Okumalar, değinmeler

“Okulda Fransızcanın nasıl konuşulması gerektiğini öğrenir. İki ‘dil’ vardır artık, ‘yaşadığı’ ve ‘okuduğu’ dünyaların farklılığını kavrar; sınıfsal hiyerarşiyi, egemen dünyayı ve yönetilen sınıfı anlamasına yol açar okul. Dil ve sözle, bakış ve davranışla ‘sınıf savaşları’ erken işaretlerini sunmaktadır”

İLHAMİ ALGÖR

25.01.2025

Seneler, okuldan daha sık söz etmeye başlıyor: “Okul dekorun efsanevi bir parçasıydı, demir cetveliyle öğrencilerin parmak uçlarına vuran Öğretmen’in acımasız tanrı olduğu kısa süreli altın çağ.” 

Parmak ucuna cetvel ile vurmak bizim okullarda da vardı. Okul ve öğretmenler, insanlığın en kolay buluşabildiği ortak kategorilerden biri. Bu kategori, Napoli Romanları’nda geniş, derin yer tutuyor. Fellini filmlerindeki okul, sınıf, öğretmen, öğrenci sahnelerini hatırlıyorum. Biz o sahneleri çok sevdik. Türkiye’de de, öğrenci-öğretmen komiği yapmaya çalışan filmler oldu. Bence sulu komedi oldular. 

Seneler romanını cımbızlayarak devam etmek istemiyorum. Yorucu bir yöntem. Yöntem olduğundan bile emin değilim. Fakat romanda bazen öyle  cümleler ile karşılaşıyorum ki görmezden gelip geçemiyorum. Mesela, “ana babaya itaatte kusur etmemek ve şamarı yemek, neredeyse bir de cevap verecek.” 

Sert bir itaat terbiyesi ile büyütülmedik ama annemin terlikleri meşhurdu. Kıçınıza yerdiniz. Fena acıtırdı. Kaçabildiğinizde ise uçan terlik olarak arkanızdan gelirdi. Türkiye’de “uçan terlik” amblemli bir siyasi partinin seçim kazanma şansı olabilir. Dünya nüfusunun yarısı uçan terliğin ne olduğunu tecrübe ile biliyordur bence. İnsanlığı temsilen uzaya gönderilecek şeyler listesinde yeri olabileceğine inanıyorum. 

*

Seneler’in akışı, nihayet ebeveynler ile çocukların ilişki makasının açıldığı kavşağa geliyor. Çocuğun aile’den bir adım dışarı çıkıp okul üzerinden topluma uyum sürecinin başladığı kavşak: “Ama bizler, ana babalarımızdan farklı olarak kolza yetiştirmek, ağaçtan elma silkelemek ve kuru dalları toplayıp deste yapmak için okulu asmak zorunda değildik. Mevsimlerin döngüsünün yerini ders yılı takvimi alıyordu.“

Ve Napoli Romanları’nda da karşımıza çıkan dil meselesi : “… Doğru Fransızcanın imla kurallarını ezbere sayıyorduk. Eve döner dönmez, hiç tereddütsüz, esas dilimize, her bir kelime için düşünüp taşınmak zorunda olmadığımız, sadece neyin söylenip neyin söylenmeyeceğine dikkat ettiğimiz dilimize, bedenle, yediğimiz şamarla, iş önlüklerine sinmiş çamaşır suyu kokusuyla, bütün kış fırınlanan elmayla, kovaya işerken çıkan sesle, ana babanın horultusuyla iç içe geçmiş dile dönüyorduk.” 

Dil’i tanımlayan ifadenin kokular, sesler ile harmanlanmasını seviyorum. İnsanı yakalıyor, sarıyor. Seneler’deki “dil” konusuna dair bir alıntım var:  

Okulda Fransızcanın nasıl konuşulması gerektiğini öğrenir. İki ‘dil’ vardır artık, ‘yaşadığı’ ve ‘okuduğu’ dünyaların farklılığını kavrar; sınıfsal hiyerarşiyi, egemen dünyayı ve yönetilen sınıfı anlamasına yol açar okul. Dil ve sözle, bakış ve davranışla ‘sınıf savaşları’ erken işaretlerini sunmaktadır.” (https://sanatkritik.com/yazilar/annie-ernauxdan-seneler-les-annees/, Nedret Öztokat Kılıçeri)

Acaba, Napoli Romanları’nda, Napoli dili ile büyümüş, üniversite talebesi olarak mahalle sınırlarının dışına çıkabilmiş Lenu,  (Seneler romanının kızı gibi) İtalyanca dili ile ilişkisinde bir şeyler hissetti, yaşadı veya düşündü mü? Dönüp bakmam lazım. 

