Popülizme “yeşil” panzehir

Avrupa genelinde Yeşil Partilerin iki haftalık bir süreçte dört zafer birden elde etmesi hiç dikkatinizi çekti mi?

SEZİN ÖNEY

29.10.2018

 
Popülist hareketlerin ve liderlerin yükselişi, dünyada gündem oluyor; peki aslında söz konusu olan başka ve çok daha geniş kapsamlı bir siyasi dönüşüm mü?
 
Brezilya'da aşırı sağ aday Jair Bolsonaro'nun, Güney Amerika'nın en büyük ülkesi ve dünyanın beşinci büyük ekonomisinin lideri seçilebildiği bir dünyada, elbette popülizmin çıkışına odaklanmaktan doğalı yok.
 
Gerçi Bolsonaro'yu, “popülist” olarak adlandırmak bile doğru değil; zira, demokrasiyi külliyen yadsıyan bir politik çizgiden bahsediyoruz. İşkence, darbecilik, tecavüz, faili meçhuller güzellemesi yapan; tüm bunları savunan bir lideri var artık Brezilya'nın…
 
Dünya politikasının bir yanı böyle… Ama bir de bardağın öbür yarısı var…
 
Avrupa genelinde Yeşil Partilerin iki haftalık bir süreçte dört zafer birden elde etmesi hiç dikkatinizi çekti mi?
 
Bundan yaklaşık 15 gün önce, 14 Ekim'de Almanya'da Bavyera'daki eyalet seçimleri, Lüksemburg'daki genel seçimler ve Belçika'da yerel seçimlerin başlıca kazananı Yeşiller oldu. 28 Ekim'de de, Almanya'da Hessen eyalet seçimlerinde, merkez partiler Sağ'dan Sol'dan yaklaşık 10'ar puan oy kaybederken, Yeşiller de 10 puanlık bir yükselişle oylarını en çok yükselten parti oldu.
 
Ne var ki “Yeşil çıkış”, dünya genelinde medyada aşırı sağ popülist partilerin yükselişinden çok çok daha az yer bulabildi.
 
Halbuki, esasında dünya politikasında “merkezin ufalanması/parçalanması” gibi bir süreçle karşı karşıyayız. Sadece aşırı sağın ve sağ popülizmin çıkışından bahsetmiyoruz: aynı zamanda merkez partilerin irtifa ve “anlam” kaybından söz ediyoruz. Merkez düşüşte olduğu için, siyasi yelpazenin dış çeperlerindeki, uçlarındaki partiler de güç kazanıyor.
 
Avrupa'da merkez parçalanıyor
 
“Merkezin çatırdaması” süreci, farklı coğrafya ve farklı ülkelerde, söz konusu ülkelerin politik olarak yapısal durumlarına, tarihsel miraslarına, siyasi kültürlerine göre farklı biçimlerde şekilleniyor.
 
Biz, Avrupa'da son aylarda olanlara bakalım: yaşananlar bizim için de önemli. Çünkü Türkiye olarak, bu dönemlerde Avrupa ile kaderlerimizi ayırmış gözüksek de, bana kalırsa orada olan bitenin üzerimizdeki etkisi sandığımızdan çok daha büyük.
 
Peki, Avrupa'da ne oluyor?
 
Avrupa'da son seçimlerde aslında sürekli yinelenen bir siyasi senaryo söz konusu: geleneksel merkez partiler, büyük bir buhran yaşıyor ve tüm Avrupa'da oy kaybediyorlar. Buna karşılık, “merkez dışı kalan”, daha küçük partiler güç kazanıyor. Bu partiler arasından popülist sağın çıkışı dikkat çekiyor; hep bunun üzerine yazılıp çiziliyor. İşin “sansasyonel” kısmı bu zira… Oysa merkezde yaşanan sarsıntı sadece aşırı sağın çıkışıyla kendini ortaya koymuyor.
 
