Okumalar, Değinmeler-4: Binbir Gece ile Kıralıça
Acaba yazıya geçmemiş ve zamanla kaybolmuş başka anlatılar var mıydı? Vardı bence.
27.08.2022
Burhan Oğuz, Türkiye Halkının Kültür Kökenleri adlı çok ciltli kitaplarında antik dünyada Hindistan-Roma arası coğrafyanın alış-verişinden söz eder. Bu nedenle geniş zamanları içeren bir anlamda “Hint-Roma yayı” ifadesini kullanır. Ticaret, savaşlar ve sair ilişki biçimleri ile oluşmuş bir aks. Karadeniz’in kuzeyini, stepleri, Anadolu, Mezopotamya ve Arap Yarımadasını da içeren, ekonomik, politik, kültürel alışveriş aksı.
Ahmet Yaşar Ocak bir kitabında, Kur’an’daki kıyamet ayetlerinde Hint etkisi olduğundan söz etmişti. Al işte Hind.
Vaktiyle kuzey İtalya’ya, Ivrea derler Ortaçağ izleri taşıyan bir kasabaya düğün misafiri olarak gitmiş idim. Hatta ünlü ressam Mösyö Komet de davetliler arasındaydı. Biz misafirleri, yemekli bir gezinti için Alp Dağları eteğine, sınıra yakın, dere kenarı mesire benzeri bir yere getirdiler. Dereyi yüksek kemerli taş bir köprüden geçtik. Daracık bir eşek katır ve yaya köprüsü. “Bunlardan Karadeniz’de de var” dedim. “Roma” dedi damat. Damat’ın “16. Yüzyıl Avrupa Tarihyazımı” üzerine doktorası var. Al işte Roma.
Daha da evveli, Greyt Aleksandır Balkanlardan yola çıktı, Çanakkale’ye geçti, Persler ile kapıştı, Skandar adını aldı. Borges’e göre (Borges de birilerinden duymuş) Skandar’ın confabulatores nocturni/gece öykücüleri denilen hikâye anlatıcıları varmış. Acaba ne anlatırlardı? Ezop hikâyelerini, Homeros anlatılarını mı? Hind fabl’larını, Gılgamış Destanı’nı mı?
Bu saydıklarım çok bilinen, büyük başlıklar. Acaba yazıya geçmemiş ve zamanla kaybolmuş başka anlatılar var mıydı? Vardı bence. Sonra gelenler, anlatıları kafalarına göre düzenlediler. Sözlü anlatımdan yazıya geçerken eksildi veya çoğaldı bazı anlatılar.
Skandar, Fırat’ı, Dicle’yi geçti, hikâyesi yayıldı, Zülkarneyn olarak da anıldı. Ekselanslarının büyük yolculuklarını Kalfa ile Kıralıça (1) adlı tefrikamda takip etmiş biri olarak söylüyorum ki yolculuğun kritik noktalarında suikastlar vuku buluyordu. Neticede kendisi de bir suikast ile tasfiye edildi. Fakat nam’ı yürüdü gitti, Binbir Gece Masalları’na dahi sızdı. Mesela:
“Büyük İskender-i Zülkarneyn, bir gün kadısını, aşçısını ve başkâtibini bir araya getirerek kadısına ‘Kral olarak bana ait olan ayrıcalıklarımdan en yükseğini sana verdim. Dolayısıyla krallık ruhuna sahip ol!’ demiş; aşçısına da ‘Bedenimin bakımını sana bıraktım; bundan böyle senin marifetine bağlı kalacak. Dolayısıyla sağlığımı bozmayan bir zanaatla onu besle!’ demiş; başkâtibine de ‘Sana gelince, ey kalemin kardeşi, sana da zekâmın belirlenmesi işini verdim. Senden, kalemin aracılığıyla, gelecek kuşaklara beni bütünümle iletmeni rica ediyorum!’ demiş.” (Binbir Gece Masalları, YKY)
Kalfa ile Kıralıça’da, Ekselanslarını geleceğe aktarmak doğrultusunda bazı notlar düşmüş idim. Mesela:
“Makedon elinden kalkıp ‘orayı da alalım burayı da alalım’ diyerek Hindeli’ne varan Bey, aradığı her ne ise bulamadı. Derin bir yeise gömülüp ‘Heyhat,’ dedi görmek isteyip de göremediği okyanusa bakarak, ‘meğer ki mutluluk varılan yerde değil yolda imiş.’”
Ne yazık ki notlarım kabul ve iltifat görmediler.
Skandar Beg, kendini geleceğe aktarma işini kâğıda, kaleme havale etmiş ama bana kalırsa orada yine sözlü anlatıcıların emeği var. Al işte confabulatores nocturni.
Binbir Gece ve kadın sadakatsizliği (!)
“Elf leyle ve leyle”, Binbir Gece Masalları’nın Arapça adı. Farsçası “Hezâr Efsâne.” “Hezâr” ve “Leyl” kelimeleri yabancımız değil. “Leyl-i meccani” ifadesi daha düne kadar, “parasız yatılı” (okul öğrencisi) anlamında kullanılıyordu.
