Okumalar, Değinmeler-30: Küçük “b” ve fil hortumu
Türkiye’nin adını değiştirelim. Mesela “kırmızı pazartesiler ülkesi” gibi bir şey yapalım. Herkes her şeyi biliyor fakat olanı, olacağı önleyen yok.
25.02.2023
Sokratis Dokukas, deprem nedeniyle Türkiye’ye koşan yardım ekibinde doktor. Ekip, ayağının tozu ile Hatay’a inmiş, yerel yetkililerle bağ kurmaya çalışıyor. O karmaşanın arasında küçük bir çocuk, Sokratis’e yaklaşmış bisküvi uzatmış. Sokratis, Hatay sonrası Yunanistan’a dönmüş, televizyonda bu detayı anlatıyor. Anlatamıyor. Yoğun duygulu, ha ağladı ha ağlayacak. Zor tutuyor kendini.
Twitter’da paylaşılmış birkaç saniyelik bir görüntüden izledim. Çarpıyor insanı.
Midilli Adası’nda okul çocukları sınıf tahtasına iki dilde cümleler yazmışlar: ”Geçmiş olsun komşular”, “biz düşman değiliz dostuz” (Cümle küçük “b” ile başlamış).
1999 Ağustos depreminde de Yunanistan, Türkiye’ye yardım ekipleri göndermiş, sonrasında ise deprem bölgesinden bir grup insanı 10 gün için Yunanistan’da misafir etmişti. Bir arkadaşım, izlenimlerimi Türkiye basınına yazmam için beni gruba dahil etmişti. Bir otobüs dolusu insan, Petra dedikleri deniz kenarı bir bölgeye gittik. Gezi programının bir parçası olarak Komotini/Gümülcine’yi ziyaret ettik. Türkiye resmi ağızlarının “Batı Trakya Türkleri”, Yunanistan resmiyetinin ise “Yunanistan müslümanları” olarak tanımladıkları insanların yaşadığı bölgeye. Lise öğrencileri sardılar etrafımızı. İlgileri sıcaktı. Orada sohbet ederken lise öğrencilerinin dört dil bildiğini öğrendim: Ana dilleri, yaşadıkları toplumun dili, okulda öğretilen İngilizce ve Rusça. Çok etkilenmiştim lise öğrencilerinin dört dil bilmelerinden.
N’olurdu, yaz okulları olaydı, çocuklar, gençler biraraya gelip Türkçe-Yunanca öğreneydi. Kürtçe, Arapça, Farsça, Ermenice’yi de dâhil ederim esasen ama “ütopik” derler o zaman.
***
Benim silahım yok. (Olsa mıydı?) Komşularımın listesini tutmadım. (Tutsa mıydım?) Şurada burada askeri üslerim, nükleer başlıklarım da yok. “Ütopik” fikirlerim var. Komşu toplumlar arasında sivil ilişki kanallarını arttırmak gibi fikirler. Sınırlara oldum olası gıcığım. Ve “Ben devletim” kibirinden gına geldi. Zaten gelmişti. Bir derece daha koyusu geldi.
***
Derler ki, “Yeryüzü düzeni güç ilişkileri, stratejik akıl üzerine kurulmuştur. Barış, dostane ilişkiler vs., bunlar bir merminin kaç para olduğunu bilmeyen hayalcilerin uydurmalarıdır.”
Stratecik aklınızı yiyeyim. Dünyanın boka battığını görmeyen kalmadı. Stratecik akıl dediğin kendi yarattığı pisliğin üstünde kalma çabası.
***
Birkaç gün sonra 1 Mart. 2003 yılı 1 Mart Tezkeresi’ni hatırlatmak istiyorum. Tezkere meclisten geçmedi. Memleketin akıl, vicdan sahibi ve örgütlü insanları, tezkerenin geçmemesi için canla başla çalıştılar. Tezkere karşıtı koalisyonun içinde TTB, TMMOB (*), DİSK, KESK de vardı.
