Özgür yürümek: 982 Numara’nın hikâyesi

Bu sahnelere tanık olan El Müderris, sessizce kendini kadınlar tuvaletine kilitlemiş ve beş saat boyunca, burada saklanmış

SEZİN ÖNEY

24.02.2018

 
Bir mültecinin, bir doktorun öyküsü bu.

Müncid el Müderris'in hikâyesi.

İnsan olmanın, insan kalmanın; belki de daha doğrusu "insanlık sınavının" ne denli zor bir sınav olduğunu anlatan bir yaşam çizgisi.
Bu hikâye, belki zor zamanlarda, insanlık sınavları önümüze geldiğinde, ayakta kalabilmek, "insan doğmanın" gerçekten "insan olmaya" yetmediğini ve kendimizi aşmamız gerektiğini anımsatır ve güç verir bazılarımıza.

Müncid el Müderris, Saddam Hüseyin rejimi döneminde Irak'ta doğmuş. Ayrıcalıklı bir ailenin çocuğu. Babası üst düzey bir yargıç, annesi de bir okul müdiresi. Irak'ın kaderini şekillendiren, 14 Temmuz 1958 ve 17 Temmuz 1968 darbeleri, ailesinin yaşamını da etkilemiş. Örneğin, annesi Baas Partisi'ne katılmayı reddettiği için görevinden olmuş.

1972'de doğan El Müderris'in kendi çocukluğu ve gençliği de, savaşla kuşatılmış olarak geçmiş: 1980-88 arası yaşanan İran-Irak Savaşı ve 1990’da Kuveyt'in Irak tarafından işgali ve gene 1990'da başlayıp bir yıl süren Birinci Körfez Savaşı.

Tüm bu süreçte, Irak'ın Saddam Hüseyin rejiminin baskıcı atmosferine, ülkenin giriştiği savaşlara rağmen El Müderris, Basra'da tıp eğitimini fazla bir sarsıntı yaşamadan tamamlamayı başarmış. Lisede, sınıf arkadaşları arasında Saddam Hüseyin'in oğulları Uday ve Kusay da varmış; kuzenleri Ömer de, sıra arkadaşıymış. Hüseyin ailesinin tüm şımarıklıkları, ezici ve aşağılayıcı tavırlarına birinci elden tanık olsa da, pek çok Iraklı gibi Müncid de susmayı ve görmezden gelmeyi tercih etmiş. Kendi ifadesiyle, bir eli yağda bir eli balda son derece rahat bir yaşamı varmış; köklü, tanınmış bir aileden gelmesi, hep El Müderris'in önünü açmış.

Eğitimini yeni bitirmiş genç bir cerrah olarak "sıradan bir yaşam" sürerken, 1999 yılında bir gün, çalışmakta olduğu Bağdat'taki "Saddam Hüseyin Tıp Merkezi"nin önünde bir grup ağır silahlarla donanmış askerin eşlik ettiği bir otobüs duruvermiş. Bu otobüsün içerisinde, savaşmayı reddeden asker kaçakları varmış.

Saddam Hüseyin, asker kaçaklarının kulaklarının kesilmesini emretmiş; doktorlar da bu emre itaat etmek zorundalarmış.

Hastanedeki en kıdemli doktor, Hipokrat Yemini'nden bahsederek bu emre itiraz etmiş. Bunun üzerine yaşlı cerrah, tüm hastane personelinin gözleri önünde yaka paça, hastanenin otoparkına götürülmüş, an itibariyle verilen infaz kararı kendisine tebliğ edilmiş ve kafasına tek kurşunla öldürülmüş. Ardından da, doktoru infaz eden komutan, eğer bu görüşlerini paylaşan başkaları da varsa, öne çıkmalarını söylemiş.

Bu sahnelere tanık olan El Müderris, sessizce kendini kadınlar tuvaletine kilitlemiş ve beş saat boyunca, burada saklanmış. Hastanedeki "kulak kesme" günü sonlanır ve personel hiçbir şey olmamış gibi rutin görevlerine devam eder veya mesai saatini bitirip evlerine dönerken; El Müderris de, saklandığı tuvaletten çıkıp kimselere gözükmeden üzerini değişmiş ve bir taksiye atlayıp, Bağdat'ın uzak mahallelerindeki bir akrabasının sığınmak üzere, yola koyulmuş.

Ve sabah öylesine sıradan bir iş günü geçirmek için hastaneye giden genç doktor, bir daha asla evine dönememiş. Tahmin ettiği üzere, artık "aranan" biriymiş; istihbarat ajanları evine giderek, annesini sorgulamışlar.

