Okumalar, değinmeler: Annie Ernaux ve hafıza tetikleyici olarak Seneler romanı 

“Madam Verne, kış akşamının erken gölgesinde alaca bir renge bürünmüş olan oturma odasında, şöminedeki odun yığınına kendi elleriyle bir kibrit çaktı. Jules Verne konukların paltolarını aldı. Madam Verne, Nellie Bly’ı şöminenin yanındaki bir sandalyeye götürdü ve karşısındaki sandalyeye oturdu…”

İLHAMİ ALGÖR

11.01.2025

Napoli Romanları yaz güneşi gibi insana doğrudan değen, tesir eden bir anlatı. Dolaysız, kısa yoldan yakın bir temas. Seneler ise belki biraz mesafeli gibi ama daha yumuşak da olsa dokunuyor, yakalıyor insanı. 

Seneler  romanı, (Türkçe baskısında) 18 sayfalık bir açılış ile başlar. Açılışın ilk cümlesi şudur: “Bütün görüntüler yok olup gidecek.”  Ernaux, 18 sayfa boyunca hafıza dökümü yapar. İnsan halleri, tavırları, 2. Savaş sonrasının zorlukları, hayatı boyunca filmlerden, müziklerden, reklamlardan ve gündelik hayat akışından hafızasına aldığı ayrıntıların dökümünü. 

“Hafıza da cinsel arzu gibi, hiç durulmuyor. Ölmüşlerle hayattakileri, gerçek varlıklarla hayalî olanları, rüya ile hikâyeyi iç içe geçiriyor. Şeyleri, insanların yüzlerini, hareketleri, duyguları adlandırmaya yaramış, dünyaya yön vermiş, kalplerin çarpmasına, cinsel organların uyanmasına yol açmış binlerce kelime bir anda silinip gidecek. (…) Beşikten ölüm döşeğine dek derlenen sözlük tarihe karışacak. Suskunluğa bürünecek her şey ve onu anlatacak bir sözcük olmayacak. (…) Bayram sofrası sohbetlerinde, yüzü gittikçe silinen bir isimden ibaret olacağız ve giderek eski devirlere ait, adsız sansız yığının içinde kayıplara karışacağız.”

Bence açılış metni muhteşem bir “her şey geçer” tiratıdır. Roman bu tiratın ardından bir çocukluk fotoğrafı ile başlar:  “…saçları başının tepesinde lüle olmuş, dudaklarını sarkıtmış tombul bebek, oymalı masanın ortasına konmuş yastığın üzerinde yarı çıplak oturuyor. (…) kenarları tırtıklı başka fotoğrafta, aynı çocuk karpuz kollu, farbalalı elbisesiyle daha ufak tefek görünüyor (…) taşlarla döşeli, çiçeklerle çevrili bir avlunun alçak duvarının önünde aynı gün çekilmiş. Başlarının üzerinden geçen çamaşır ipinde bir mandal asılı kalmış.”

Ve fotoğrafın ardından o günlerin ahvali gelir : “Savaş sonrasının bayram günlerinde, sofra başının sonu gelmez yavaşlığında, hiçlikten çıkar ve şekle bürünürdü çoktan başlamış zaman; anne babaların bize cevap vermeyi unutup ara ara buğulu bakışlarla gözlerini diktikleri zaman, bizlerin olmadığı ve hiçbir zaman olmayacak olduğumuz zaman, önceki zaman. Misafirlerin birbirine karışan sesleri, dinleye dinleye neredeyse bizim de tanık olduğumuza inandığımız ortak hadiselerin büyük anlatısını örerdi. ‘42 yılının dondurucu kışını anlata anlata bitiremezlerdi; açlık, şalgam, iaşe ve tütün karneleri, bombardımanlar.”

Sayfalar sonra yine bir fotograf: “Çakıltaşlı sahilde, üzerinde koyu renk mayosuyla siyah mayosuyla, siyah beyaz, küçük bir kız fotoğrafı. Fonda kayalar. Düz bir kayanın üzerine oturmuş, güçlü bacaklarını öne doğru dümdüz uzatmış, kollarını kayaya dayamış, gözlerini yummuş, başı hafifçe eğik, yüzünde tebessüm.  (…) Fotoğraftaki her şey, önemsiz ve utanç kaynağı küçük kız çocuğu bedeninden kurtulup Cinémonde ya da Ambre Solaire reklamlarındaki starlar gibi poz verme arzusunu açığa vuruyor. (…) Fotoğrafın arka yüzü: Ağustos 1949, Sotteville-sur-Mer. Yakında dokuz yaşını dolduracak. Babasıyla birlikte, iplik imalatı yapan amcayla halanın yanında tatildeler. Annesiyse Yvetot’da kaldı, tek bir gün bile kapanmayan kafe-bakkalın başında.”

