Okumalar, Değinmeler-37: Günah ve kırık burun
Artık ateş sadece düştüğü yeri yakmıyor. Türkiye uzun zamandır yanık kokan bir ülke. Ya da bana yanık kısmı denk geldi.
15.04.2023
Bir film seyrettim: İl Peccato/Günah. Yönetmen Andrey Konçalovski. Kıymetli bir isim.
Film, Mişelancelo adında (Michelangelo da derler) bir sanatçının etrafında dönüyor. 1500’lerin ilk yılları, Mişelancelo, Sistina Şapeli’nin tavanını resmediyor. (Şapel, Vatikan’da, Papa’nın evi Apostol Sarayı’nda. Netekim Papa’lık “itibardan tasarruf olmaz” zihniyetinde bir kurum. Tanrı galiba altın ve şatafatı seviyor.)
Mişelancelo, fresk tekniği ile çalışıyor. Tavandaki fresklerin en meşhuru, birbirlerine parmak uçları ile dokunmak üzere olan biri sakallı ve olgun yaşta, diğeri yumurta parlaklığında ve genç iki erkeği gösteren fresk. Tanrı, Adem’e can veriyor sahnesi. İncil’den alınma.
Diyorlar ki, “Sistina Şapeli’nin tavanı eskiden mavi renk ile boyalıymış. Papa II. Julius tavan süslemesi için Michelangelo’yu iknaya çok uğraşmış. Çünkü aslında heykeltıraş olan Michelangelo, Sistine Sapeli işini istemiyormuş. 1508 yılında istemeyerek de olsa İncil’den sahnelere göre şapeli süslemeye başlamış. 4 yılda şapelin tavanını bitirmiş.” (sanatınoykusu.com)
İl Peccato/Günah filmini seyretmiş biri olarak, “Papa, Michelangelo’yu ikna etmek için çok uğraştı” lafına inanırım. Mişelancelo, Konçalovski filmine göre “damarı tuttu” denilen türden biri. İnatçı demek istemiyorum. Kuvvetli iç rüzgârları olan eserekli bir şahsiyet. Şahsiyet özelliklerinin yanı sıra Papalık veya otorite ile ilişkisinde de pürüzler olabilir.
Ayrıca Mişelancelo, Floransalı. Floransa ile Roma zaman zaman gülümseyerek, yanaktan öperek bıçaklıyorlar birbirlerini. Papalık, Medici Floransası’na bazı dönemlerde kök söktürüyor. Ve filmin ilk sahnelerinde bir yerde, “Papalık Mediciler’e geçerse her şeyin fiyatı iki katına çıkar” diyor Mişelancelo. Yeni bir gayrımenkul satın aldığı anda söylüyor bunu.
Yani deha, dahi olarak adlandırılan bir “artista”, içi dışı sanatı ile meşgul bir adam ve fakat gayrımenkul fiyatları hangi koşullarda ikiye katlanır konusunda fikri var. Ben Konçalovski’nin filminden hareketle konuşuyorum. Yoksa adamımız parada pulda gözü olan biri değil. Fakat matematiğe de yabancı değil. Ve galiba o yıllarda İstanbul’dan İtalya’ya yeni dönmüş. Ve İstanbul’da iken, “Bir peri suret görünmüş, bir hayal olmuş” ona.
“… Haliç üzerinde yapılacak bir köprü planı isteyen II. Bayezid’in davetini kabul eden Michelangelo, 13 Mayıs 1506 günü İstanbul’a ayak basar. İtalya’yı, ardında yarım kalmış bir anıtmezar projesi, kızgın ve eli sıkı bir Papa bırakarak terk eden Michelangelo…” (Savaşları, Kralları ve Filleri Anlat Onlara, Mathias Enard, Çev. Aysel Bora, Can Yay.)
(Lafı dolandırdığımın farkındayım. Dolana dolana gitmeyi seviyorum. “Bir an önce”ciler için sıkıcıyım, biliyorum. Fakat adabınca dolanabilirsem, belki “du' bakalım”cıların duasını alırım.)
Filmin senaryosunu Konçalovsky ve Elena Kiseleva birlikte yazmışlar : “Konchalovsky ve Elena Kiseleva, Michelangelo’yu idealize etmekten kesinlikle kaçınarak, papanın ‘tanrısal’ bulduğu bu yaratıcıyı, bakımsız, kirli, içkici, kendi ahlaki ve sanatsal yetkinliğinden şüphe eden, sanrılar gören vahşi ve yarı deli bir deha olarak çizerler. Yarattığı bütün güzelliklerin ‘pezevenkler, zalimler ve katiller’ için olduğundan şikâyet eden, ama onların altınlarını cebine atmaktan kesinlikle gocunmayan (…) Michelangelo’nun çıkarcı, üçkâğıtçı yönünü de vurgularlar.“ (Ortakoltuk.com, Erdoğan Mitrani)
Alıntıladığım metni kim yazmış bilmiyorum. İsim, imza yok. Fakat kim yazmışsa tebrik ve teşekkür ederim.
Filmden etkilendim. Mişelancelo, sağı soluna uymaz, önce öfkelenen sonra öfkelendiği şeye karşı duygulanıp gözleri dolan kara kuru kavruk bir adam. Çelişkileri onu kayık gibi sallar durur. Çelişkilerine ses verir, onlarla konuşur, iç sesi dışındadır. Ben filmin yalancısıyım.
