Ormanlarımız yanarken…
Adeta pusuda bekleyen bazı grupların ellerinde pompalı tüfeklerle yol kesip kimlik kontrolü yaptıklarına tanık olduk

06.08.2021
Hava sıcaklıklarının mevsim normallerinin üzerinde seyretmesi, insan kaynaklı ihmaller de söz konusu olunca, memleketin dört bir yanında orman yangınlarını beraberinde getirdi.
Şu ana değin “PKK yaktı” türü kötü niyetli olduğu besbelli provokatif paylaşımları doğrulayan resmî bir açıklama olmamasına karşın, adeta pusuda bekleyen bazı grupların ellerinde pompalı tüfeklerle yol kesip kimlik kontrolü yaptıklarına tanık olduk. Kimliklerine baktıkları yurttaşlardan mesela Diyarbakırlı, Hakkârili veya Dersimli birileriyle karşılaştıklarında ne yapacaklardı acaba? Bu çetevari zorba tutumu sergileyenlerden kimselerin gözaltına alındığını, haklarında soruşturma açıldığını da duymuş değiliz henüz. Oysa düpedüz devleti ve onun güvenlik güçlerini “aciz” göstermeye yeltenmişler…
“Devleti aciz gösterme suçu”
Bu “aciziyet” meselesiyle ilgili iktidar partisi son derece “hassas”, malum. Nitekim hemen her fırsatta ve konuda “devletimiz güçlüdür, büyüktür” mesajı vermeyi rutin görevleri haline getiren iktidar partisi sözcüleri, bakanlar ve Saray erbabı, orman yangınlarıyla ilgili kamuoyunda ortaya çıkan kaygı ve endişeleri gidermek (!) için de bu hassasiyetlerini sergilemekten geri durmadılar.
Bu tür yaygın yangınları söndürmek için havadan müdahale önemli ve hattâ şart. Ama bu amaçla var olduğunu sandığımız Türk Hava Kurumu’nun (THK) yangın söndürme uçakları “eski” imiş meğerse, “bakıma muhtaç” imiş, dolayısıyla yangın bölgelerinden yükselen “havadan müdahale istiyoruz” feryatlarına karşılık verecek durumda değilmiş…
Tarım ve Orman Bakanlığı niye var, ne iş yapar gibi soruların zamanı değildi herhalde; ormanlarımız cayır cayır yanıyordu ve yerleşim yerlerine, termik santrallere sıçrayacak noktaya gelmişti… O yüzden de insanlar dünya kamuoyuna ormanların insanlığın ortak değeri olduğunu ve aynı gezegende yaşadığımızı hatırlatarak “yardım” çağrısında bulundular.
İlk tepki Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı Başkanı Fahrettin Altun’dan geldi ve sayın Altun, “Sözde yardım kampanyası ideolojik saiklerle, devletimizi aciz göstermek, devlet-millet birlikteliğimizi zayıflatmak amacıyla başlatılmıştır. Türkiyemiz güçlüdür. Devletimiz dimdik ayaktadır” dedi.
Saray’dan işaret gelince yandaş medya erbabı, troller ve dahi bazı “sanatçı” kılıklı zatlar koro halinde “devletimiz büyüktür, güçlüdür” diye çığırmaya başladılar. Ama bu “devletimiz büyüktür” hamlesi yangınları durdurmaya, söndürmeye yetmedi, yangın bölgelerinden “havadan müdahale” feryatları dinmedi…
Ve sürpriz yok; Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı “Help Turkey” paylaşımları için resen soruşturma başlattı (4 Ağustos 2021).
Oysa öncesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan yangınlar için yardımını aldığımız ülkelere teşekkür mesajı yayınlamıştı: “Orman yangınlarıyla mücadelemizde desteğini, geçmiş olsun dileklerini, taziyelerini ileten, yardıma hazır olduklarını bildiren, yardım gönderen tüm dost ülke ve organizasyonlara milletim adına teşekkür ediyorum.”
Orman Genel Müdürlüğü’nün açıkladığı bilgilere göre yangınlara müdahalede özellikle hava araçlarıyla rol oynayan ülkeleri de kaydetmek gerek:
İran; 1 uçak ve 2 helikopter. Azerbaycan; 1 helikopter. Ukrayna; 3 uçak. Rusya; 5 uçak ve 3 helikopter. Hırvatistan; 1 uçak. İspanya; 2 uçak.
Türkiye’nin talebi üzerine İspanya’dan gelen İspanya Hava Kuvvetleri bünyesinde yangınla mücadele için özel olarak kurulmuş '43 Grupo' isimli birimin twitter mesajı hayli anlamlıydı: “Biz bu dünyaya kardeş olarak geldik; O halde el ele, birbirimizin önünde yürüyelim.” #WilliamShakespeare
Yardıma gelenler “kardeşlik” diyedursun bütün zamanların karanlık adamı olma unvanını kimselere bırakmayan Doğu Perinçek mevzunun bir “yangın söndürme faaliyeti” olmadığını çözmüştü bile: “Bu yangın söndürme faaliyeti değil. ABD'nin Türkiye'ye karşı yürüttüğü savaşa karşı Türkiye'nin devletiyle milletiyle verdiği büyük mücadele. Bu mücadele burada bitmeyecek.” Perinçek’in bahsettiği “mücadelenin” can havliyle yangını söndürmeye, yayılmasını önlemeye çalışan yurttaşların mücadelesiyle bir alakası olmadığı kesin…
İtibar mı?