*

Yvetot, Ernaux’un çocukluk mekanıdır. “…Rouen ile Le Havre arasında, rüzgârlı bir yayla üstünde kurulmuş soğuk bir kenttir. Yüzyılın başında, büyük toprak sahiplerinin elinde, tümüyle tarımsal bir bölgenin ticari ve idari merkeziymiş.” (A. Ernaux, Bir Kadın, Can Yay.)

Yvetot, haritada Normandiya bölgesi olarak geçiyor ve kuzey doğusunda Amiens şehri görülüyor. Amiens şehrinden Jules Verne nedeniyle haberdarım. Hatta 1897 senesinde Amerikalı gazeteci Nellie Bly sayesinde, Verne ailesinin Amiens’deki evine bile girebildim: 

Madam Verne, kış akşamının erken gölgesinde alaca bir renge bürünmüş olan oturma odasında, şöminedeki odun yığınına kendi elleriyle bir kibrit çaktı. Jules Verne konukların paltolarını aldı. Madam Verne, Nellie Bly’ı şöminenin yanındaki bir sandalyeye götürdü ve karşısındaki sandalyeye oturdu. Güzel beyaz bir Ankara kedisi Nellie’nin dizlerine süründü ve Madam Verne’in kucağına çıktı.” (İ. Algör, Jül Vern Seyahat Acentesi, İletişim Yay.)

Acaba Normandiya’da Roma su kemeri var mıydı? Veya Fransa’da Roma su kemeri nerelerde vardı? Aradım, birkaç tane buldum. Bulduklarım içinde sadece Luynes adlı su kemeri, Yvetot’a yaklaşıyor. Su kemeri konusunu uzatmayacağım. Belki metnime devamlılık, tutarlılık verir düşüncesiyle değinmeyi denedim.

*

Az önce alıntıladığım birkaç cümleye geri döneceğim: “Misafirlerin birbirine karışan sesleri dinleye dinleye neredeyse bizim de tanık olduğumuza inandığımız ortak hadiselerin büyük anlatısını örerdi. (…)  Bir an önce masadan kalkma telaşındaki çocuklar bütün bunlara kulak vermez, müsaadeyi alır almaz bayram günlerinin hoşgörüsünden istifadeyle kendilerini yatakların üstünde zıplamak, salıncakta baş aşağı sallanmak gibi, sair günlerin yasak oyunlarına kaptırırdı. Ama hafızalarına kazınırdı her şey.” 

Çocuklar yetişkinlerin hafızalarını nasıl edinir? Ne kadarını edinir? Yetişkinin hafızası travmatikse çocukta kayıt farklı çalışır sanıyorum. 

Anneannem ne zaman radyoda Alevi deyişleri dinlese, bir elinin işaret parmağı dudakları arasında öylece kalırdı. Kaldığı yer nasıl bir yoğunluk ise o yoğunluğun içinde kaybolur, bizi terkeder, ulaşılmaz olurdu.  Çocuktum, ne olduğunu anlamazdım ama anneannemin hemen yanıbaşımızda iken sessizce kayboluşu hafızama soru işareti olarak kazındı. Cevabı, yıllar sonra yetişkinliğimde bulabildim. “Bu dünya atın önüne et, itin önüne ot dünyasıdır” cümlesini ancak onun yaşadıklarına yakın şeyler yaşamış birisi kurabilirdi.  

Anneannem’in yılları, Annie Ernaux’un “toprak zeminli evlerde oturmak, çarık giymek, odun külüyle çamaşır yıkamak” satırlarına denk düşüyor. Kerpiç  evler, önceki kuşaklar ve kökenler bahsine denk düşüyor. Derin konu, girmeyelim. Girersek resmi mermiler ile öldürülmüşlerin kemikleri boğar bizi. Ama toprak zeminli kerpiç evi anlatmak isterdim. Neden anlatmak istiyorum ki? Bunu düşünmeliyim.

*

Haftaya: Kırım Savaşı, Parislilerin sıçanları yediği 1870 Kuşatması