Okumalar, Değinmeler-39: “Direği devirip teli çaldınız.”

Medeniyet dediğin bazılarına göre ışıl ışıl, parıltılı bir şey ama aynı zamanda kerhaneleri vergiye tabi kılabilen bir düzenek.

İLHAMİ ALGÖR

29.04.2023

Sahillerde yaz tatili hazırlığı başladı. Girişimciler (bu kelime bazı hallerde yağmacı/talancı anlamına geliyor) kıyıları şezlong kullanımı için düzenlemeye giriştiler. Girişmeler, kamuya ait alanları gasp etmek şeklinde gelişiyor. Bu yönteme, “kıyıları şirket olarak yönetmek” deniyor.
 
Bazı kıyılarda bölge sakinleri, kıyı kullanım haklarının gasp edildiğini öne sürerek eylem yaptılar ve hukuki süreç başlattılar. Mesela Datça-Özbel sakinleri haklarını savunmayı başardılar ama “ne olur ne olmaz” diye “oturağını, termosunu al, sohbete gel” şeklinde nöbete devam ediyorlar.
 
İnsanımız kazanılmış bir hakkın her an geri çalınabileceği konusunda çok uyanık. Bu uyanıklığın enerjisi, hırsızlar ile yaşıyor olduğumuz kabulünden geliyor. Nasıldı o laf: “Yanmış hayat doğru yaşanmaz.”
 
*
 
“Şezlong” denilen zımbırtı, üzerine yatanı da soyan bir düzenek. “Düzenek” oluşu, ona dair konuşmayı, yazıp çizmeyi hak ediyor. Fakat günümde değilim, uzatmayacağım. Buraya isminin anonim kalmasını tercih eden bir depremzede’ye ait iki dize bırakayım:
"Gönlümüzden geçen mektuba düştü,
Çok görüp üstünden pulu çaldınız.
 
Telgraf teline kuşlar mı konar?
Direği devirip teli çaldınız.”
 
*
 
Dünyanın sesleri değişiyor. Biz, (kuşağım anlamında “biz”), zamanla sınırlı ara katmanız. Her kuşak gibi ara katmanız. Kuşağım, dede/nene’ler üzerinden 19. yüzyılın sonları, 20. yüzyıl başlarının izlerini taşıyor. “Dünyanın sesleri değişiyor” derken bu izleri içerdiğimi düşünüyorum. Mesela biz berber usturasının deri kayışa sürtünerek bilendiğini gören son kuşak olabiliriz. Torunum olsaydı ve ustura bileylemekten söz etseydim “dede geyiği” diyebilirdi.
 
(Torunum yok fakat strateji oyunu olan Age Of Empire 4’ün bütün kampanyalarını youtube üzerinden izledim. Böylece Bayeux halılarından, Fransa’da köylü ayaklanmalarına, Moğol atlarına özgü “5. adım yürüyüşü”ne dair bazı bilgilerim var. Popüler mopüler…)
 
*
 
Medeniyet dediğin bazılarına göre ışıl ışıl, parıltılı bir şey ama aynı zamanda kerhaneleri vergiye tabi kılabilen bir düzenek. Ortaçağdan beri böyle. Vergi daireleri mühimdir, ehemmiyet arz eder. Vergi memuru olmayan bir düzen olabilir mi?
 
*
 
Memur deyince duraksarım ben. Turgut Özal’ın, “Benim memurum işini bilir” lafı aklıma gelir. Kılıfına uydurup kamu malından çalmak (*), kılıfa uygunluk için kalabalık bir bürokratik nüfusu beslemek, onlara makam araçları, ofisler, ofis mobilyaları tahsis etmek… Mesela uzun oturmalar için sırt bel ve boyun düşünülerek ortopedik olarak tasarlanmış çalışma masası koltuğu gibi. Çalışma masasına simetrik olarak yerleştirilebilecek minik bayrak, flama düzeneği. Oturanın arka duvarına genellikle bir kurtarıcı önder portresi…
 
Bu kalabalık kadroların maaşı, özlük hakları, o kadroları size sunabilecek, bir siyasi parti üyeliği havuzunun varlığı…
 
Havuz dediğin, bayrak, flama, mikrofon ve prompter ile oluşabilen bir şey. Kendisine ait olmayana göz dikmenin, elde etmenin yaygın ve doğal olduğu bir dönemde her evde bulunması gerekli şeyler bunlar.
 
Buraya da bir alıntı yapasım var : “…hatalarını kabul etmeye cesareti olmayan bir halkı bekleyen kader nedir?”
 