Acaba sormanın zamanı mıdır, eğer “ihanet” filan gibi suçlamalara maruz kalmayacaksak?
Orman yangınları ülkemizin bir gerçeği. Son yangınların yürek burkan bilançosunu net olarak henüz bilmiyoruz ama Orman Genel Müdürlüğü’nün verdiği bilgilere göre, bu yıl Temmuz ayı sonuna değin 1722 orman yangını çıkmış ve 2138 hektar alan yanmış. 2009-2020 yılları arasında çıkan toplam 29 bin 965 orman yangınında ise 98 bin 950 hektar orman alanı kül olmuş. Yani orman yangınları her yaz ülkenin gündemi oluyor. Peki Tarım ve Orman Bakanlığı, her yıl binlerce hektar ormanın yok olduğu bu sorunla ilgili “önleyici” herhangi bir tedbir almıyor da, ne iş yapıyor?
Tarım ve Orman Bakanlığı’nın 2021 yılında genel bütçeden aldığı pay, önceki yıla oranla yüzde 27.8 oranında artarak 51. 518 milyon TL olmuş (2020 yılı bütçesinde aldığı pay, 40.303 milyon TL). Tarımı desteklemekten uzak, ormanları korumaktan aciz bu bakanlığın koltuğunda oturan muhterem neden istifa etmez?
Sorun söz konusu bakanla (Bekir Pakdemirli) ilgili midir, doğrusu emin değilim. Zira Recep Tayyip Erdoğan ve partisinin istifa konusunda “istifa edersen zayıf görünürsün, istifa başarısızlıktır, istifa edince sonu gelmez” şeklinde özetlenebilecek bir anlayışı var.
(Yaklaşık 20 yıllık iktidarları süresince adları rüşvet ve yolsuzluğa karışan Zafer Çağlayan, Egemen Bağış, Erdoğan Bayraktar ve Muammer Güler dışında istifa olayına tanık olmadık. Bu bakanlar da istifa ettiler ama yargı önüne çıkmadılar, yargı önünde aklanmadılar, hesap vermediler.)
Hatalarını kabul etmiyorlar, özeleştiri diye bir sorumluluk duymuyorlar; bunu “zayıflık” görüyorlar. Hatalarının, yetersizliklerinin, yönetemez oluşlarının ayan beyan ortaya çıktığı durumlarda ise derhal “yerli-milli” söylemlerini öne çıkarıyor, olmadık gerekçelerle eleştiri sahiplerini “hain” olmakla itham ediyor, ellerinde tuttukları iktidar gücünü sopa olarak insanların başında sallıyorlar.
Kutuplaşmadan siyaseten rant ve oy devşirmenin zamanı geldi geçti. Bunu da görmüyorlar. Orman yangınları gibi herkesin aynı duygu ve duyarlılıkla tepki vereceği bir konudan bile “yerli-millî, gayrımillî” ayrışması çıkarabildiler. Bu yüzden eriyorlar. Başka türlü yönetmeyi bilmedikleri için… Mesela orman yangınları için yetersizliklerini kabul etmedikleri, sorumluları sorumsuzlukları nedeniyle istifa etmediği, “ormanlar hepimizin değeri, bırakalım siyaseti hep birlikte seferber olalım” demeye dilleri dönmediği için…
***
Diyarbakır’a dair yazacaktım aslında ama ciğerlerimiz yanarken başka bir konuda yazmak mümkün değildi.
Şu kadarını söylemiş olayım, belki ilgililerin kulağına gider: Malum, Covid19 vakalarının “pik” yaptığı illerden biri Diyarbakır. Aşıya karşı, HDP başta siyasi partilerin yerel örgütlerinin, Tabipler Odası ve diğer STK’ların gayretlerine karşın giderilemeyen bir tereddüt ve tedirginlik var. Bunun en büyük nedeni de geçmişte bölgede yaşanan bayat aşı vakalarının yol açtığı ölüm ve sakatlıklar…
1990’lı yılların sonu ve 2000’li yılların başında Diyarbakır, Mardin, Batman ve Urfa’da çocuklara uygulanan bayat kızamık aşısı “Subakut Sklerozan Panensefalit” (SSPE) adında bir tür beyin hastalığına neden olmuş ve çok sayıda çocuk hayatını kaybetmiş. 60’lı, 70’li yıllarda da benzer bayat aşı vakaları yaşandığını dinledim konuştuğum insanlardan. Bu hafızadan hareketle “aşılar bayatmış” şeklinde bir şayia dolanıyor maalesef.
Mevzunun “itibar” ile de yakından ilişkisi var; anlamak isteyene…
#AşıOlAmed