14 Ekim 2018 günü Almanya'da Bavyera, Lüksemburg'da ve Belçika'da; 28 Ekim'de de Hessen'deki sonuçlar için “sürpriz” bir durum denemez. “Merkez'in parçalanması”, Avrupa genelinde yaşanan bir durum; Yeşillerin yükselmesi ise, (şimdilik) özellikle Batı ve Kuzey Avrupa'da gerçekleşiyor.
 
Evet; şu an için siyasi bir trend haline gelen bir "Yeşil Dalga"dan bahsetmek zor-ama, sağ popülist partilerin çıkışını durduracak kalıcı bir politik hareketlenmenin başlangıcını yaşıyor olabiliriz. Yeşillerin  kendileri de, bu tarihî fırsatın farkında: Avrupa Yeşillerinin Eşbaşkanı Reinhard Bütikofer, Yeşillerin "yeni merkez" hâline dönüşmekte olduğunu öne sürüyor. Bütikofer, EURACTIV'e 14 Ekim'de Yeşillerin üçlü seçim zaferi gecesi verdiği mülakatta şöyle diyordu:
 
"Benim heyecan verici bulduğum bu üç yerde de [Bavyera, Lüksemburg ve Belçika'da],  Yeşil Partilerin merkezdeki geleneksel siyasi partilerin içine sürüklendiklerinin tam aksine söylem geliştirmeleri. Bu da, siyasi merkez gücünün yeniden şekillenmekte olduğunu gösteriyor."
 
Türkiye'de merkez “aşınıyor”
 
Yineleyelim: Avrupa genelinde son dönemde yaygınlaşan bir trendden, zincirleme gelişmelerden bahsediyoruz. Popülist partilerin “sebep” olmaktan çok hızlandırıcısı, “katalizörü” olduğu bir süreçten…
 
Asıl mesele, merkez partilerin artık “siyaset profesyoneli” hâline dönüşüp, politikayı sorun çözmek için kullanmaktan uzaklaşması. Diğer bir deyişle, siyaseti “kariyer” hâline getiren ve bürokratik biçimde çalışan, esneklikten uzak merkez partiler, “günümüz gerçeklerinden” giderek kopuyorlar. Yeni sorunlara, eski formüllerle çözüm bulmaya çalışan, “günü kurtarma/idare etme” odaklı merkez partilerin, siyasetin esnek ve aslında sürekli değişen gerçekliğini kavrayamaz hali, seçmenlerin “gerçek dertlerinden” kopuk elitist ve bürokratik tavırları sadece Avrupa'ya özgü bir durum değil.
 
Bahsettiğim “merkezin köhnemesi” manzarası, Türkiye'ye çok mu yabancı?  Türkiye'de merkez partiler, henüz sadece “düşük yoğunluklu” irtifa kaybı yaşıyor, merkez sadece “aşınıyor” olabilir. Ancak, Milliyetçi Hareket Partisi'nin (MHP) siyasette son dönemde arttıkça artan ağırlığına bir de, “merkezin parçalanması” nazarıyla bakmak lazım.
 
Merkez siyasi hareketlerin parçalanması süreci  her ne kadar Türkiye'de de yaşanıyor olsa da; Sol ve/veya Yeşil bir politik akımın ortaya çıkması veya var olan Sol için de elverişli bir ortam olduğu da söylenemez. Türkiye'de, “milliyetçi” akımın önünü açacak siyasi bir iklim geliştiği ve geliştirildiği için, MHP'nin güçlenmesi aslında doğal bir gelişme. Keza, üzerine hiç konuşmadığımız bir başka konu da Türkiye'deki Suriyelilerin “kalıcılığı” ve entegrasyon politikalarının eksikliğinin de etkisiyle, içten içe kaynayarak etkisini yükselen bir milliyetçiliğin varlığı.
 
Geçtiğimiz aylarda gerçekleştirilen, veriler konusunda titizliğini yakından bildiğim bir kurumun araştırmasında, Türkiye'de Suriyeliler hakkındaki görüşleri, “olumsuz” ve “çok olumsuz” olanlar, toplumun yaklaşık yüzde 90'ını oluşturuyordu. Bu da çok çarpıcı ve Türkiye içindeki potansiyel toplumsal fay hatlarını ortaya koyuyor. 
 
