Okura açık mektup 2

“Müzeyyen okurlarına açık bir platformdur. Düşüncelerine ihtiyacım var. Yazarlarsa sevinirim” dediydim. Yazdılar, sevindim

İLHAMİ ALGÖR

02.08.2025

Mesela bir önceki yazıda yeralan şu cümlelere gelen cevapları aktarıyorum:

… terk edilmiş adam, terk eden kadın ile son kez buluşmaya gidiyor. Kadının ev anahtarının bir kopyası adamda imiş, kadın anahtarı geri istemiş. Şimdi, 30 sene sonra insan şöyle düşünüyor: “Kadın kilidi değiştirse, anahtar için adamla görüşmesine gerek kalmazdı.” (Tartışmaya müsait)

Okur : Kadının içindeki “merak duygusu” yükseldiyse o evden taşınmış bile olsa o anahtar için arayabilir :))

İlhami: Merak duygusunu azıcık açar msn?

Okur: Merak duygusu özlemenin kibar adıdır.

İlh.: Bu kibarlık öldürür mü bizi? + Bir dolaylama olduğunu söyleyebilir miyim? Ve bir korunma biçimi, temkin hali vs

Okur:  söyleyebilirsin .. öldürmez ama süründürür .. Bi bakarsın kitaptaki gibi 30 yıl geçmiş. aha alternatif Müzeyyen yazacağım bu gidişle…

Diğer okur: İnsan bişeyin bittiğini bilse bile, bitirmeyi kendi istese bile somut şekilde görmek istiyor. Kilidi değiştirebilirdi ama göremezdi kapanışı o zaman. anladım ben o kadını :))

Çok kıymetli katkılar bu cevaplar. Düşünceleri, duyguları çeşitliyor, besliyor.

Perdeyi açalım

Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku adlı anlatı, terk edilmiş adamın (terk edilmiş demeyelim de anlatı kahramanı diyelim) evden sokağa havalı çıkışı ile başlar:

“Tütünümü, anahtarımı aldım, evden tam çıkıyorum, bir şeyin eksik olduğunu, eksik olanın ruhum olduğunu fark ettim. Önemsemedim. Yol, bana uygun bir ruh önerebilirdi. Kapıyı çektim, kilidin dili yuvasına otururken ‘Nereye?’ dedi. Aldırış etmedim, çıktım.”

Kapılar ve kilitlerinin sesleri sonraki sayfalarda da devam eder: “Neticede yine kapıyı göstermişlerdi. Bu kapıları tanıyordum. Kapanırken enteresan sesler çıkarıyorlardı.”

“Kapıyı yavaşça çektim. Kilidin dili yuvasına otururken, ‘Nereye?’ der gibi bir ses çıkardı.” Veya: “Kapı, çocuğun ardından kendi ağırlığı ile hareket ederek yavaşça kapandı. Kilidin dili yuvasına otururken, tarifi imkânsız bir ses çıkardı.”

(Bu metni kaleme alan ben ile Müzeyyen’in yazarı aynı kişiyiz. Fakat aramızda 30 senelik fark var. Artık ne kadar “aynı kişi”leriz emin değilim. Bu nedenle ondan “yazar” olarak söz edeceğim. Ve onun metinlerini, konuşmalarını italik olarak vereceğim.)

Kapı, kilit tekrarlarını yazar’a sordum: “Kapılar, konuşan kapı dilleri metnin içinde, altında, kenarında bir şahsiyet gibi mırıldanarak dolaşıyor.  Neden?”

Y.: Kapıları sevmem. İnsanı genellikle dışarıda bırakırlar. Kapının içinde iken de birşeylerin dışındasındır. Kapı  kilitlerini hiç sevmem. Onlar kapı sisteminin aparatlarıdır. Kapı kulu gibi bir şey.

–  Fakat kapılar ve kilitler güvenlik anlamına da gelebilirler.

Y.: Olabilir.Bir apartman kapıcısı, karısı çocukları alıp evi terk ettikten sonra kafayı yemiş, binayı yakmış. Birileri ölmüş. 5. katta oturan biri basına şöyle demiş: “Daire kapımız çelikti, bir şey farketmedik.” Güvenliği kendi daire kapın olarak düşünebilirsin fakat kapıların dışı da senin. Dışarıdaki hayata dair hakların var, neden kullanmayıp saklanıyorsun. Saklanmak, güvenlik midir?

– Kafa karıştırıcı bir örnek. Kapı dediğimiz şeye, felsefi açılımı olan nesne muamelesi yapmak belki bir edebiyatçı için anlamlı ama…

Y.: Edebiyatçılarla sınırlama bence… Konuyu çeşitleyebilecek bir kasap tanıyorum mesela. Ayrıca Müzeyyen anlatısında kapı-kilit konusu anlatının atmosferi ile sınırlıdır.

