Okumalar, Değinmeler-50: Mikhael Kosses’i nasıl bilirsiniz?

“Geldik, aldık, üç kıtada at koşturduk” tarihçiliğinden gına geldi. İlkokuldan beri, resmi onaylı “icad edilmiş bir tarihe” maruz kaldık.

İLHAMİ ALGÖR

15.07.2023

1200’lü yılların sonlarında Bitinya denilen bölgedeyiz. İzmit körfezi civarı, Sakarya, Düzce, Bursa arasındayız. Söğüt (Bilecik), anayol üstü bir kasaba. (Demir madeni bile var.) Sekizinci yüzyılda Araplar, İstanbul yönüne giderken bu civarlardan geçmişlerdi. Neticede bir şair ve bir efsane bıraktılar. (*)
 
Daha da geriye gidersek Hititler vardı. Sonra Persler, üstüne İskender geldi. (“Nerede o Persler, Pürsler, Lidyalılar…” Aklımda kaldığı kadarıyla, Hasan Hüseyin Korkmazgil’in bir dizesi.) İskender, Anadolu’da kendisinden önce buraları turlamış Ksenefon’un (Anabasis) haritalarını kullandı. İskender sonrası Romalılar geldi, yolları duble yaptılar.
 
Ticaret veya savaş için kullanılmış olsun, yolları-durakları-yolcuları düşünmeyi seviyorum. Dağın ardı ile ovanın düzünü bağlayan kılcal damarlar olarak görüyorum onları. Patikaların toprak yollara bağlandığı, şehirlere ulaşan ve şehirlerden uzaklaşan bir ağ. Deniz kıyılarında son bulurlar. Deniz üzerinde başka bir ağ, kıyıda son bulan ağı çeker uzatır, başka bir limana bağlar. Sonra yine yollar, ovalar…
 
Şimdi biraz Osman Bey zamanında Söğüt, Bilecik taraflarına bakalım. “Kim var imiş biz burada yoğ iken” anlamında bakalım.
 
Osman Bey aşireti/boy’u Söğüt kışlağı ile Domaniç yaylağı arasında yaşıyor. Etrafta tekfurlar var. Tekfur dediğin zamanın valisi. Kelimenin Ermenice olduğu yazılıyor: “Takavor”, “taç taşıyan”. Tekfurlar, Osman Bey ve diğer beyler/boyların, barışçıl ya da çatışarak ilk temas edeceği otoriteler.
 
Tekfurlardan biri Köse Mihal, Mihail Koses/Mikhael Kosses. Wikipedia’ya göre, Köse Mihail’i “Kuruluş Osmancık” Tv dizisinde (1988) Ahmet Mekin, “Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü” filminde Serdar Gökhan, “Kuruluş Osman” dizisinde (2019) ise Serhat Kılıç canlandırmış.
 
Bu gibi detaylar arasında dolaşarak sizi ve kendimi yormamın sebebi şudur. “Geldik, aldık, üç kıtada at koşturduk” tarihçiliğinden gına geldi. İlkokuldan beri, resmi onaylı “icad edilmiş bir tarihe” maruz kaldık.
 
Mesela yine Wikipedia’da şöyle bir cümle var: “Osmanlı tarihçilerine göre Eskişehir Türk beyiyle Osman Gazi arasındaki bir çarpışmada karşı tarafta bulunan Mihal Bey esir düşmüş, Osman Bey, Mikhael Kosses'in yiğitliğine karşılık kendisini serbest bırakmıştır.”
 
Başka bir ihtimal yok mu? Yani Osman Bey mesela şöyle düşünmüş olamaz mı: “Bizans/Doğu Roma hudut bölgesi idari amiri, Harmankaya (Hadrianoi) Tekfuru Mikhael Kosses, madem ki Eskişehir Türk Beyi ile güçbirliği yapıyor, benimle niye yapmasın?”
 
Osman Bey, karşısında olan ve artık yenilmiş bir gücü yok etmenin maliyeti ile onun gücünü kendi gücüne katmanın getireceği fayda oranlamasını neden yapmış olmasın?
 
Burada Cemal Kafadar Hoca’nın İki Cihan Âresinde kitabına yaslanacağım: “Romalılar için Romulus ne ise Osmanlılar için de ‘Osman odur. (…) Yerlisinden olmadığı bir coğrafyada fevkalade başarılar kazanacak bir siyasî teşekküle adını vermiş kurucu şahsiyettir.”
 
(Detaylı bir dönem okumasında Osman Bey ile eş zamanlı yaşamış, aile üyeleri ya da ittifak üyeleri olarak çok sayıda isim var Osman Bey’in etrafında. Sanıyorum henüz “tek adam” devrinde değiliz.)
 
“Osman’ın beyliğinin hususî bir avantajı, sahip olduğu konumdu; zira bulundukları bölge, Osman’ın emrindeki kuvvetlerin, iyi muhafaza edilmeyen Bizans topraklarına nispeten rahat bir şekilde girmesini sağlıyordu. Başarılı askeri seferler, daha çok savaşçıyı ve dervişi olduğu kadar İslam harsının merkezlerinden âlim-bürokratları da celbetmek için gerekli şöhret ve zenginliği getirdi.” (İki Cihan Âresinde)
 
Dönelim Mikhael Kosses’e. Belki de Mikhael Kosses’i esir almak varken, “sen yiğit adamsın, var git” demek bir “iktidar teknolojisi”dir. Ve Mikhael Kosses’in de neden kendince hesapları olmasın?
 
