Pierre Bonnard (1867-1947) Femme Etendant Du Linge 1892.

Okumalar, değinmeler: 4. kattan düşen tuğla 

Lenu, Lila’ya dair söylediklerinde haklı. 4. kattan düşen tuğla örneğinde Lila’da bir farkla aynı şeyi yapardı. Tuğlanın gelişine bakar ve bir matador edasıyla yarım adım kenara çekilirdi. Tıpkı, oğlan çocuklarının attıkları taşlar karşısında yaptığı gibi

İLHAMİ ALGÖR

04.01.2025

Napoli Romanları, savaş sonrası Napoli’sinden söz ederken, bazı sayfalardan ölüm geçiyor. İş kazası, hastalık sonucu, savaş nedenli ölümler:

“Çocukların ve büyüklerin sıklıkla yaralandığı bir dünyada yaşıyorduk; yaralardan kan akar, iltihap toplardı; kimi zaman da ölürdü insanlar. Bayan Assunta’nın kızlarından biri çiviyle yaralanıp, tetanostan ölmüştü. Bayan Spagnuolo’nun en küçük oğlu boğmaca yüzünden can vermişti. Kuzenlerimden biri yirmi yaşındayken bir sabah, küreğiyle enkazda çalışmaya gitmiş, akşam ağzından ve kulaklarından kan gelesiye ezilerek ölmüştü.” 

Böylece ölümler hemen hemen bütün sayfa boyunca devam ediyor:  Birinin büyükbabası inşaatta çalışırken düşüp ölmüş (Türkiye’de çok sık rastlanan bir ölüm şekli); başka birinin babası kolunu tornaya kaptırmış (benim mahallemde ikiz kardeşlerden biri torna’da kolunu kaybetmişti, bir başkası elinin birkaç parmağını); bir kadın genç yaşta veremden ölmüş. 

Veya: “Don Achille’nin -hiç görmesem de sanki hatırlarmışım gibi hissettiğim- büyük oğlu savaşa gitmiş, iki kez ölmüştü; önce Pasifik Okyanusu’nda boğulmuş, sonra da köpekbalıklarına yem olmuştu.” (…) “Bir ailenin bütün üyeleri, birbirlerine sarılmış olarak, dehşet çığlıklarıyla bombardıman altında can vermişti.” 

Çok ağır çağrışımları var son cümlenin. Bu seviyede bir savaşı yakından görmesem bile yine de bir şeyler çağrıştııyor. Mesela Türkiye’nin yakın tarih savaş hafızasında Çanakkale, Yemen, Sarıkamış savaşları var. (*) Çok ölümlü, gidenin geri gelmediği, detaylarına inildiğinde hikâyeleşerek derin duygusal etkiler bırakan süreçler bunlar. Özellikle “süreç” dedim. “Savaş” denildiğinde başlayan ve neticede biten bir şey olarak algılanıyor. Kabul edilebilir oluyor. 

Oysa savaşın öncesi ve sonrası da savaş. Savaşın sürekli varlığını ve hep içinde yaşadığımızı düşünebilir miyim? O düşünceden hareketle sürekli savaş koşulları içinde bir hayat sürdüğümüz fikrine, kabulüne, durum tespitine varabilir miyim? 

Mesela bu düşüncelerimi Lila ile konuşsam gözleri sabitlenerek beni dinlerdi. Aklı kesinlikle bir yerlere giderdi ve Lena o anda, orada yanımızda olsaydı muhtemelen şöyle düşünebilirdi: 

“Hayretle Lila’nın büyümüş gözlerine bakıyordum. Adamın savaşa dair anlattıkları, Lila’nın zihninde karşılık buluyor ve acaba o esnada hangi düşünceleri örüyordu.” 

Lila eyleyen insan. Lenu daha farklı. Lenu da eylem ve düşünce aynı anda mevcut olsa bile iki ayrı yüzey olarak varlar. Lenu eylemin içindeyken, eylemin oluş sürecini görebiliyor, yaşadığı an’ı kaydedebilen biri. Lenu’nun kafasına 4. Kattan bir tuğla düşüyor olsaydı, önce tuğlanın kendisine doğru nasıl düştüğünü gözler, sonra kenara çekilirdi. Nitekim, romanın bir yerinde şöyle diyor: 

“…zaten hayatta pek çok şey yaptım ama hiçbirine inanmadım, kendimi eylemlerimden kopuk hissettim hep. Lila ise küçüklükten beri  -Don Achille’nin evine çıkan merdivenleri tırmandığımızda sanırım sekiz ya da dokuz yaşımızdaydık- mutlak bir kararlılığa sahip olma özelliği sergilerdi.”