Binbir Gece Masalları’nın Çin’den Kuzey Afrika’ya kadar uzanan bir coğrafyadan beslenerek oluştuğu söylenir. İslam Ansiklopedisi’ne göre, bir çerçeve hikâye içerisinde yer alan pek çok tâli hikâyeden meydana gelmiştir ve çerçeveli masal tekniği bizi Hind’e götürür:
“Tıpkı Kelîle ve Dimne’de (2) olduğu gibi bir hadiseyi geciktirmek için zaman kazanmak maksadıyla hikâye anlatma usulü daha çok Hindistan’da görülür. Ayrıca çerçeve masalın esas teması olan kadınların sadakatsizliği fikri ve iki kardeşin seyahate çıkması motifi orijinal Hint masal külliyatında bulunmaktadır.” (İslam Ansiklopedisi)
“Kadınların sadakatsizliği” şeysi, “bu armudu benden başka ayı yemesin” takıntısı, korkusudur. Korku, bu gezegen canlılarının temel ihtiyaçlarından biridir. Onu üretirler. Korku üretmek, hikâye üretmenin başka bir halidir. O korku ile “bekaret kemeri” adlı, sınırlayıcı bir aparat üretirler. Sınırlananlar, sınırları aşmak için çare üretirler. Çilingir kelimesini “kendisinden çalınanı geri alan” anlamında severim.
Binbir Gece Masalları’nın (YKY baskısı) çevirmeni olarak Alim Şerif Onaran, “kadın ve sadakat” temasını farklı yorumluyor:
“Binbir Gece Masalları’nın ana temasının, ‘kadının sadakatsizliği’ olduğu söylenebilir. Ancak, aslında Şah Şehriyar’a ait olan bu teze karşı Şehrazad, kadının, ana, eş, kız kardeş ve kız çocuk olarak varlığını yücelten, belki de dünyada ilk (Aristophanes’in Lysistrata’sı ilk sayılırsa, ikinci) ve en önemli feminist görüşü oluşturabilecek bir anti-tez getirmektedir.”
Kıymetli çevirmenin “feminist, anti-tez” ifadesi/vargısı beni duraksatıyor. Binbir Gece Masalları’ndaki hikâyeleri kadın sesi, kadın bakışı mı kurmuş? Kıymetli çevirmenin isabetli olduğu kuşkulu bir yorumu ile mi karşı karşıyayız? “kadının, ana, eş… olarak varlığını yücelten” cümlesi, tanıdık ve tedirgin edici şeyler çağrıştırmıyor mu?
***
Derler ki, “Batılı kurmaca dikine yükselerek fallusvari bir grafik çizer ve sonuçta bir patlamaya varır. Doğulu kurmaca kıvrıla kıvrıla sonsuza kadar akabilir.”
Bu cümleyi Amerikalı feminist bir yazarın Türkçe baskısı yapılmış bir kitabından hatırlıyorum. Kırmızı kapaklı bir cep kitabıydı. Kapakta alev almış bir kibrit çöpü vardı. Tutuşmuş çöp ve alev, grafik dili ile penis ve vulva’yı simgeliyordu. (Yazarın ve kitabın adını araştırdım, bulmayı beceremedim.)
Batılı ve Doğulu kurmacaların yapısal farklılığı mutlak olmaktan ziyade, geçmişe ait bir tanım olarak mümkündür, olabilir. Ayrıca söz konusu fark, sözlü olan ile yazılı olan arasındaki terbiye/düşünüş biçimleri farkı da olabilir.
Doğu-Batı ayrımına (çatışmacı olanına) itibar etmem. Doğu ve Batı, kendilerine bir “Doğu” ve “Batı” inşaa ettiler. Bu inşaa’nın bir nedeni çatışmacı politikalar idi. Minare hırsızına kılıf şart idi. Ama araştıran, soru üreten, cevap arayan, “dokumacı karıncalar” demek istediğim bir insan türü vardı ki onlar çatışmaları, dil farklarını aşan ilişkiler geliştirebildiler. Mesela bakınız Umberto Eco, Ortaçağ.
Sözlü anlatıcılar dünyayı Batı-Doğu diye ayıran hikâyeler aktarsalar bile, gezegenin ortak bohçacı/dokumacılarıdırlar. Hikâyenin doğusu batısı olmaz, o bizatihi cihanşumüldür. Ben onları gezegenin ortak ürünü sayarım.
Yüceltmek amaçlı konuşmuyorum. Hikâyelerine bakın, ne mal olduklarını anlarsınız. Mesela bakınız, Decameron’un Aşk Hikâyeleri.
İzninizle Decameron hadisesine haftaya devam edeyim.
Selam sevgi ile
*
(1) Kalfa ile Kıralıça, İletişim Yayınları.
(2) Kelile ve Dimne, Sanskritçe orijinal adı Pança-Tantra (Beş İlke) olan, fabl tarzında hikâyeler barındıran kitabın Abdullah İbn Al Mukaffa tarafından çevrilmiş Arapça'daki adıdır. Orijinal metin 3. yüzyılda yaşadığı düşünülen Brahman rahibi Beydeba tarafından yazıya geçirilmiştir. (Wiki)
—–
Kapak Görseli: photosforyou (Pixabay)