*
 
M. Kosses’e yakından bakmak istiyorum. Yerim olsa, Osman Bey ve aşiretinin yaşadığı bölgedeki diğer Bizans Tekfurlarının kimliklerine de bakardım. Fakat yoruluruz. Wikipedia, M. Kosses için diyor ki:
“Tarihçiler Mikhael Kosses'in kökeni konusunda değişik iddialarda bulunmuşlardır. Tarihçi Joseph von Hammer, Mikhael Kosses'in Bizans'ta uzun yıllar hüküm süren (1259-1453) Palaiologos hanedanından olduğunu iddia etmiştir. Bir teoriye göre ise Mikhael Kosses'in kökeni III. İoannes'in sınır kuvveti olarak yerleştirdiği Kuman-Kıpçaklara dayanmaktadır.”
 
Ben ikinci ihtimale oynayacağım. Kuman-Kıpçak çizgisine bakacağım.
“Kıpçak: Kuman, Peçenek, Polovtsy. 11. yüzyılın ortalarında Aral Gölü’nün kuzeyinden doğuya, Karadeniz’in kuzey bölgesine doğru uzanan Avrasya bozkırındaki geniş toprakları işgal eden gevşek birlikleri olan Türki kabile topluluğu; Kıpçak bozkırı, Kıpçak Hanlığı ya da Farsça Deşt-i Kıpçak”
“Kıpçak bozkırındaki Kıpçak ve Kuman direnişinin kırılması Rusların kentsel bölgelerine, Macaristan’a ve Romanya Latin Krallığı’na doğru bir göç dalgasına yol açtı.”
 
Macaristan kralı, Kumanlar’ı, topraklarına buyur etmiş ama üç şart koşmuş: Bağlılık yemini edin, orduma katılın, Roma Katolik dinini kabul edin.
 
“Maalesef halk kralları gibi düşünmüyordu. Göçebe Kumanlarla çiftçi Macarlar arasında hatırı sayılır bir gerginlik vardı.” (George Lane, Moğolların Kısa Tarihi, İletişim Yay.)
 
1204-1261 arasında, İstanbul Latin işgali altında olduğu için Bizans yönetimi İznik’e taşınıyor.
“İznik Rum İmparatorluğunun resmen, kültürel ve dinsel başşehri İznik (o zamanki Nicaea) olmakla beraber, ikinci hükümdar olan III. İoannis ve sonraki imparatorlar hükümdar sarayı yerleşkesi ve efektif idari merkezi olarak Kemalpaşa’yı (o zamanki Nymphaneum) kullanmışlar ve bu imparatorluk Kemalpaşa’dan idare edilmiştir.” (Wiki)
 
Üçüncü İoannis (“Ya’ni” de diyebilirim), İznik İmparatoru olarak oyuna giriyor. İttifaklar savaşlar derken, sınır bölgelerini korumak için Kuman, Uzlar, Peçenek paralı asker topluyor.
 
Wikipedia’nın yararlandığı kaynaklar, Mikhael Kosses/Köse Mihal ailesinin çizgisini günümüze kadar sürebiliyorlar. “Biz, Köse Mihalgil soyundanız” diyeni görmedim ama Evrenesoğulları soy çizgisinin günümüz temsilcileri ile tanıştım. Hatta bu ailenin bizzat tanıştığım bir üyesi, Turgut Özal zamanında Dışişlerinden TRT Genel Müdürlüğüne tayin olmuş idi. Validesi hanımefendi ile de tanışma fırsatı bulmuştum ve hanımefendi ile bir kadeh rakı içip dans etmek kısmet olmuştu. Bu esnada hanımefendi 80 yaşlarındaydı. Samimiyetle söylerim ki muhteşem bir insandı.
 
“1302 ve 1361 yılları arasında Karesioğulları Beyliği'ne hizmet etmiş olan bu aile (Evrenesoğulları) Orhan Gazi'nin Karesi Beyliği'ni ilhak etmesi üzerine Evrenos Bey’i Pranko İsa Bey önderliğinde Osmanlı Devleti'nin hizmetine girmişlerdir. İsa Bey'in ön adı Dimetoka'nın altı km doğusunda Meriç nehri yakınındaki Sırcık veya Kırcık adıyla anılan ve şimdiki adı Prangi olan kasaba adından gelmektedir.” (Wiki)
 
*
 
Şimdi, ilk paragrafın sonundaki (*) işaretine, “Neticede bir şair ve bir efsane bıraktılar” cümlesine geliyorum. Şairin adı Ebu Firas El-Hamdani (932-968), Arap-Bizans uçboyu savaşlarında kumandan ve Menbiç Valisi (Halep yakınları). Şair olarak ünü askeri ününden önde geliyor. Arap edebiyatını severek okumuş Osmanlı entelektüellerinin benimsediği şiir geleneğinin önemli isimlerinden.
 
Yukarıdaki satırları İki Cihan Aresinde adlı kitaptan tırtıkladım ve Cemal Kafadar Hoca, Ebu Firas El-Hamdani’nin “Toprağın üstünde ne varsa o da topraktır.” dizesinden hareketle Namık Kemal’i hatırlıyor: “altı da bir üstü de birdir yerin.”
 
Ebu Firas, Kostantiniyye’de 4 yıl esir yatmış (962-966). Esaret şiirlerine “Rûmiyyât” adını vermiş. Şöyle söz etmiş bir şiirinde kendisinden: “Rûm’da mukim ama kalbi Şam’dadır”
 
Bıraktıkları efsane ise, Battal Gazi’ye dair. Battal Gazi hususuna girmeyelim, yerimiz dar.
 
Yazı son anda, “şairler ve stratejistler” havasına büründü. Strateciklerin at koşturduğu yerde, şairin pek şansı yok. Fakat şiiri var.
 
—–
Kapak Görseli: İlhami Algör, Ayvalık