Lenu, Lila’ya dair söylediklerinde haklı. 4. kattan düşen tuğla örneğinde Lila’da bir farkla aynı şeyi yapardı. Tuğlanın gelişine bakar ve bir matador edasıyla yarım adım kenara çekilirdi.  Tıpkı, oğlan çocuklarının attıkları taşlar karşısında yaptığı gibi.

*

Benim baktığım yerden, uzaktan bir bakışla Lila’nın hayat ile oynadığını düşünmek mümkün. Bana oyun gibi gelen şey, Lila’nın kendini yapma, var etme biçimi olabilir. Yani “oyun” tanımında yanılıyor olabilirim. Yanılıyor olmam mümkün çünkü ben Lila’nın seyircisiyim. Seyirciye her şey bir oyun gibi gelebilir. 

Burada bir alıntı yapacağım ve sizi Flora Ghezzo, Sara Teardo adlı iki akademisyenin ortak yazdıkları, “Lila’nın İzleri Üzerine: Elena Ferrante’nin L’amica geniale’sinde Bildung, Anlatı ve Etik” (**) başlıklı makalenin iki paragrafı ile tanıştıracağım:

“Lila’nın cazibesi aslında karşı konulmazdır, (…) ancak karakter sonunda, manyetik kişiliğinin altında çözülemez bir gerilim olduğunu ortaya çıkaracaktır. “Mutlak bir kararlılık” tarafından teşvik edilen, eşsiz yeteneklere sahip, “mahallenin efendilerine” (tefeciler ve camorristi) bile meydan okuyacak kadar cesur olan Lila, her kültürel ve sosyal şemadan kaçıyor ve mevcut tüm cinsiyet modellerini aşıyor. Neredeyse şeytani ve gizemli bir aura ile çevrili olan Lila bir mıknatıs gibidir, etrafındaki herkesi kendine çekebilir ve büyüleyebilir, özellikle de sözleriyle.”

“Hiçbir rol tarafından tam olarak sınırlandırılmadan rol değiştirme yeteneğiyle etrafındakileri şaşırtan Lila, (…) hayat dolu, huzursuz bir enerjiyle hareket etmektedir: “Ne kadar güzel çizilmiş olursa olsun hiçbir şekil onu kesin olarak sınırlayamaz”. Aralıksız ve nevrotik arayışıyla, rione’un kültürel kodlarına meydan okuyan yeni roller yaratmasıyla ve bunlarla deneyler yapmasıyla (hevesli yazar, zeki çırak, göz alıcı modern kadın), Lila, tetralojinin sonunda, kendi kendini yok etme sürecinde kendisine dair tüm izleri ortadan kaldırmadan önce, her türlü kimlik biçiminin patlamasına neden olacaktır.”

Çocukluğumdan bu yana tanıdığım bazı kadınlarda Lila’dan izler buluyorum. Hiçbiri tam olarak Napoli Romanları’nın Lila’sı değiller ama çok derin maliyet hesaplaması yapmadan eyleyebilen insanlar bu kadınlar. 

Yazdıklarımda samimiyim ama bir yandan da “acaba Ferrante’nin romanını tırmalıyor,  zorluyor muyum?” diye düşünüyorum. Olabilir. O halde haftaya Annie Ernaux’un Seneler’ini tırmalayalım. 

**

(*) Çanakkale, Yemen, Sarıkamış savaşları sözkonusu olduğunda resmi hafıza ile sivil hafıza yüksek oranda örtüşüyor. Veya örtüştüklerine dair bir  izlenimim var.  Fakat Ermeni ve Kürd kıyımlarını hatırlamak söz konusu olunca resmi hafıza ve takipçisi siviller, aniden hafıza kaybına uğruyorlar. Haliyle orada bir boşluk oluşuyor. O boşluk inkâr refleksi ile dolduruluyor.

(**) On Lila’s Traces: Bildung, Narration, and Ethics in Elena Ferrante’s L’amica geniale, F. Ghezzo , S. Teardo,  MLN,  Johns Hopkins University Press,  Volume 134, Number 1, January 2019 (Italian Issue), pp. 172-192)