Paraşüt gazeteciliği ve dışardan bakmanın kolaycılığı

Seçim arefesinde yabancı basında Türkiye hakkında çıkan yorumlar ne yazık ki kalıplaşmış algıları yeniden üreten anlatıların ötesine geçemiyor

ASLI TUNÇ

23.06.2018

 
 
Bir toplumu, kültürünü, yaşam pratiklerini, siyasal eğilimlerini, mizahını ya da geçmişini haber anlatısına dökmek o topraklarla yoğrulmayan bir gazeteci için mümkün olamaz. İyi bir gazeteci, haberleştirmek için bulunacağı ülkede yıllar içinde birkaç arkadaş edinmiş, üzerine birkaç makale okumuş ya da tatillerini sahillerinde geçirmiş olmayı yeterli bulamaz elbette. Yaptığı işe olsa olsa klişe ve kalıp yargıları yeniden üreten, yüzeysel bir gazetecilik denir.
 
Aslında Anglosakson habercilik literatüründe bunun adı oldukça anlamlı: “paraşüt gazeteciliği” (parachute journalism). Özellikle çetrefil meseleleri olan, ani ve önemli bir gelişmenin baş gösterdiği, kimi zaman çatışmalı bölgelere kısa süreliğine gönderilen yani metaforik olarak paraşütle indirilen gazeteci için kullanılan küçümseyici bir terim bu.
 
Bu gazeteci deneyimli ya da köklü ve saygın medya kuruluşları için çalışıyor da olabilir, fark etmez. Ancak neler olup bittiğini tam anlamıyla özümsemeden paraşüt gazeteci zaman baskısı altında kurumu tarafından belli bir bölgeye konuşlandırılıp kısa bir süre sonra da oradan kaldırılır.
 
Uluslararası haberlere olan ilginin yıllar içinde kaybolması, haber kaynaklarının dev şirketler hâline dönüşmesi, nitelikli dış haber ve analize yatırım eksikliği, dijital medyanın yükselişi, her yurttaşın elindeki akıllı cep telefonuyla kendini haberci sanması ve tabii medya kuruluşlarının yabancı gazetecileri farklı ülkelerde tutmasının maliyet fazlalığı nedenleriyle farklı yöntemlere başvurulmaya başlandı. Kimi zaman şöhretli gazeteciler de helikopterle çatışmalı bölgelere indirildi, kamera önünde sahadan yayın yaptırıldı ve apar topar ülkeden götürüldü. Bunun en bilinen örneği 1990’larda Bosna Savaşı sırasında ünlü CNN muhabiri Christiane Amanpour’du. Dünya Amanpour’u sahada koşturuyormuş izlenimi yaratan asker montuyla Bosna’dan yaptığı yayınlarla daha o dönemlerde tanımıştı. Yıllar sonra kendisinin Bosna gibi daha pek çok farklı kriz bölgesinde sadece birkaç saat kaldığını öğrenecektik.
 
Tabii bu haber televizyonculuğunda işi şova dökmekten öteye geçemiyordu. Ancak paraşüt gazeteciliği ille de bu denli alenen yapılmıyor kuşkusuz. Örneğin seçimler, toplumsal hareketler, krizler ya da çatışmalar nedeniyle apar topar belli bir ülkeye giden gazetecilerin çalışma şekilleri de bir o kadar ilginç.
 
Türkiye seçim heyecanı ile yatıp kalkarken oy kullanma gününe bir hafta kala ülkeye paraşütle inen yabancı medya elemanlarının rutini az buçuk şöyle: Öncelikle bağlı bulundukları yazılı, işitsel ya da görsel basına haber paketi ya da analiz hazırlamak için yerel yardıma ihtiyaçları bulunuyor. Bu noktada fixer denilen gazetecinin yabancı topraklarda hayatını kolaylaştıran kişiler devreye giriyor. Fixer’lar gazetecinin kalacağı otel ve ulaşımı ayarlıyor, görüşebileceği resmi kaynakların listesini eline veriyor, kimileri onun tercümanlığını üstlenip ön araştırmaları da yapıyor. Bu yerel temasları sağlayan ve günlük işleri gazeteci için hâlleden kişiler onlar için kilit konumda.
 
24 Haziran seçimini kendi dillerindeki medya mecraları ya da uluslararası kaynaklar için derlemek üzere sayısız gazeteci Türkiye’ye akın etmiş durumda. Paraşüt gazetecilerin seçimden bir hafta öncesinde hızlıca havayı koklayıp, görüş aldıkları kişilere göre bir siyasal çerçeve çizip, toplumsal nüansları gözden kaçırarak kendi okur kitlelerine hap gibi bir perspektif sunmaları ise kaçınılmaz.
 
Tam da bu nedenle yabancı basında Türkiye hakkında çıkan pek çok haber, yorum ve analiz ne yazık ki derinlikten uzak, kafalardaki kalıplaşmış siyasi aktörleri, olguları ve algıları yeniden üreten anlatıların ötesine geçemiyor. Paraşütle inen gazeteciler seçimden hemen sonra olan biteni tam anlamadan çoktan bir sonraki uzak ülkeye doğru yola çıkmış oluyorlar, ta ki kurumları onları bir daha buraya gönderene kadar.