Özlem kaydı
Belki şehir değiştirirsin, belki isim. Koca bir hayatı sil baştan var edeceksin.
25.10.2022
Hafızanın anı seçkisinde özlemin rolü çok büyük. Birini, bir şeyi, bir yeri, bir zamanı özlemek; yaşananın tekrarını dilemek ve düşlemekle eşanlamlı. Dolayısıyla daha anda yaşarken, bunun özlenmeye değer ve hatırlanası bir şey olduğuna karar veriyoruz. Ve kaydı oluşturuyoruz.
Kayıt, bizim kişisel tarihimiz. Çekilmemiş fotoğraflardan, kimselerin izlemeyeceği film karelerinden oluşan bir anılar arşivi. Kişisel tarihlerin toplamı da hâliyle resmî tarihten çok daha fazlası. Resmî tarihin ezbere hatta inkara başvurduğu yerde, sözlü tarih tam da bu yüzden alabildiğine çırılçıplak bir hakikat olarak karşımızda. Kimi zaman yutması çok zor bir lokma, kimi zaman nefes kesen bir aydınlanma.
Özlediğine kavuşabilmenin mümkün olduğu ihtimalde kayıt; sevgiyi, aşkı, dostluğu perçinleyen bir maya aslında. Karşındakinde ne bulduğunu, daha da önemlisi bu keşif sayesinde en büyük muamma olan kendine dair neleri fark ettiğini anladığın koca bir uyanış. Sahte bir şeylerin senden akıp gittiği, savunma duvarlarının çöktüğü ve aynada o yeni insanı gördüğün an… Bunlara vesile insanı özlemeyesin de ne edesin? Koşup sarılmak ve hayattan biraz daha büyülü zaman çalmak var. Kendi filminin hikâyesine ve kurgusuna sahip çıkmak. Hayatın ta kendisi olmak.
Küçük ölüm
Sonra hayatın ayrılık dersi gelir. Sevgilinle, dostunla yolun bir şekilde ayrılır. Hayatına kast edilmiş bir kötülük, bıçak gibi saplanan bir ihanet yaşamışsan, koşulsuz güvenin sarsıldığı bir ders kalır elinde. Bazen de ama sadece hayat başka yönlere savurduğu için ayrılır yollar. Sanki görünmez bir kavşağa gelmişsindir. Her şeyin aynı gibi aktığı düzende dip dalga seni bulmuş da değişmişsindir. Zaman dönüştürür ve dönüşüm benzer istikamette, yakın şekillerde yaşanmazsa, yollar usulca ayrılıverir. Zamanın ellerinden farklı boşluklara düşeriz.
Severek ayrılmaksa küçük ölüm sayılır. Orada yas tutulur. Zaman gıyabında akar, sen sanki hayatın dışında kalırsın. Kaybettiğin bir dünya var, kar küresine bakar gibi izlediğin. Anne Carson “Cam Denemesi” başlıklı uzun şiirinde böyle bir ayrılığın yas sürecini anlatır:
Bir sevgiliyi kaybetmenin belki de en zor yanı
yılın her gününün tekrar edişini izlemek.
Sanki elimi zamanın içine sokabilirim de
çekip çıkarabilirmişim gibi
nisan sıcağının mavi ve yeşil dörtgen desenleri
bir yıl önce başka bir ülkede.
Bugünün altında akan o diğer günü hissedebiliyorum
Eski bir videoteyp gibi-
Bazen bir kelimenin peşine takılarak yolculuk edebiliriz. Özellikle de kıstırılmış hissettiğimizde kanat olur çağrışım çırpınan ruhumuza. Hadi “videoteyp”ten devam edelim. André Aciman’ın Adınla Çağır Beni romanında ilk aşkın cennet ve cehenneminden geçen, aynı isimli Luca Guadagnino filminde Timothée Chalamet’nin ölümsüzleştirdiği on yedi yaşındaki Elio, şömine ateşinin başında biraz önce telefondan evleneceğini öğrendiği Oliver’ın ve onu seven kendisinin ardından ağlarken, Sufjan Stevens'in şarkısı “Visions of Gideon” bizim için bir kez daha çalsın:
Seni son kez sevdim.
Bir video mu bu? Bir video mu?
Sana son kez dokundum.
Bir video mu bu? Bir video mu?
Aşk için, kahkaha için, kollarına doğru uçtum
Bir video mu bu? Bir video mu?
Aşk için, kahkaha için, kollarına doğru uçtum
Bir video mu bu? Bir video mu?
Seni son kez sevdim.
Gideon vizyonları, Gideon vizyonları
Ve seni son kez öptüm
Gideon vizyonları, Gideon vizyonları
Aşk için, kahkaha için, kollarına uçtum
Bir video mu? (bu bir video mu?)
Bir video mu? (bu bir video mu?)
