Okumalar, Değinmeler-35: “İhtiyar Muhabbetleri”
Ülkeyi geri kazanmak lazım. Memleketin yüzü gülecek hissindeyim.
01.04.2023
Midilli Adası’nda Suriyeli yersiz yurtsuzları gösteren haber fotograflarının birinde, gümüşi saçlı üç kadın, sırtlarında siyah hırkalar, arkalarında örme taşlardan gri bir duvar, bir bankta oturuyorlar. Kadınlardan biri, elinde biberon, kucağında bembeyaz tulumu içinde Suriyeli bebeği emziriyor. Üç kadının bakışı, emzirme anı’na dönük.
Fotografı bir twitdaşımın paylaşımı hatırlattı. Altına şunları yazmış: “Mültecilere yardım ettikleri için kendilerini tebrik edenleri, ‘Ne yaptık ki, neden bravo diyorsunuz?’ diye tersleyen büyükanneler aslen Cundalı olan ve Küçük Asya felaketiyle Midilli’ye göç eden mültecilerin torunlarıydı. (…) büyükannelerden Emilia da vefat etmiş. Hatıraları baki, toprakları bol olsun hepsinin.”
Amin.
Burası duygusal çağrışımlar alanı. Bana göçmen, sürgün başlığı altında tanıdığım birilerini hatırlatıyor. Hatırladıklarım susturdu beni.
Suskunluğumun içinde birtakım duygular, düşünceler dolaşıyor. Beni fotografa uzun uzun baktıran ve alıntı twiti birkaç kez okutan nedir? Ben nereye takıldım? Gümüş saçlı kadınların mülteci bebeye şefkatine mi? Kendilerinin de mülteci torunları olmalarına mı?
Yersiz yurtsuzluğa sebep olan kurumsallaşmış kötülüğün dünyayı, insanları nasıl sallayıp savurduğunu düşündürmesine mi? Vefatlarına, “Hatıraları baki, toprakları bol olsun” cümlesine mi? Ortak, sivil bir hafızanın taşıyıcılarının yitişine mi?… Galiba hepsine birden. Ve belki de daha fazlası.
Anlamlı bulduğumuz şeylerin hayatımızdan eksildiğine dair hislerimiz, düşüncelerimiz var. Bir ucu nostaljiye gider ki biz o uca gitmeyelim. Bazı şeylerin yitip gitmekte olduğu hissi galiba yaygın bir his.
Mesela bakınız:
“Bilet fiyatları düştükçe, görünüşe göre dünya daraldı; oysa bir noktadan diğerine uçakla gidebiliyorsak da yol, hakiki yol; bir sonraki arabayı, bir sonraki otobüsü, bir sonraki treni beklemek gereken yol; kenarlarında yaşayanlarla konuşmayı gerektiren yol; dil, yemek, koku, alfabe, davranış ve bilgelik değişimlerini takdir etme zamanını bize tanıyan yol; o yol artık yok işte. Ve benim için Kayıp Şark, o intisap yolculuklarının mecazıdır. Küreselleşme zamanı öldürdü; geçen zamanı, bir hikâye anlatma zamanını, olgunlaşma zamanını, aylaklık etme zamanını ve zamanın havasını içine çekme zamanını…” (Olivier Roy, Kayıp Şark’ın Peşinde, Söyleşi: JL Schegel, Çev. Haldun Bayrı, Metis Yay.)
Bunlar hep “ihtiyar” muhabbetleri mi? Yaşamış ve biriktirmiş olmakla mı ilgili bu hissiyat? Hayata yeni başlayanlara yabancı mı bu düşünceler? Eğer öncesine dair anıları, referansları yoksa neden “kayıp” duygusu yaşasınlar ki?
İleride bir gün, genç kuşakların da “kayıp” şeylere dair duyguları olduğunda, “kayıp”larını nasıl tanımlayacaklar? O zaman onları anlayabilecek miyim? Fakat ben o zaman hayatta olamayacağım için sorularım sadece burada, şu iki, üç satır arasında kalacak. ChatGPT hafızası kazara bu satırları dikkate almadıkça kuşaklar ve kayıp duygularına dair bu müstesna fikirlerim hiç düşünülmemiş, ifade edilmemiş olacak.
***
Geçenlerde Subcomandante Marcos’tan söz ettim. O günlerde Zapatista Hikâyeleri adlı kitabı(*) karıştırıyordum. Marcos’un bir röportajda, Zapatistaların ilk yenilgisinden söz ettiğine dair paragraf aklıma takıldı kaldı.
