Olağanüstü hâl günlerinde aşk
Márquez’in romanındaki bir satırda geçtiği gibi “Türkiye’de yetişen siyah gülleriz” olağanüstü hâl çiftleri olarak…
27.05.2017
Son zamanlarda, kimbilir kaç çift, kaç birbirine âşık, birbirini seven, birbirine bağlı, birbirine tutkun insan, meydana gelmesiyle hiçbir alakaları olmayan politik bir deprem dolayısıyla ayrı kaldı?
Eziyetlerin en büyüğü, birbirini seven insan için ayrı kalmak, ayrı bırakılmak.
Zamanların en zoru, sınavların en büyüğü…
Geçici olduğu düşüncesi bu ayrılığın, hepsi "en uzun gün" ve "en uzun gece" olan hasret günlerinde tek teselli.
"İşte, bu da böyle oldu". "Şimdilik böyle". "Bu da geçecek"…
"Ne olursa olsun, yine de beraberiz işte"…
Sonsuza kadar uzuyormuş gibi geçen her gün, her saat, her dakika ve her saniyede, sürekli bu düşünce akıllarda yankılanıp duruyor…
Ezici bir yavaşlıkta akan zamana karşı, ümit ve hiçbir hapishanenin, hiçbir engelin, hiçbir mesafenin kesemeyeceği görünmez bağlar…
Nefes nefes içe çekilen bir ince sızı.
İçe çektikçe her nefeste ayrılığı, canını yakıyor insanın.
Soluklar, ağrıtıyor… Gün ışığı yoruyor, karanlık kaygılarla sarıp sarmalıyor. Sabahları bazen uyanınca, ilk sersemlikle, ayrılığın hiç olmadığını yanılsamasıyla, yatağın öte yanına uzanıveriyor el. Ufak bir kızgınlık; "neden sarılmamışız uyurken…" Gittikçe büyüyen bir sarsıntı; "neredeyim ben…" Saliselerle yaşanan ama bütün güne uzanan bir deprem; gerçeğin kâbusuna gözlerini açıvermiş olmanın depremi.
Eğip büküyor sonsuz bir yalnızlık; kalabalıklar, ıssızlıklar farketmiyor. Mekândan, insandan bağımsız bir yalnızlık, hep ayrı bırakılan çiftleri takip ediyor. Belki, "içeridekiler", tecritte de olsalar sevgililerinin hayali ile dolu ve daha az yalnız; belki "dışarıdakiler" kalabalıklar içinde de olsalar, sevgililerinin eksikliğini daha da hissettiren bir ruhsal tecrit altında daha da yalnız.
Varlığının insanın her gün yaşamla sınanması gibi bir şey bu, şartların zorlamasıyla, dikte etmesiyle mecbur bırakılan ayrılıkların dört duvarı arasında kalmak… Düşmemek lazım, yılmamak. Her şeye rağmen devam etmek. Çaba göstermek…
İçi kan ağlarken bile insanın direnmesi lazım; yaşama sarılması…
Yıkılmamak lazım ki…
O gün gelebilsin; kavuşulabilsin. Her engel aşılır da, insanın önce kendini aşması lazım. Sevgilisine en büyük hediyesinin ümidi olması lazım.
Riyakârların yıkmaya çalıştığı rüyaları hep yeni baştan kurabilmek; hep daha güzelini beraber, aynı zihin ve aynı kalpte yaşamak, zaten beraber olmak demek.
Uzaklık, demir parmaklıklar, her türlü engel, zihinleri de uzaklaştıramıyor, hapsedemiyor, ayıramıyor.
Madem, ne olursa olsun zaten beraber olağanüstü hâlin olağanüstü çiftleri…
Çok da zor olsa ayrılık; katlanmak ve bugünleri aşmak gerek. Bunu aşka borçluyuz. Birbirimize de. Ne de olsa, aşk binbir türlü harikulâde his kadar hep burukluk ve acı da demek. Gabriel García Márquez, "El amor en los tiempos del cólera/Kolera Günlerinde Aşk" romanında, aşkın tıpkı bir hastalık gibi fiziksel etkileri olduğu, tutkunun ağrısı, sızısının tıpkı "kolera" çeker gibi hissedildiği ana fikriyle bir ömür boyu farklı yüzler alan bir aşkı anlatır. Márquez'inki sadece bir (ve aynı hikâyenin içinde aynı zamanda birçok) aşkın hikâyesidir. Şimdi, olağanüstü hâl günlerinde de, Türkiye'de birçok aşkın hikâyeleri hayata yazılıyor. Márquez'in romanındaki bir satırda geçtiği gibi "Türkiye'de yetişen siyah gülleriz" olağanüstü hâl çiftleri olarak…
Çiftler, siyah güller, beraber yazıyor kendi hikâyelerini olağanüstü biçimde; ayrı ama beraber.
Olağanüstü hâl günlerinde aşk…
Korkunç acılar yaşatıyor ama tuhaf biçimde, daha da bağlıyor ve "sonsuza kadar" sözünün anlamını seven insanlara tüm varlığında, hücrelerinde, düşüncelerinde hissettiriyor. Sonsuza kadar sürecek olan olağanüstü hâl de değil, ayrılıklar da değil ama en saf haliyle aşk. Belki bir gün, satırlara, haberlere, öykülere, romanlara dökülecek; filmlerde, belgesellere yansıyacak aşkların tarihi bugün oluşuyor. Bugün hayatın kaydına geçirilen, yarın hafızaların, tarihin kaydında yeniden yaşam bulacak. O zaman; dün, bugün, yarın, iyi ki doğdun aşk. İyi ki de, kıvılcımlarından yeniden alevlenecek, hiç sönmeyecek ve hep yeniden doğacaksın. Kolera Günlerinde Aşk’ta, Márquez'in yazdığı gibi,"İnsanlar bir kere doğmazlar. Bu iş annelerinin onları doğurduğu gün bitmez. Fakat hayat yeniden ve yeniden onları kendilerini doğurmaya mecbur eder." Biz de, bu aşkla hep yeniden doğacağız. Bugün siyah gülleriz; yarın kimbilir ne renklerle açacağız.