kırmızı-beyaz bir şeyler giydiklerinde aynı biçimde alerji tutardı. Bugün, çocukluğumda Yunan renklerine karşı duyduğum bu düşmanlık yüzünden utanç duyuyorum. Biliyorum ki bu aynı tür duyguları yüzünden bugün birçok Yunanlı aydın da utanç duymaktadır.’ ”
***
Pakrat Astukyan Anlatısı’nda beni etkileyen çok husus var. Eğin merdivenleri mesela. İzahı uzun. Sert, vurucu, insanın içine işleyen hususlar. İnsanın susmak isteyeceği, susarak anlatabileceği şeyler. Aktarmak isterdim, okunsun bilinsin isterdim. Fakat kitap bunu benim alıntılarımdan daha iyi yapıyor.
Pakrat Abi’nin dede–nene kuşağına dair anlattıkları, Erzincan ortak noktası üzerinden annemin, dayılarımın anlattıkları ile yer yer kesişiyor. (Bkz, Ma Sakerdo Kardaş, İletişim Yayınları) Pakrat Abi’nin dedesi Erzincan Eğinli Vartan Efendi ile uzak bir kuzenimin büyük dedesi Erzincan Surbahanlı Halil Ağa’nın hayatları eş zamanlı akıyor.
Halil Ağa, Fergana dolaylarında Enver Paşa askeri iken Ruslara esir düşüyor. Ki Vartan dede, o yıllarda Rusya’nın Novorossiysk liman şehrinde işçidir. Halil Ağa esaretten kaçarak Trabzon Gümüşhane üzerinden bir elma kervanı ile Erzincan’a geliyor. Vartan dede ve kardeşleri “Büyük Felaket/Meds Yeghem” nedeniyle kalkıp geliyorlar. Aileleri, canları katledilmiş silahlanıp geliyorlar. Bu gelişleri resmi tarih anlatısı için “Ermeniler bizi kesti” oluyor. Fakat bu yazı için konu bu değil.
Yine kısa bir yazı oldu. Fakat yaz yaz yaz… nereye kadar!?
Selam sevgi ile
*
(1) İletişim Yayınları, 1. Baskı 2022.
(2) E. Atalay: İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nden mezun. Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Küresel Şehirler ve İstanbul Araştırmaları Bilim Dalı’nda yüksek lisansını tamamladı. Agos gazetesinde muhabirlik, Bianet’te makale yazarlığı, serbest editörlük ve metin yazarlığı yaptı. Yıldız Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi’nde doktora programına devam ediyor.
(3) Y. Kemal’in “…Ki biziz hem görülen hem duyulan, yalnız biz” satırı/ifadesi için allahaşkına bkz: “Görünmez ve sessiz ol. Mümkünse hiç olma.” Kasım 2022, P 24Blog