Ortadoğu’da kartlar yine ve yeniden “karılıyor”
Bu tablonun anlamı şu: İsrail, bugün attığı adımlara, başlattığı saldırılara ciddi şekilde önceden hazırlanmış. Bunlar “misilleme”, “intikam” olarak izah edilmeyecek çapta gelişmeler

03.10.2024
İsrail’in, Hamas’ın saldırısı üzerine başlattığı ölçü, kural tanımaz düpedüz soykırım düzeyine varmış saldırılar birinci yılını doldurdu ve devam ediyor. Dünyanın gözleri önünde. ABD başta olmak üzere Batı aleminin desteğinden, hamiliğinden aldığı cüretle. Bu “cüretin” diğer boyutu da, “İslami” denilen, her biri diğeriyle kavgalı “alemi” oluşturan ülkelerin sessizliği oluyor elbette. “Çok sert” görünümlü açıklamaları “ses” saymıyorsak eğer…
Ortadoğu’da “şiddet” hep vardı. Çıkar hesapları üzerinden kurgulanmış senaryolar ve bu senaryoları sahneye koyanlar, oyuncular, figüranlar, taşeronlar hep vardı. Ortadoğu kökenli olayların, ittifak ve karşı ittifakların, girift ilişkilerin bölge ülkeleri ve öteden beri bölgede egemenliklerini, nüfuz alanlarını pekiştirme, genişletme çabasındaki küresel güçler üzerinde dolaylı ve doğrudan, kısa, orta ve uzun erimli etkileri hep vardı.
Fakat bu kez birinci ve ikinci dünya savaşlarının ardından Ortadoğu’da güçler dengesinin yeniden “dizayn” edilmesi niteliğinde bir döneme girdiğimizi düşündürecek gelişmeler var. Olup bitenleri “rutin” Ortadoğu gelişmeleri diye görenler farkında olmayabilir ama benim kanaat ve öngörüm öyle değil; daha ciddi bir gidişat ve yeni bir durum söz konusu.
“Kartlar yeniden karılıyor.” Bu, sanırım, Ortadoğu deyince işitmeye alıştığımız klişelerin en revaçta olanıdır. Her sarsıcı “olay” veya gelişmenin ardından, bölge ülkeleri ve küresel güçlerin gelişmelere müdahil olma pozisyonları, yorumcuların dilinde genellikle bu şekilde ifadesini bulur. Bu kez gerçekten de kartların yeniden karılacağı kanlı bir sürece girildiği aşikâr.
İsrail’in, Gazze’de soykırım saldırılarını sürdürürken bir yandan da Suriye ve İran’da hedefe kilitli füze saldırıları düzenlemesi, besbelli ki Hamas’ı yok etmeyi hedefleyen İsrail saldırılarına beklenmedik ölçüde “soğukkanlı” bir tutum sergileyen İran’ı “sahaya” çekmek amacı taşıyordu.
Tahran’da Hamas lideri İsmail Haniye vurulduğunda, gelişmeleri İhvan gözlüğüyle değerlendiren ve “Ortadoğu’da Sünni Hilal” rüyalarından hâlâ uyanamamış bazı yorumcular “analiz” niyetine İsrail’den ziyade İran’ı suçlayan görüşler savunmuşlardı. Aynı çevrelerin Lübnan Hizbullahı lideri Hasan Nasrallah ve Hizbullah’ın neredeyse bütün askeri-siyasi üst düzey yöneticilerinin İsrail tarafından öldürülmesi karşısında sevinçlerini gizleme gereği duymadıklarını da gördük. Bu durum, İslam aleminin ne tür bir “alem” olduğu gerçeğini ortaya koyması bakımından ilginç ve düşündürücü olsa gerek. (Hemen belirteyim de sağa sola çekiştirilmesin: Ne İran, ne Hizbullah-Nasrallah ve ne de Esad’a herhangi bir şekilde sempatim var. Ölçüm, evrensel adalet ve insanlık değerleridir; bu ölçüye vurulduğunda alenen “suçlu” olanlarla herhangi bir biçimde “yakın” durmam söz konusu olamaz.)
Askeri strateji mantığıyla bakıldığında, İsrail’in Gazze’de Hamas’ı yok etmeyi amaçlayan bir soykırım saldırısı yürütürken, mezhepsel ve ideolojik açıdan Hamas’la hayli mesafeli olduğu bilinen İran ve Hizbullah’ı savaşa çekmesi biraz “tuhaf” görünüyordu. Bunu bir çevrimiçi toplantıda sunum yapan Ortadoğu ve dinler tarihi uzmanı sevgili Bülent Şahin Erdeğer’e sorduğumda, İsrail’in bir “savaş devleti” olduğunu hatırlatmıştı. Hele ki başında Netenyahu gibi bir halk düşmanı var ise…
Doğru tabii; İsrail bir “savaş devleti.” Yani savaşla, operasyon, çatışma, gerilim siyasetiyle kendini var eden, sürekli “savaş halinde” olarak kendini savunan bir devlet. Dünyamızda var öyle devletler. Onların başında geliyor. İsrail toplumundaki demokratik, barışçıl potansiyele rağmen hem de.