Yakalansa, Saddam Hüseyin'in Irak'ında akıbetinin en iyi ihtimalle hapse düşmek olacağını bilen El Müderris, akrabaların desteğiyle saklanmış, rüşvet vererek sahte belgeler edinmiş ve otobüsle Ürdün'e kaçmış. Burada teyzesinin yanına sığınan El Müderris, önce Birleşik Arap Emirlikleri ve ardından da Malezya'ya gitmiş.

Malezya'nın başkenti Kuala Lumpur'dan, mesleğine devam edebileceği herhangi bir yere  gidebilmenin yolu ise, insan kaçakçılarının insafından geçiyormuş. İlk kez bir insan kaçakçısı ile yüzyüze geldiğinde, ona şu soruyu sormuş: "Sana nasıl güvenebilirim?" Aldığı yanıt ise şu olmuş; "Bana güvenmek dışında bir seçeneğin var mı?"

Kaçakçılar, onu önce, Kuala Lumpur'dan Endonezya'nın başkenti Jakarta'ya yollamış. Jakarta'dan da, Avustralya kıyılarına doğru yola çıkacak derme çatma bir teknenin bulunduğu sahillere.

Teknenin değil Endonezya ve Avustralya arasındaki Timor Denizi'nin bir parçası olduğu Hint Okyanusu'nu aşmayı, herhangi biçimde suyun üzerinde kalabilmeyi başarması zor gibi gözüküyormuş. Her birinden binlerce dolar para alınan mülteciler, bu kayıktan bozma bu tekneye balık istifi doluşturulmuşlar.

Maksimum 50 kişinin binmesi gereken tekneye, 160 kişinin bindirildiğini düşünün.

El Müderris'in nereye gittiklerinden bile haberi yokmuş; denize açıldıklarında varış limanları olması umulan ülkenin adını sonunda öğrenebilmiş –Avustralya.

Mülteciler, az açıldıktan sonra insan kaçakçılarının kendilerini terketmesiyle beraber battı batacak teknede, 36 saat sürecek bir yolculuğa çıkıvermişler.

Bu birbuçuk günlük yol, tüm yolcuların feci hâlde deniz tutmasından hasta, uykusuz, pislik ve açlık içinde, ölümün nefesini enselerinde hissettikleri bir kâbusa dönüşmüş.

Sonunda, Avustralya topraklarına, Noel Adası'na ayak basabilmişler.

Sahile vuran teknedeki mültecileri karşılayan Federal Polisler, son derece insancıl bir tutum içindeymişler. Ancak, beş gün sonra, Avustralya'nın anakarasındaki Curtin Gözaltı Merkezi'ne yollanmışlar.

El Müderris, bu merkezi, "dünya yüzündeki cehennem" olarak adlandırıyor.

Mültecilerin haklarındaki hukukî karar belli olana kadar tutuldukları Curtin Gözaltı Merkezi'nde, kendilerine ilk yapılan, kendilerine birer numara verilmesi olmuş. O numara, adlarının yerini almış. Genç doktorun numarası da 982 imiş.

Kimliklerinin yok sayılıp bir numarayla anılmanın, insanı "sıfırlayıcı" bir etkisi olduğunu ifade ediyor El Müderris.

Ancak, kamptaki tek insanlık dışı muamele, "numaralandırma" değilmiş. Merkeze gelen, karşılaştıkları ilk Göçmen Dairesi görevlisi olan bir kadın memur, "Avustralya sizi istemiyor. Geldiğiniz yere geri dönün" diyerek onları azarlamış. Bu moral bozucu konuşmadan sonra da, zehirli yılanlar arasında, sıcaktan hiçbir korunmaları olmadan, polislerden dayak yiyerek, pislik içinde zaman tükettikleri ortam daha da katlanılmaz hâle gelmiş tabii…

Ancak, merkezin tahammül fersah koşullarına dayanmak ve beklemek dışında bir seçenekleri de yokmuş.

Koşulların kötülüğü ötesinde, El Müderris'in, mülteci merkezi ile ilgili kabul edilemez bulduklarının başında, çoğu ebeveynlerinden ayrı olan çocuk mültecilerin istismara maruz kalabilecekleri biçimde, kaderlerine terk edilmesi yer alıyor.

El Müderris, o zamanlar kırık dökük de olsa İngilizce konuşabilen nadir mültecilerden olduğu için, istismar vakalarında da aralarında bulunduğu "sorunlu durumları" yetkililere aktarmak için tercümanlık yapmış.