Ve bizde, Türkiye’de, ilkokul, orta ve üniversite’de okuyan ana dili Türkçe olmayan çocuklar, gençler, “yaşadıkları” ve “okudukları” dünyaların farklılığını nasıl kavradılar? Veya iki dilli hayatlarının onlar için maliyeti ne oldu? Bakındım, soruma cevap aradım:  

“…anadilinde eğitim alamayan çocuklar (…) akademik başarısızlık, okuyamama, okuduğunu anlamama, okuduğunu değerlendirememe ve bunlardan yeniden bir şeyler üretememe, kendisini okula ait hissetmeme, sosyal fobi, kendisine yönelik şiddet, arkadaş, aile ve öğretmeninden şiddet görme, içine kapanıklık, konuşma becerilerinde gerileme, yarım dillilik, özgüven eksikliği…” (Cemil Güneş, Çift Dillilik Çocuk ve Eğitim / Duzimanî Zarok û Perwerdehî, Mezopotamya Vakfı Yayınları)

Türkiye’de binlerce Suriyeli sığınmacı çocuğun evdeki dil ve okuldaki sokaktaki dil farklılığı nedeniyle neler yaşadıklarını, göç başlığı altında sürdürülen çalışmalar sayesinde öğrenebiliyoruz. 

Ev ve okuldaki dil farkı konusuna edebiyat üzerinden bakışı çeşitlemek istedim. Şimdilik şunu buldum: 

Fransa doğumlu Arap asıllı yazarların eserlerinden oluşan ve “Beur Edebiyatı” olarak nitelendirilen edebiyat türünün temsilcilerinden biri olan Arap asıllı Fransız yazar, araştırmacı ve diplomat Azouz Begag 1986 yılında yirmi dokuz yaşındayken ağırlıklı olarak öz yaşam öyküsüne dayanan romanı Le Gone du Chaâba’yı (Chaâba’lı Ufaklık) yayımlar. Romanda Cezayir’den Fransa’ya göç eden ve Lyon yakınlarında kurulan bir gecekondu mahallesinde yaşayan küçük bir çocuğun ana dili ve yabancı dil arasındaki bocalamaları, yeni kültüre ayak uydurma çabaları ve kimlik arayışı konu edilmektedir.” (Nurten Sarıca, Mustafa Sarıca, “İki dil iki kültür arasında bir göç çocuğu: “le gone de chaaba”, Pamukkale Üniv. Yayınları no 17)

*

Ulusal sınırlar içinde okulun dili ile ana dili arasındaki uymazlığın yol açtığı sıkıntıların yanısıra tüm dünyayı kapsayan bir dil meselesi daha var.İngilizce akvaryumunun içinde yüzen balıklar gibiyiz” başlıklı bir makaleye denk geldim. (Yenal Bilgici, Gazete Duvar) “ Dünyada hâkim dil ne ise, eserlerin dolaşımı da onun üzerinden oluyor” diyor ve bir kitap listesi veriyor: 

“Bu sadece rastgele bir liste. Hepsi İngilizce yazılmış kitaplar. Buradaki kitapların iyiliğinden bağımsız söylüyorum; listeye bakınca, sanki dünyanın tarihi ve gidişatı hakkında, hadi bizi geçtim, bir Çinlinin, bir İtalyanın, bir İranlının, bir Vietnamlının fikri olamazmış gibi geliyor. Ne budalaca kurgulanmış bir dünya!”

Burada Cambridge Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ayşe Zarakol’un “Batıdan Önce/Before the West” adlı kitabını (Koç Üniv Yayınları, çev. Renan Akman) şu cümleleri nedeniyle anmak isterim: 

“Uluslar arası ilişkiler dediğimiz şey aslında Batı merkezli bir 20. Yy düzeni. Peki, hikâyeyi daha geriye sarsak; merkezinde Doğu’nun olduğu bir anlatı bize neler söyler. (…) 13. Yy’dan itibaren devlet sistemleri ve birbirleriyle etkileşimleri dikkate alınmış olsaydı, genel kabul gören Batı merkezli uluslar arası ilişkiler teorileri bambaşka yazılmış olabilirdi.”

*

Haftaya : Seneler’in ana karakteri büyüyor yavaş yavaş. Okul anılarının hafızadaki yeri genişliyor.