Konçalovski’nin, Mişelancelo’yu bize açık kalp ameliyatı şeklinde sunmasından etkilendim. Bir sanatçıyı –burada heykeltıraşı– heykel yontarken değil de, dağlara gidip uygun mermer arayan, o mermeri dağın bağrından çıkaracak, aşağıya ovaya indirecek, konusunda uzman işçi ve ustabaşları ile düşüp kalkan, calaskarlar, halatlar, makaralar arasında ustabaşları ve işçiler ile bir sofraya oturan, onların seslerini de heykelin hikâye sürecine katan… Bundan etkilendim.
(Filmin 62. dakikasında, dev beyaz mermer blok’un dağbaşında sessizliğin içinde, ay ışığında bir parlayışı var ki…)
İşin arka planını, mutfak sürecini de hikâyeye dâhil etmek, bu esnada Mişelancelo’nun ruhunun rüzgârları, kafasının çalışma tarzından kopmamak… Bu filmde sanatçıyı tuval, piyano, kâğıt kalem, daktilo başına çakarak filmetmek dangalaklığına karşı bir tavır gördüğüm için seviniyorum. Bay Konçalovski’nin Mişelancelo karakteri için burnu kırık bir deli arama ısrarını benimsiyorum.
“… ‘doğru yüzler bulursanız, onlar hakiki görünür, gerçeğin yarısı hazır olur’ diyerek, ‘Günah’ için İtalyan kırsalında Rönesans tablolarındaki yüzlere benzer yüzler arattığını, kendisine ünlü oyuncular teklif eden casting yönetmenlerini burnu kırık bir deli istediğine nasıl zorlukla ikna ettiğini anlattı.” (ortakoltuk.com)
(Düşünsene, yapacağın filme dair kuvvetli bir iç hazırlığın var ve farklı bir film olacak. Fakat bilineni ezberlemiş bir ekip ile çalışmak zorunda kalıyorsun. Ve belki de casting ajansı, ünlü oyuncuları öne sürerken –senin ihtiyacını ve talebini değil– alacağı yüzdeyi düşünüyor. Sahtekar emlak komisyoncuları gibi.)
Kırık burun
“Kırık burun” hikâyesine değinelim. Fakat önce 1480-90’lar Floransa’sında biraz gezinelim.
“On beşinci yüzyılın sonuna doğru, Floransa tam bir şantiyeye dönmüştü. (…) Herkese iş vardı. ‘O dönemin insanları’ diye aktarıyorlar vakanüvisler, ‘öyle bir inşaat çılgınlığına kapılmışlardı ki, artık Floransa’da boş bir duvarcı bulmak mümkün değildi. (…) Yollarda herkes, Michelezzo ve Giulinao da Sangallo’ya, Verrochio ve Sandro Botticelli’ye, genç Leonardo da Vinci ve nazik Lorenzo di Credi’ye, hâlâ kendine bir iş arayan gencecik Machiavelli’ye (…) rastlayabilirdi. (…) Giovanni Tornabuoni’nin Santa Maria Novella Katedrali’nin koro bölümündeki freskleri yapmakla görevlendirdiği Ghirlandaio’nun işliğinde (…) gelecek vaad eden bir grup genç çalışıyordu. Bu gençler arasında, Giuliano Bugiardini, Francesco Granacci, l’Indaco (çivit mavisi) lakabıyla bilinen Jacobo ile çok genç Michelangelo Buonarroti vardı.
(…) Genç Michelangelo, tevazu göstermiyordu. En yeteneklileri oydu ve bunu biliyordu. Kendisinden daha büyük olmalarına karşın, arkadaşlarına hiç taviz vermiyordu. Çizimlerine şöyle bir göz gezdirip onları ‘kuş gibi avlıyor’, yani o bıçaktan da keskin tipik Floransa alaycılığıyla onlarla alay ediyordu. (Böylece burnuna yumruğu yer. İlh.)
(…) “Michelangelo’yla ikimiz, çocukken, Carmine Kilisesi’ndeki Masaccio Şapel’ine gider, orada freskleri incelerdik. Michelangelo’nun orada çizim yapan herkesi alaya almak gibi bir huyu vardı. Bir gün, başkalarının yanında canımı sıktı, her zamankinden çok öfkelenip yumruğumu sıktım ve burnuna öyle bir okkalı yumruk indirdim ki, elimin altında burun kemiğinin ve kıkırdağının kurabiye gibi dağıldığını hissettim. Yaşadığı sürece, böyle, burnuna attığım imzamla yaşayacak.” (Pietro Torrigiani)
“Kırık Burun” bölümü alıntıları, Michelangelo, Bir Dâhinin Yaşamöyküsü adlı kitaptan. (Bruno Nardini, Can Yay., Çev. Kemal Atakay)
Film için parayı veren, Alişer Burhanoviç Usmanov. Özbek asıllı Rus milyarder. Ve Konçalovski’yi özgür bırakmış. Piyasa pazar mekanizması yapmazdı bunu. Burnu kırık esas oğlan arayışına izin vermezlerdi. Burnu alengirli bir star bulup oraya yapıştırırlardı. Alişer Bey’i tebrik ederim.
*
Depremzede twitlerinde sık tekrar eden bir mesaj var: “Unutursanız küseriz, kırılırız.”
“Ateş düştüğü yeri yakar” sözü doğru bir söz. Aile bireylerinizin vücut parçalarını enkazdan çıkarıyorsanız üç kere doğru bir söz. Fakat artık ateş sadece düştüğü yeri yakmıyor. Türkiye uzun zamandır yanık kokan bir ülke. Türkiye ben bildim bileli yanıyor. Ya da bana yanık kısmı denk geldi.
Selam sevgiyinen