Peki ne zaman nefret etmeye başladınız Kürtlerden?

Endoktrine edilen ırkçılığı gizleme gayretleri ellerine yüzlerine bulaştı tabii ki…

H. BERKAY TOSUNLU

28.10.2019

Aslı Erdoğan’ın İtalyan La Repubblica gazetesine verdiği mülakatın, Belçika’nın Le Soir gazetesi tarafından manipüle edilmesi sonucu “Türklere okula başlar başlamaz, Kürtlerden nefret edilmesi öğretiliyor’’ şeklinde bir ifade yansıdı medyamıza. Sarf etmediği sözler yüzünden hedef tahtasına oturtuldu Aslı Erdoğan.
 
Aralarında en gülünç ve acınası olan (yine) Ahmet Hakan’dı. Aslı Erdoğan’a atfedilen sözlerin üzerine her zamanki işbilir aculluğuyla atlayıverdi. Türklere karşı bunca ‘yalan’ atılırken meğer ne kadar ‘akıllıca bir iş’ yapmış Aslı Erdoğan, hemen öğreniyoruz. “Nobel olmasa bile bir Nobel adaylığı neden olmasın” diye soruyor Ahmet Hakan. Aklı sıra bir taraftan da Orhan Pamuk’u işaret ediyor elbette. Hem yine millî duruşuyla bir ‘vatan haini’nin karşısına fişek gibi dikilmiş, hem de külyutmaz tavrıyla bizi zekâsına hayran bırakmıştı. Hayatında tükürdüğü her şeyi yalamış, ilkesiz olmakla gönenen biri için gayet şahane bir akıl yürütme biçimi elbette. Nobel bu tip Şarklı yollarla alınabilseydi eminim Ahmet Hakan şimdiye kadar bir (en azından) Nobel Barış Ödülü alırdı. İşbilirliğiyle, Nobel için gereken yerde gereken demeci vereceğinden hiç şüphemiz yok değil mi?
 
Aslı Erdoğan muhteşem bir yazar olmasının yanında, yıllardır hak ihlallerinin peşine düşen bir insan hakları savunucusudur. En zor dönemlerde dayanışmasını esirgememiş, bunun için cezalandırılmış, uluslararası tanınırlığı olan bir insandır. Ne ‘dikkat çekmeye’ ihtiyacı var, ne de bir haklılığı tescil etmek için uğraş vermesine.
 
Fakat bir de, Aslı Erdoğan’ın söylemediği sözler üzerinden dört bir taraftan Kürtlerden nefret edilmesinin okullarda öğretilmediği haykırıldı. ‘Kardeşliğimize’ kimse ama hiç kimse zarar veremezdi. Asla öyle bir şey yoktu. Aslı Erdoğan’ın sözlerinin manipüle edilmiş hâlini dahi manipüle edip ‘okullarda Kürtlerden nefret edelim diye bir ünite yok’ demeye vardırdılar işi. Endoktrine edilen ırkçılığı gizleme gayretleri ellerine yüzlerine bulaştı tabii ki.
 
Kürt çocuklarının ilkokul travmaları birçok kez kayda düşüldü. Ailesinden duyduğu dile düşman olan, Kürtçe konuştuğu için ailesinden nefret etmeye başlayan ilkokul çocuklarının acıklı hikâyesine eminim denk gelmişsinizdir. Ya da Kürt olduğu için, sınıfında Kürtçe konuştuğu için cezalandırılan, küçük düşürülen, dayak yiyen çocukların hikâyelerine.
 
Daha el kadar çocukken anadillini konuştuğu için utandırılan, kendisinden, ailesinden nefret etmesi temin edilen insanların hikâyeleri, Aslı Erdoğan’a ithaf edilen sözler sonrası kopan kıyametle bir kez daha Twitter’da kayda düşüldü.
 
İsmail Saymaz: ‘’Ben liseye kadar, her hafta bir şehit cenazesinin geldiği Doğu Karadeniz’de okudum’’ diyerek başlıyordu kendi tanıklığını anlatmaya. ‘’Bir gün olsun Kürtlerden nefret edilmesini öneren ya da savunan bir öğretmenle ya da din adamıyla karşılaşmadım’’ diye devam ediyordu.
 
Öncelikle şehit cenazesi gelmesiyle, Kürtler arasında bağlantı kurmak içselleştirilmiş bir ırıkçılıktır. Şehit cenazesi gelmesine RAĞMEN bağrına taş basmış ve fakat ‘Kürtlerden nefret edin’ diyen olmamış Doğu Karadeniz’de. Şu yüce gönüle, affediciliğe, kalenderliğe bakar mısınız? Meğer kan kusup kızılcık şerbeti içtim demişler yıllar yılı.
 