Kendisinin denk geldiği iki istismar vakasının failinin birinin merkezde görevli bir polis, diğerinin ise bir mülteci olduğunu; iki vakaya dair soruşturmanın da bir yere varmadığını da üzüntüyle anlatıyor. Sonrasında merkezde tanık olduğu kötü muamele ve insanlık dışı koşulları kayda almak için kampa kamera sokmaya çalışması nedeniyle, aylarca da hücre cezasına çarptırılmış.

El Müderris, kendi annesiyle de, aylar sonra ilk kez bir polisin kendisine acıyıp cep telefonunu vermesi sonucu görüşebilmiş. Oğlu öldü mü kaldı mı, nerede hiçbir bilgisi olmayan anne Kâmile, telefonda konuşabilememiş bile; sadece ağlamış durmuş.

Sonunda, 10 aylık bekleyiş ertesi, El Müderris'e mülteci olarak Avustralya'da kalma hakkı verilmiş.

Tamamen yabancısı olduğu bir ülkede, elindeki tek "serveti" bir tıp kitabı, yeni bir yaşama başlamış El Müderris.

Bugün, onu görünce gerçekten de gözlerine inanamıyor insan; enerji dolu, pırıl pırıl, dünya çapında bir doktor.

İngiliz aksanlı mükemmel İngilizcesiyle, öncülerinden olduğu "osseoentegrasyon" tekniğinin, kendisi için ilham kaynağının 12 yaşında izlediği Terminatör filmi olduğunu anlatıyor El Müderris. Filmde Arnold Schwarzenegger'in canlandırdığı robotun başına ne gelirse gelsin kalkıp yürüyebilmesi, cerrah olup insanlara böyle bir imkan kazandırma hayalini kurmasına neden olmuş.

Bugün de, El Müderris'in uzmanı olduğu teknik, uzuvlarını yitiren insanların robotik protezler ve yapay kemikler aracığıyla hareket kabiliyetlerini yeniden  kazanabilmesini sağlıyor. 

El Müderris'in ekibinin Türkiye'den de bir hastası var: Yönetmen, senarist, oyuncu ve sanat yönetmeni Lisa Çalan.

Belki dikkatinizi çekmiştir; geçtiğimiz günlerde Gazete Duvar'da, kendisi de müthiş bir ilham kaynağı olan Çalan ile bir söyleşi vardı.

 "Yürüyerek onlara en ağır cezayı verdim" başlıklı, gazeteci Özlem Akarsu Çelik'in gerçekleştirdiği bu söyleşide şöyle deniyordu:

Yaklaşık 3 yıldır kelimenin tam anlamıyla yaşam mücadelesi veren, bununla yetinmeyip “ayağa kalkacağım” diye direten ve Avustralya’da ‘’bacak kemiğine yerleştirilen implanta takılıp çıkartılabilir protez’’ ameliyatını olup Türkiye’ye dönen Lisa Çalan artık yürüyor. En büyük hayali, bombalı saldırı davasına yürüyerek gitmek ve sanığın gözlerinin içine bakmak olan Lisa bunu gerçekleştirdi.

HDP’nin 5 Haziran 2015’te, on binlerce kişinin katıldığı Diyarbakır mitinginde bir çay tezgâhının altına konulan bombanın patlaması sonucu 5 kişi hayatını kaybetti, 400 kişi yaralandı. Lisa Çalan, bombanın gizlendiği o çay tezgâhına yaslanmıştı. Kulakları sağır eden patlamanın, bacaklarını aldığını gördüğünde bilinci açıktı. Sonrası… Bitmeyen ameliyatlar, uyutmayan ağrılar, protezle yürüyebilmek için Almanya’da aranan ama boşa çıkan umut, üst üste ameliyatlarla giderek kısalan bacaklar, bu halde protez kullanamayacağını ve bir daha asla yürüyemeyeceğini öğrenmenin hayal kırıklığı ve devam eden bombalı saldırı davasına katılma talebinin reddedilmesi…

Çalan'ın, el Müderris ile yollarının kesişmesinin, tedavi için Avustralya'ya gidişinin hikâyesini, bunun ötesinde Çalan'ın kendisinin cesaret ve dirayet dolu öyküsünü, bu dört dörtlük gazetecilik örneğinden sizler de okuyun. Kendinize büyük bir iyilik yaparsanız bu söyleşiyi okursanız.
IŞİD ilintili canlı bomba sanıklarının serbest bırakıldığı bu dönemde, "bombalı saldırı davasına yürüyerek gidip ve sanığın gözlerinin içine bakan" Lisa'nın yılmaması, yıkılmadan ayağa kalkması hepimize zor zamanlarda ilham olsun. Ve tabii, El Müderris'inki de…

Not: Özgür Yürümek, El Müderris'in başından geçenleri anlattığı kitabın adı.