Palas pandıras gidiyoruz…

AKPM Türkiye’yi parlamento denetiminden 2004 yılında çıkarmıştı ancak bugün yaptığı değerlendirmeyle tekrar denetime aldı

MUSTAFA PAÇAL

25.04.2017

Devletin siyasilerin elinde bir yönetim aparatı durumuna getirilmiş olmasının tarihte sayısız örnekleri olduğu görüldü. Türkiye Cumhuriyeti devleti içinde bu tanımı yaparsak kanımca abartmış olmadığımız gibi cumhuriyet tarihi boyunca bunu kanıtlayan örnekleri de sıralayabiliriz.

1950 öncesi ve sonrası olarak yapılan siyasi ayrımın altında yatan gerekçeleri bununla açıklamak gerekir. Milli Şef dönemi ve parlamenter dönem diyerek ayrılan bu siyasi durumun tanımı ve içeriği de sorunlu idi.

Devleti kuran iradenin kendisi sorunlu olduğu için devlet aygıtının bir türlü demokratik hukuk devletine dönüşmesi istenmedi.

Devleti kuran askerî vesayetin uzun yıllar “seçim” yapmakla sınırlı olan demokrasi yutturmacası  gerçekte cumhuriyet ve demokrasinin hiçbir zaman asla iç içe geçemediği gerçeğini değiştirmedi.

2011 sonrası askerî vesayet yerini başka bir vesayete bu sefer “sivil vesayete” terk edince, vesayetin değişmediğini, vasilerin değişebileceğini öğrenmiş olduk.

Başkanlık referandumu işte bu yeni vesayetin devleti tam olarak kontrol altına alması için icat edilmiş bir yönetim yöntemi olarak gündeme getirildi.
Ve palas pandıras referanduma gidildi.

Bu sürece biraz geriden gelerek bakmak bir zihin açıklığı sağlayabilir.

Referandumu yalnız başına değerlendirmek gafletine düşmeden konuya bakmak ve 2004 Haziran MGK kararı, Oslo, Kürt sorunu, 17/25 Aralık ve 15 Temmuz ile birlikte değerlendirildiği zaman daha iyi anlaşılacağını unutmamak gerekir.

Bir diğer boyutuyla ise, sonucunda bir iktidar bir anayasa değişikliği ile bir yönetim sistemini değiştirebilir.

Ancak bu değişikliğin her yanıyla sorunlu ve sürdürülebilir bir yönetim şekli olamayacağı ve bunun yaratacağı toplumsal kutuplaşma ve artan gerilim bu değişikliğin sonuçlarını daha başında göstermeye yetiyordu.

Peki neden?

Tüm bunlara rağmen bu derme çatma başkanlık sistemi bile olmayan bu kabile yönetimi modeli neden bu kadar hızla kabul ettirilmek isteniyordu?

En açıklanabilir nedeni artık hiçbir şekilde yönetemez duruma düşmüşlerdi ve yolsuzluktan tutun da her türlü hukuksuzluktan ötürü korktukları başlarına gelmesin diye 15 Temmuz ve arkasından OHÂL’in yarattığı siyasi avantajları bir an önce kullanarak hem kendilerini güvenceye almaları gerekiyordu hem de etraflarını sıkı tutmaları.

Bu hesapları ve tezgâhları çarşıya ne kadar uyacak bunu zaman gösterecek ama bence artık cin şişeden çıktı.

Ve işler onların istediği yöne doğru gitmeyecek.

Bir kere cümle âlem ve kendileri de biliyor ki referandumda sandıktan “hayır” çıkmıştır.

Şimdi oynanan oyun ise bu gerçeği ters yüz etmektir.

YSK’nın yapmış olduğu hukuksuzluk sadece kendinden kaynaklanmıyor.

AKP referandumda yapmış olduğu usulsüzlüklere ve hukuksuzluklara diğer devlet kurumlarını olduğu gibi YSK’yı da alet etmiş ve YSK da bu rolünün gereğini yapmıştır.

Ancak ulusal ve uluslararası kamu vicdanı ve temsilcileri bu hileli referandumun sonuçlarını onaylamıyor.

AGİT gözlemcileri verdikleri ön raporda referandumun âdil ve eşit koşullarda yapılmadığını söylerken diğer yandan on binlerce itiraz YSK’nın önünde bekliyor.

“Atı alan Üsküdar’ı geçti” demek bundan sonra yapacağınız bir şey yok ben işi YSK ile bağladım anlamına gelmiyorsa, YSK’nın gerek yasal düzenlemeleri ve gerekse itiraza konu olacak delilleri dikkate alarak bu referandumun sonucunu “hayır” olarak açıklaması gerekirdi.

Tersi olur, YSK sonuçları onaylarsa Türkiye yeni ve daha sarsıcı bir kaos sürecinin içine girmiş olur.

Yani zaten mevcut sorunlarının üzerine ilaveten bu hukuksuz ve şaibeli referandum da işin tuzu biberi olur.

Uluslararası camia ve Avrupa referandumun sonuçlarını başında beri meşru görmeyen bir ürkek tavır içindeydi.

AGİT raporunda sonra herhalde AB, AK ve AKPM birlikte bu duruma gerekli tepkileri siyasi olarak daha etkili bir şekilde göstereceklerdir.

Nitekim AKPM Türkiye’yi parlamento denetiminden 2004 yılında çıkarmıştı ancak bugün yaptığı değerlendirmeyle tekrar denetime aldı.

Türkiye’nin içinde bulunduğu bu tabloda, bu kutuplaştırıcı iktidar kafası ve bu toplumsal gerilim içinde yönetilemeyeceği gibi, tablonun giderek daha da kötüleşeceğini söylemek için kâhin olmaya gerek yok.

Bölge siyaseti ve Suriye’de figüran rolü dışında politik etkisi kalmamış ve ABD ile Rusya ikilemi içinde patinaj yapan bir Türkiye ile Avrupa ilişkilerinin tarihinde görülmemiş oranda kötüleşmiş bir Türkiye’yi konuşuyoruz.

Ekonomiye hiç bakmayalım.Ekonomik ve sosyal göstergeler enflasyondan işsizliğe, yatırımlar, bütçe açığı ve turizme kadar tüm göstergeler tel tel dökülüyor.

Şimdi bu tablonun ihtiyacı olan şey herhalde başkanlık sistemi veya kimin başkan olacağı değil.

Bu tablonun ihtiyacı bu kötü durumdan hangi politikalarla çıkacağımızı oturup konuşmak, paylaşmak ve bir çıkış yolu bulmaktan geçiyor.