Yalnızca kendi dilini konuştuğu için dayak yiyen onlarca insan hikâyesinin bulunduğu bir ülkede, sanırım bazı necip vatandaşlar İsmail Saymaz ve okul çevresi gibi bağrına taş basmakta zorlanmış. İşte bir an, gelen şehitleri düşünüp yapışmış Kürdün yakasına.
 
28 Aralık 2011’de Roboski’de bir gece yarısı insanlar roketlerle paramparça edildiğinde, neler yaşadığımızı unuttuk mu? Devletin ‘suç şüphesiyle’ bomba yağdırdığı/yağdırabildiği yer mesela Muğla’da, ya da Konya’da olabilir miydi? Ya da bu ‘elim kaza’ Konya’da gerçekleşseydi üç gün sonra havai fişeklerle yılbaşı kutlanabilir miydi İstanbul’da?
 
Taybet İnan’ın can çekişmesini izlemek zorunda kalan evlatları, günlerce annelerinin ölü bedeni başında nöbet tutmuşlardı. Keskin nişancıların varlığı nedeniyle alamadıkları cenezalerinin biraz uzağında. Kuş konmasın, köpek gelmesin diye annelerinin ölü bedeninin gözcülüğünü yapan insanlar kimin gözlerini yaşarttı? Bu kayıtsızlık da mı ‘münferit’?
 
Ya Ceylan Önkol? Annesi kızımın parçalarını eteğime topladım demişti. Kışladan gelen bir roketle paramparça edildi o küçük kız. Günlerce Taraf gazetesi üzerine gitti de, yine ses soluk çıkmamıştı basınımızda. ‘Susacak mısınız?’ diye sormuştu Ahmet Altan. Sustunuz.
 
Pozantı’da tecavüze uğrayan çocuklardan, binlercesi sakat bırakılmış insanlara… Cumartesi annelerine, kriminalize edilmiş Kürt siyasetine…
 
Bunca sessizlik, kayıtsızlıktan mı beri geldi? Haberiniz mi yoktu?
 
Kendinden utandırılan, öğretmeninden ya da arkadaşlarından dayak yiyen çocukların hikayesi, bunca acıya kayıtsız toplumda kendi kendine gelişebilecek bir durum değildir.
 
Türkiye’de Kürtlere karşı olan ırkçılık münferit değildir. Hesaplı kitaplıdır. Bir zincirin halkasıdır.
 
Bunca yaşatılan trajedinin kâh beğeniyle kâh sessizlikle karşılanması da tesadüf değildir.
 
Aslı Erdoğan’ın söylemediği sözler üzerine müstehcen bir telaşla ortalara atılıp, eğitim sistemimizin ırkçılıktan münezzeh olduğunu savunan cengâverlere kötü bir haberim var. Okuduğunuzu anlamamanızın yanında, etki alanınız da ancak birbirinizin birbirinize propagandası kadar. Kürtler karşısında birleşme atikliğiniz de ayrıca göz kamaştırıcı. Nefret etmediğinizi açıklarken dahi kaleminizden kan damlıyor. Açık veriyorsunuz. Bağrınıza taş bastığınızı fakat sille vurmadığınızı iddia ediyorsunuz. Ceylan Önkol’un anasının çığlığı da, Taybet İnan’ın evlatlarının sözleri de, binlerce kayda düşülmüş tecavüz, sakat bırakma da, evlatlarının kemiklerini aradığı için gözaltına alınan Cumartesi Anneleri de ilgilendirmiyor hiçbirinizi…
 
Zaten sizin o meşum, o yere batası sessizliğiniz kapı aralıyor yep yeni trajedilere. Şimdi de çıkmış ‘ilkokulda bize hiç Kürtlerden nefret edin denmedi’ diyorsunuz. Dalga mı geçiyorsunuz? Hiç mi utanmıyorsunuz?
 
Riyakârlığı bırakın.
 
Kürtlerle eşit olmak istemiyorsunuz. Uydurduğunuz ‘kardeşlik’ kavramıyla niyetinizi perdeleyemezsiniz. Okullarda endoktrine ettiğiniz nefret Kürt çocuklarının hayatını cehenneme çeviriyor. Endoktrinasyon okul sıralarında da sınırlı değil üstelik. Medyasından, mahallesine, kahvesinden, iş yerine, her yerde bir şekilde Kürtlerden nefret etmeyi öğreniyorsunuz. Hiç kusura bakmayın, sahte kardeşlik türkünüze karnı tok olanlar keyfinizi kaçırmaya devam edecek. Hem belki Nobel bile alırız. Fena mı?