Gideon vizyonları (Gideon vizyonları)
Tevrat’ta yer alan kahraman ve yargıç Gideon, Tanrı’nın kendisine görünmesi üzerine korkularını aşmış, hiçbir şeyi sorgulamaksızın halkına öncülük etmişti. Elio da Gideon gibi koşulsuzca aşkın iradesine teslim olur. O ateşin başında kalbini titretmiş her bir ayrıntının hakkını verir; yanlış anlaşılmalara, küçük oyunlara, ilk öpücüğe, ruhunu kattığı sevişmeye, kaçınılmaz ayrılığa her şeye hüzünle gülümser. Âşığının darbesine öfkelenir, sonra yine kendi kalbine yönelir. Biz bunların hepsini onun saliselerle değişen güzelim yüzünde izleriz. Ve sonunda gözünü kameradan doğrudan bize yönelttiğinde gafil avlanırız. “Bu hikâyeyle ne yapacaksın?” diye sormaktadır adeta Elio yanan ve yakan gözlerle. “Kendi kayıtlarına da böyle dalacak mısın?..”
Yakın uzaklar
Bazen özlediğin bir yer olur. Omurganı dikleştirerek ve yaylanan adımlarla yürümelere doyamadığın bir şehir, ne kadar uzun zamandır doğru dürüst nefes almadan yaşadığını gösteren bir manzara, sana doğadaki yerini hatırlatan kara orman, haşmetiyle baş döndüren bir dağ, dalgalarıyla seni soyan bir deniz, güneşin doğuşunu izlediğin bitimsiz ova… İlle de gökyüzü elbette. Yıldızlar seninle konuşur gibidir. Bulutların peşine takılmak hiç olmadığı kadar cazip gelir. Özlem seni içinden ve dışından güzelleştirir.
Bazen de özlem anıya değil hayale dairdir. Hani Orhan Veli’nin “Bir yer var, biliyorum; / Her şeyi söylemek mümkün; / Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum; / Anlatamıyorum.” dediği tanımsız mekâna. Kayıtların gücü yetmediğinde bir yerin miadı dolar. Aidiyetin kopar. Gönül bağın yeni bir ilmek arar. Tam da Carson McCullers’ın dediği gibi: “Tanıdık olana dair nostaljiyle yabancı ve tuhaf olana dönük bir dürtü arasında ikiye yarılırız. Çoğunlukla da hiç bilmediğimiz yerlerin hasretini çekeriz.” Anlarsın ki yola çıkma vaktidir.
Özlem anıları güzelleştirir. Bugünün ihtiyacına ve önceliğine göre anılardan devşireceğin hikâye de değişir. Her halükârda güç devşirmeyi öğrenirsin tarihinden. Kayıtların anlamı budur zaten. Sana seni unutturmaya yeltendiklerinde direnmek. Yalanın pençesinden kurtuluvermek.
Dorothea Grossman’ın şiiri belleğin bu şifasını anlatır:
Sana özlemim
hatırlamaya duyduğumdan fazla değil
sanırım hatırlamak da bir çeşit özlem
daha olumlu olması farkıyla
elektrik kesintisi zamanında olduğu gibi
hani korku ilk tepkimdi
karanlığa da sevgi izledi onu sonra.
Derken en ağırı gelir. Yasla büyümek… Dindirilemez özlemle yüzleşmek. Sevdiğin o yer yıkılmış, bağlandığın bir dönem silinmiş, sevdiğin o insan ölmüş. Yokluğa sarılırsın mecbur. Bitmeyen bir düşüşe teslim olursun. Kelimeler ilk kez ihanet eder sana. Her yasın hikâyesi farklıdır, tekildir, sessizdir. Kelimeler çok sonra ve zorlukla gelir. Kayıp duygusu bir yanıyla artık yaşayamayacağını bildiğin bir geleceğe ve elinden kaymış gibi hissettiğin bir geçmişe dairdir. Sözü Salman Rushdie’ye bırakırsak, “Ne zaman seni bilmiş bir insan ortadan kaybolsa, kendinin bir versiyonunu yitirirsin. Göründüğün ve olmakla yargılandığın kişiyi. Sevgili ya da düşman, anne ya da arkadaş, bizi bilen herkes bizi inşa da eder.”
Yapı taşlarına kadar sökülme hissi bundan. Kayıpla öğrenmek en hüzünlü müfredat. Çaresizce takip ediyorsun dersi. Teneffüse kaçman söz konusu değil. O zil hiç çalmıyor. Ta ki sen öğrenmen gerekeni alana kadar. Mezuniyet vakti geldiğinde de o lanetli okul kapısından afallamış bir hâlde dünyaya çıkıyorsun. Ama oraya giren o eski senden eser yok şimdi. Ölmüş olan sevdiklerinin boşluğu sayesinde öğrendiklerini ilahi bir ironi gereği yine önce ölmüş sevdiklerinle paylaşmak istiyorsun. Sanki asıl şimdi öğrenmişsin sevmeyi. Gel gör ki sevebileceğin o insanlar yok artık. Her şey ve herkes asap bozucu bir değişmezlikle yerli yerinde. En gerekenlerinse yok artık evrende.
Sana düşen özlemle kendini bulmak yeniden. Öfkenden, acından, isyanından arınmak. Kabullenmek. Yine kayıtlarına bakıyorsun. Çok eşyayla ödeşmen gerek. Evler boşaltman gerek hatta. Sanki artık kimsenin canını acıtamayacağın bir yerdesin. Ne yapsan bir, ne yapmasan bir. Belki şehir değiştirirsin, belki isim. Koca bir hayatı sil baştan var edeceksin. Yeni özlemler bulacaksın. Başka kayıtlar arayacaksın. Hadi bakalım rastgele!
—–
Kapak Görseli: Darkmoon Art (Pixabay)