Tezkerenin geçmesi için yırtınan kadrolar 20 yıldır işbaşındalar. İşlerinin, önceliklerinin, hedeflerinin ne olduğu uzaydan görülebiliyor. Hakikaten uydudan alınmış yeryüzü görüntülerine bakınca görülebilen sonuçlar üretmişler. Özellikle Maraş, Hatay, Adıyaman civarlarında.
***
Nükleer Santraller’in muhtemel tehlikesini, evlerdeki gaz tüplerinin de riskli olduğu cümlesi ile normalleştirmeye çalışan birini hatırlıyorum. Belki de haklıdır. Biraz cesur ve yaratıcı olmalıyız. Fil hortumu ile neden bahçe sulanmasın ki?
Son paragraf öncekilerin yanında biraz garip durdu ama olsun, zengin gösterir.
***
“Sivil savunma hizmetlerimiz aksamıştır, kurtarma işlerimiz yetersiz kalmıştır, müteahhitlerimiz malzemeden çalmıştır, imar düzenimiz laçkadır.” (Ağustos 1999 depremi sonrası dönemin Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz'ın TBMM ANAP grubu konuşmasından)
“…bir çalışmaya göre son otuz yılda depremlerden kaynaklanan tüm ölümlerin yaklaşık yüzde 83’ü anormal derecede yozlaşmış ülkelerde meydana gelmiş. Kurumsal bozulma ve iktisadi yozlaşma ile deprem kaynaklı ölümler arasında doğrudan bir bağ var.” (Evren Balta, “Asrın Felaketi, Asrın İhmali ve Sorumsuzluğu”, yetkinreport.com)
Türkiye’nin adını değiştirelim. Mesela “kırmızı pazartesiler ülkesi” gibi bir şey yapalım. Herkes her şeyi biliyor fakat olanı, olacağı önleyen yok. Ya da önleme çabaları engelleniyor. Mesela HDP milletvekili Garo Paylan, imar affının ölümlere sebep verebileceğini meclis konuşmasında iktidar mlletvekillerinin yüzlerine söylemişti. Duymazdan geldiler.
***
Herkesin bildiği şeyleri yazıyorum. “Kendimden ne katabilirim?” diye düşündüm. Can Yücel üslubu geldi aklıma. Okurun hayal gücüne güveniyorum.
***
Birkaç ay önce bir sabah, garip bir hissin içine uyandım. Sanki bütün şehir halkı çekip gitmiş de, geride bir tek ben kalmışım gibi bir his. Ağır, berbat bir terk edilmişlik hissi. Bir kenara not aldım, üzerine düşündüm. “Bu ince patikadan bir anlatıya varılır mı?” diye düşündüm. Bir sohbet esnasında bir iki arkadaşıma, editörümüz Mesut Bey’e düşüncemden söz ettim.
Depremin ilk günlerinde bir twit okudum: “Gece uyurken iyi kötü bir işi, ailesi, evi, iş yeri, alıştığı bir hayatı olan milyonlarca insan, sabah ya uyanamadı ya da uyandığında hiçbir şeyi olamayan başka biriydi artık.” (Selahattin Demirtaş)
***
Sıcak günlerde açığa çıkan dayanışma enerjisi, sonraki günlerde nasıl sürdürülür? Bir fikri olan var mı?
Selam sevgi ile
(*) TTB, TMMOB ile çok uğraştılar. Mesela bakınız: “Mimar ve mühendis vesayeti bitti. TMMOB'un harita, plan, etüt ve projelerine ücret karşılığında vize verme yetkisini Çevre Bakanlığı'na devreden düzenleme Meclis’ten geçti. Bundan sonra projeler, hiçbir kurumun vize ve onayına tabi tutulmayacak.” (Yeni Şafak, 2013)
—–
Kapak Görseli: İHA