– Nasıl bir atmosfer?

Y.: Anlatı boyunca adam, “artık sen bu evin yabancısısın” diyen bir kapının anahtarını cebinde taşıyor. Bu sana bir şey söylemiyor mu?

Devam edelim

Terk edilmiş adam –afedersiniz, anlatı kahramanı– kapı kilidine yüz vermez (kapıyı felsefi olarak mahkum etmiştir çünkü) evden çıkar. Evin bulunduğu sokak üç beş adımda İtalyan Yokuşu’na (Defterdar Yokuşu da derler) bağlanır. “İtalyan Yokuşu’ndan aşağı, rüzgâra asılıp Tophane’ye…” inecektir.

Anlatıda rüzgâr tekrarları dikkatimi çekiyor. Ne anlam yüklüyor acaba rüzgâr’a? Mesela bakınız:

(Tophane) “Setüstü kahveden başlar döndü. Hafif bir rüzgâr esti. Semtin erken uyarı sistemleri çalışıyordu.”  Rüzgâr’a sessiz bir iletişim ağı işlevi yüklüyor gibi. Rüzgâr burada semtin algı sistemi adeta: “Bir rüzgâr esti, semt göz ucu ile hareketimi kaydetti.”

Başka rüzgârlar da var: “Herif rüzgârı kendinden menkul uçurtmanın teki. Ara sıra tellere takılır gibi kadına geliyor gece yarısı.”  Bu cümleler Müzeyyen’e ait. Beraber yaşadığı adamın yazmaya çalıştığı hikâye’ye dair söylenmiş cümleler. Nasıl bir hikâye?:

 “… adam, kadını çok seviyor, sevdikçe ruhu büyüyor, ruh eve sığmıyor, sabahları kadından önce uyanıp evden tüyerek, şehrin uzak bir köşesine gidiyor, elleri kıçında oraya buraya takılıyor, birileri ile tuhaf muhabbetlere giriyor ve her akşam kadından önce eve dönüp, günün hikâyesini yazıp, görülebilecek bir yere iliştirip, yine arazi olup, ta ki gece yarısı, uyumakta olan kadının yanına sokulup…”

Şimdi burada davetkâr bir tartışma zemini beliriyor. (Katkılara çok açık)

Müzeyyen bu kısa metin için, “Herif rüzgârı kendinden menkul uçurtmanın teki” derken iki anlamda söylemiş olabilir. Adamın kurmaya/örmeye  çalıştığı hikâyenin değerlendirmesi olarak ve adamla beraberliklerinin tanımı olarak. Hatta tanım sertleşiyor: “Ara sıra tellere takılır gibi kadına geliyor gece yarısı.”  Son cümle vurucu. Zaten dananın kuyruğu da buralarda kopuyor:

…“Fakat Müzeyyen, bu derin bir tutku,” dedim. Tırsmaya başlamıştım. Haklı olabilirdi. “Evet, biraz sapık ve tek taraflı bir tutku,” dedi, arkasını dönüp gitti. Hikâye elimde, öylece kalakalmıştım.

30 yıl sonra Müzeyyen’in sesini çok daha net duyuyorum. Ya da adamın çenesinden yoruldum, kadının sesini duymak istiyorum. Az fakat öz cümleleri adamın façasını bozuyor. Adamın bütün artistik numaraları, dilbazlıkları, haleti ruhiyesi, tefekkürü, benzetmeleri, çağrışımları vs ile kurduğu/ördüğü her ne ise, Müzeyyen kağıt kesiği etkisi bırakan cümleleri ile o yapıyı biçiyor, parçalı kılıyor. O cümleler sadece yan yana kelimeler değil, eylem gücü var o sözlerde.

– Ne dersin bu yoruma?

Y.:  Geldi mi o vakit?

– Hangi vakit?

Y.: Duyguları gereksiz kabul eden dönem. Bir şarkının melodisine sağırlaşıp kullandığı kelimeleri didikleyerek yaklaşmak… Ki yaklaştığını zannederken uzaklaşıyorsun. Mesela az önce adamı gömdün. “Bir kendi gibi zalimi sevmiş yanıyormuş” şarkısı yanında gitti. Adamın ceket astarına dikili, “bende Mecnûn’dan füzûn âşıklık isti’dâdı var” cümlesini de gömdün. Gereksiz kıldın adamı. Ne oldu? Sen mi artık başka birisin, zaman mı değişti?

*

Haftaya yazarı edebimizle darlayalım. Veya anlatıyı akıtmaya devam edelim o bizi darlasın.