Buna ek olarak, Economist'in 11 Ekim 2018 tarihli “Why dissidents are gathering in Istanbul” (Muhalifler neden İstanbul'da toplanıyor) başlıklı makalesinde, “İstanbul'da 1 milyon 200 bine yakın Arap yaşıyor” bilgisi yer alıyordu. Bahsi geçen “muhalifler”, Arap dünyası genelinden ve “İstanbul'daki Arapların” önemli bir kısmı da Suriyeliler.
 
Son dönemde, Türkiye vatandaşlığına geçmenin emlak yatırımları başta olmak üzere “yatırımcılık” üzerinden kolaylaştırılması, Türkiye'nin emlak alımı ve yerleşim ile beraber ticaret ve turizm için Ortadoğu ülkeleri için “tercihli mekâna” dönüşmesi, doğal olarak “demografik profilin” değişimi demektir. Bu durum sadece bir olgu; toplumlar, demografik olarak da statik kalmayabilirler. Kentleşmeden göçe, sürekli “gerçekliklerimizi” dönüştüren yenilikler, “gerçeklerimizi” farklılaştıran etkenlerle yaşıyoruz, karşılaşıyoruz.
 
Ayrımcılık, hiçbir zaman maruz görülemez veya “rasyonalite” çerçevesinde sokulup “normalleştirilemez.” Bu şerhi düştükten sonra, şuna dikkat çekmek istiyorum: İsveç'te, aşırı sağ İsveç Demokratları'nın (Sverigedemokraterna-SD) yükselişi, ağırlıklı olarak “mülteci krizi” ile açıklandı. Mülteci krizinin zirve noktasına eriştiği 2015'te, İsveç'in kabul ettiği mülteci sayısı yaklaşık 165 bin idi. Daha sonra ülkeye gelen mültecilerle beraber toplamda 250 bin kişilik bir gruptan bahsediyoruz; ve eğer bu kadar kısıtlı sayıda mülteci bir “siyasi mesele” haline dönüşüyor ve bir ülkenin politik gündeminde “aşırı sağı” bu kadar ön plana çıkar hale getiriyorsa, Türkiye'de sağ-aşırı sağ söylemin/milliyetçi akım ve hareketlerin yükselmesine şaşmamak gerekir. “Büyük resimde” de, merkez siyasetin dünya genelinde farklı derece ve şiddette aşınmakta, ufalanmakta ve parçalanmakta olduğunu da… Türkiye'de asıl nesele, aşırı sağ ve milliyetçiliğin yükselmesi kadar, merkezin aşınmasına karşılık, “yeni” bir soluğun çıkamamasıdır.
 
Sebebe değil, sonuca bakmak
 
Türkiye'de ve ötesinde, Sağ popülizmin yükselişi kadar, “merkezin” ne yaşadığına da bakmak ve dünya genelinde siyasetin geçirmekte olduğu dönüşümün de farkında olmak gerekiyor. Medya ve iletişim ile olan ilişkilerimizden, yaşam tarzlarımız, günlük hayat dertlerimize bir dönüşümden geçiyoruz insanlık olarak; dolayısıyla siyasette aynı kalmıyor. Popülizme aşırı derecede odaklanarak da aslında, sadece “semptoma”; sebepler nedeniyle ortaya çıkan “sonuca” bakıyoruz.
 
Halbuki, bir “sonuç” da, Avrupa'da Yeşillerin yükselmesi…
 
Popülizmin küresel çıkışı ve hatta artık Brezilya'daki Bolsonaro örneği ile, “aşırı sağın” yükseldiği siyaset iklimlerinde, Yeşil Partilerin yükselişinin kalıcı olacağını düşünmemin asıl sebebi ise başka. Dünyanın geleceğinin en büyük tehditlerinden olan iklim değişikliği, giderek artan oranda gündemimizde olacak. Ve bu tehditle “muhatap olmaya” hazır yegâne siyasi hareketler de, Yeşil Partiler…