Fakat bu açıklamayı biraz daha netleştirmek gerekiyor; bunu yapmamıza olanak tanıyan gelişmeler de var. İsrail, Gazze’deki saldırılarını sürdürürken Lübnan’da da Hizbullah’ı hedefleyen (esasen Lübnan’ı parçalamayı hedefleyen) yeni bir “cephe” açtı. Çağrı cihazlarını, telsizleri patlatarak kanlı ve ürkütücü bir “şov” yaptı. Durmadı, Hizbullah liderlerini öldürdü. Hizbullah’ı vurmanın İran’ı vurmak demek olduğunu bilerek elbette. Öncesinde Şam’da Devrim Muhafızları komutanlarını vurduğunu da hatırlatmak gerek. Halen de iç savaş yorgunu Şam’a yönelik füze saldırılarını sürdürüyor. Buna karşılık İran da ilk defa İsrail’in ünlü hava koruma zırhını delen füze saldırılarıyla misilleme yaptı.
Olup bitenleri doğru adlandırmak, değerlendirmek için gelişmeleri özetledim. Bu tablonun anlamı şu: İsrail, bugün attığı adımlara, başlattığı saldırılara ciddi şekilde önceden hazırlanmış. Öyle ki, Hamas saldırısı olmasa bir başka gerekçeyle, bahaneyle düğmeye basacağı anlaşılıyor. İsrail’in hedefi Gazze’de Hamas’ı, Lübnan’da Hizbullah’ı yok etmek; İran’la açıkça savaşa girme pahasına hem de. Bunlar “misilleme”, “intikam” olarak izah edilmeyecek çapta gelişmeler ve Amerika’ya rağmen olması mümkün değil.
Gözümüzün önünde: ABD kayıtsız şartsız İsrail’i destekliyor. İran’ın füze saldırılarına karşı Türkiye’deki üslerini de kullanarak “kalkan” rolü üstlenmiş durumda. Savaş gemileri de aynı misyonla İsrail’in hizmetinde. Bu durumun Kasım ayındaki ABD başkanlık seçimlerinin ardından değişeceğini düşünenler, yanılıyor. ABD’nin Ortadoğu’daki ileri karakolunun kayıtsız şartsız hamisi olmak kim seçilirse seçilsin değişmeyecek Amerika siyasetlerinden biridir.
***
İran’ın yeni Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan’ın ülkesinde yenilikler, reformlar planlayan bir vizyona sahip olduğu düşünülüyordu. Bu ortam ve gidişat, açık ki İran’ın yeni veya farklı bir sürece yönelmesini görünür gelecekte imkânsız hale getirdi. Çünkü İsrail saldırganlığının devlet olarak İran’ın varlığını tehdit eden bir nitelik taşıdığını düşünüyorlar. Öte yandan, Mesut Pezeşkiyan’ın özellikle mevcut savaş hali sürdüğü müddetçe Hamaney’e “rağmen” farklı bir siyaset geliştirmesi imkân ve ihtimali de kalmadı.
İran’ın doğrudan çıkarlarını temsil eden Suriye, Yemen, Lübnan (Hizbullah), kısmen Bağdat ve Güney Kürdistan federal yönetiminin Süleymaniye merkezli bölümü (YNK) ile ilişkileri, İran için yaşamsal bir önem ifade ediyor. Bu nedenle öyle görünüyor ki zamana yayılmış yeni bir “savaş hali” söz konusudur ve bölge maalesef daha da karışacaktır.
Bölge dengeleri yeniden oluşturulur, kartlar “yeniden” karılırken, İran’ın kolunu kanadını kırıp etkisiz kılmaya çalışan güçlerin İran’da toplumsal karışıklıklar çıkarmasını muhtemel görenler de var. Bu aslında Amerika’nın deyim yerindeyse 40 yıllık hayali. Bu hesabın “açmazı”, Amerika ve İsrail saldırganlığının beklentilerin aksine “içeride” molla rejimini güçlendiriyor olması.
Rusya-Çin mihverinden şu ana değin İsrail’e karşı cılız kınamaların ötesinde etkili, ağırlıklı bir tavrın gündeme gelmemiş olması var bir de. Bunun sebepleri üzerine çeşitli spekülasyonlar yapılıyor ama kanaatimce, Çin ve Rusya’yı “Biz de bunları bir şey sanmıştık” dercesine küçümseyenler, yanılıyor. Göreceğiz…
Türkiye bu sürecin neresinde peki ve dengelerin yeniden oluşturulmasından nasıl etkilenir? Bu soru üzerine kafa yorarken, dileyelim, savaşın acı, kan, gözyaşı ve yıkımdan başka bir şey demek olmadığını hep aklımızda tutarız.
“Gelirsek oraya…” türü komik efelenmeler, savaşı bilgisayar oyunu veya satranç zanneden kişilerin elde değnek harita önünde savaş kazanmaları, kaybetmelerine (!) acı acı gülümsemenin ötesinde bir değer ve ciddiyet atfeden yoktur, değil mi?