Aktarıyorum:
“Bu 'yenilgi', düşmanın onları alt etmesiyle meydana gelmedi; benim sözünü ettiğim şey, gerillaların yerli halk topluluklarıyla karşı karşıya gelmesinden dolayı yaşanan bir yenilgiydi. Bu toplulukların kendi siyasi-askeri örgütlenmelerinin mantığıyla hareket etmesini sağlayamamışlardı; Zapatistalar bir kültür şoku yaşadılar ve bunun sonucunda tüm hiyerarşik yapıları altüst oldu. Dolayısıyla, kalan öncü gerillalar arasında yer alıp da yenilgiden sonra da cangılda kalanlar, yerli halk isyanının hizmetkarları olma yolunu seçtiler. Zapatizmo'nun 1 Ocak 1994'te doğan ikinci hali, işte bu 'yenilgi' den doğdu.” (Zapatista Hikayeleri, Çev. Çiğdem Dalay, Agora Kitaplığı)
Midilli fotografı, Olivier Roy’un düşünceleri ile Zapatista hafızasının ilk bakışta doğrudan bir bağı yok gibi. Belki de hiç yoktur. Hızır/Xızır beni her şeyi birbiriyle ilintilendirmek marazından korusun. Fakat bana aralarında “bağ” var gibi geliyor.
“Muasır medeniyet” dedikleri şey yordu dünyayı. “Medeniyet” kavramını insan lehine yorumlamak isteyenlerin gücü, “medeniyet” denilen zımbırtının genişleyen, kapsayan, derine nüfuz eden tabiatı ile baş edemedi. Belki de süpürgeyi ters tuttular. Baş etme şansları yoktu.
Şimdi Yapay Zeka, GPT4 üzerine yazılanlara şöyle bir göz atın, herkes sirk çadırında çok acayip bir şey görecekleri heyecanı ile bilet gişesine koşuyor. Üstelik hemen hemen hepsi ikircikli. Altından bir bela çıkabilme ihtimalini seziyorlar. Fakat yine de yüzleri gişe kuyruğuna yönelik.
Belki de medeniyet denilen şey, insan canlısındaki bu arzudur. Bu arzunun diri tutulması, filmin sonunu bile bile yine görme, tekrar görme arzusunun yeniden üretilebilirliğidir.
***
Yenilgileri/yanılgıları ve yenilgilerden/yanılgılardan çıkarılan dersleri merak ediyorum. Sömürü ve baskıya karşı hak talepli direnişlerin –hadi sınırlayalım, 20. yüzyıl itibariyle diyelim– çıkardıkları dersleri merak ediyorum. Acaba böyle bir derleme var mıdır?
***
Yazıyı hazırladığım günlerden bir haber:
“ ‘Çocuklara dini eğitim vermek için’ deprem bölgesine giden Türkiye Diyanet Vakfı yetkilileri, depremin hemen ardından Beylikdüzü Belediyesi koordinasyonu ile bölgeye giderek çocukların rehabilitasyonu için gönüllü çalışmalar yürüten öğretmenlerin kendilerine izin vermemesi üzerine, ‘Devletin adamıyım ben, sen kim oluyorsun’ diye çıkıştı.”
Depremin ilk günlerinde insanlar enkaz altından yakınlarını kurtarmaya çalışırken, can pazarı kargaşasında, genç bir kadının kucağına bebek tutuşturup yine enkaza koşturmuşlar. Kendisi de birkaç aylık bebe sahibi bir kadın, “Kucağıma verdiklerinde sıcaktı sanki, sonra baktığımda yaşamıyordu” demiş. Dağılmış kadın. Kaldırıma bırakmış bebeği. Psikolojik yardım alıyormuş şimdilerde.
Son iki paragrafı özellikle ekledim. Böylelikle, orası senin burası benim gezip dolaşırken memleket gündem ve hakikati ile bağlantıyı kurdum. O bağlantı ki gemi halatı inceliğinde boynumuzda salınıyor.
Buradan Hüda Par’ın Cumhur İttifakı yanlısı olduğunu açıklamasına gidebilirim. Oradan Konca Kuriş cinayetine, Hizbullah’a ve Hizbullah-Devlet ilişkisini faş ettiği için öldürülen gazeteci Hafız Akdemir’e gidebilirim.
Yeğeni de bana katılır:
“Dayım Hafız Akdemir Diyarbakır'da katledildi. Cinayetin tek görgü tanığı bendim, mahkeme ifademe bile başvurmadı. Cinayetten müebbet hapse mahkum C.Y. aramızda.” (Veysi Polat, bianet)
Buradan aramızdaki katillere geçebiliriz. Ben birkaç tane anlatabilirim. Sadece faili meçhullerden hareketle toplam nüfusa göre katil oranı gibi bir oranlamayı düşünmeye çalışsak içimiz kararır.
Tezer Özlü haklı çıkar: “Burası bizim değil, bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi!”
Ülkeyi geri kazanmak lazım. İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi’nde bu yönde bir irade ve enerji var sanıyorum. Memleketin yüzü gülecek hissindeyim. (Bkz, iktisatkongresi.org)
Selam sevgi ile
Not: Suudi Arabistan ve İran, Çin desteği ile dansa kalkıyorlar. Bir yoruma göre Suriye topraklarında IŞİD benzeri grupların ve destekçilerinin orada bulunma zemini kalmayacak.
—–
Kapak Görseli: Anuja Tilj