*
 
Yukarıdaki cümlenin sahibi Bayan Lidia Poet (İtalya, 1855-1949). “İlk kadın avukat. Barodan atılması, kadınların İtalya’da avukatlık yapmalarına ve kamu görevlerinde bulunmalarına izin veren bir harekete yol açtı.” (Wikipedia)
 
Netflix, Lidia Poet’in hayatından, erkek egemen sisteme karşı mücadelesinden 6 bölümlük bir dizi yapmış: “Lidia Poet’in Hukuk Mücadelesi.”
 
Torino Barosu, özet olarak “elinin hamuru ile” anlamına gelen birtakım laflar ile Bayan Poet’i avukatlıktan men ediyor:
“….Lidia Poet’in avukatlık kaydı geçersiz sayılmıştır. Mahkemenin kabul ettiği üzere Barolar Birliği, kadınların karışmaması gereken bir makamdır. Hatta cinsilatifin riayet etmesi gereken sınırları aşan tartışmalarda kadınların fikir beyan ettiğini görmek nahoş bir manzara olurdu. Modanın sıklıkla kadınlara dayattığı tuhaf ve biçimsiz giyimin avukatlık cübbesini kapatması halinde verilecek hükmün güvenilirliğinin gireceği risk de cabası. Dolayısıyla bir kadının yaradılışına uymayan ya da başta aile içinde olmak üzere bir kadına daha uygun olan diğer mesuliyetleri yerine getirmesini engelleyen bir görevi üstlenmesine müsaade edemeyiz.” (altyazı çevirmenine teşekkür ederim)
 
Lidia Poet itiraz dilekçesi ile temyiz mahkemesine başvurur:
“…Toplum bilincinin kadınların cübbe giymesine daima engel olduğu söylenir. Bu toplum bilinci asırlarca köleliğe suç ortaklığı etmedi mi? Ve hatalarını kabul etmeye cesareti olmayan bir halkı bekleyen kader nedir?”
 
Temyiz Mahkemesi, erkeklerden mamul kalın ve sağır bir duvardır:
“İtalya Kralı Majesteleri I. Umberto adına, bu temyiz mahkemesi Bayan Lidia Poet’in sunduğu talebi geri çevirme kararı almıştır. Temyiz mahkemesinin vermiş olduğu kararla bahsi geçen Bayan Poet’in Torino Avukatlar Barosu kaydı feshedilmiştir.”
 
*
 
Nurbanu Kablan, ortakoltuk.com adresindeki yazısında “Lidia Poet’in Hukuk Mücadelesi” adlı diziden söz ederken Türkiye’nin ilk kadın avukatlarından Süreyya Ağaoğlu ismine değinir:
“Avukat Süreyya Ağaoğlu, Cumhuriyet kurulmadan önce kadınların hala çarşafla dolaştığı dönemde, 1921 yılında gidip rektörle görüşerek Hukuk Fakültesine girmek istediğini söyleyince odanın içindekiler kahkaha atmış; bunun üzerine kendisi gibi avukat olmak isteyen üç kadını daha bulup getirip geri adım atmayarak kaydını yaptırmıştır. 1925 yılında hukuk fakültesini bitiren Süreyya Hanım 1927 yılında Ankara Barosuna kaydını yaptırmıştır.”
 
(Netekim Av. S. Ağaoğlu adını taşıyan bir sokak, İstanbul Teşvikiye Camii arka kapsından, Ihlamur Kasrı’na doğru yokuş aşağı uzanır. Belki de dökülür.)
 
*
 
Genel gidişata uymayanlara “sıradışı” derler. “Sıraiçi” neresi acaba? “Böyle gelmiş böyle gider”ciler midir “sıraiçi”ni oluşturanlar. Sıraiçi, resmi zihniyet duvarlarının yanı sıra ikinci bir duvar mıdır bir toplumun, hayatın bağrında? İkinci ve iç bir duvar mıdır?
 
*
 
Anonim kalmak isteyen depremzedenin iki dizesi ile bağlayayım:
“Fırat kenarında koyun hikâye,
Kuşun yuvasından dalı çaldınız.
 
Biz yandık, memleket ışısın diye,
Siz bizi söndürüp külü çaldınız."    
 
 
Selam sevgi ile
 
(*) Kitabı da var, “Yağma”, Murat Ağırel, Kırmızı Kedi Yay. + Benzer isimli bir kitap daha: “Yağma Suçu”, Mustafa Arslantürk, Adalet Yay.
 
—–
Kapak Görseli: Güler Emektar, Zürafa Sokak’tan kalan görüntüler