Revizyonist dönemde sivil toplum

Yeni yasa tasarısı “Truva atları” yani “terörist sivil toplum örgütleri” ile “iyi sivil toplum örgütleri” arasında ayrım yapıyor

SEZİN ÖNEY

15.07.2017

 
Gazeteciler, nicedir baskıya alışıktı.

İnsan hakları savunucuları, böylesine "mesele" edileceklerini ne yazık ki  düşünmediler. Toplantı yeri için "Büyükada"yı seçmenin böyle ağır bedelleri olacağını bilemediler.

Sivil toplum temsilcileri, yani işi gücü "haklar" olanlar, şimdi bu beklemedikleri, 14 güne kadar uzayacak gözaltı vakasına karşısında dehşete düşmüş vaziyetteler. Medya üzerinden gözaltındaki sivil toplum temsilcilerine karşı öyle uçuk kaçık suçlamalar yöneltiliyor ki, gerçekten de dehşete düşmemek imkânsız. Yaşamlarında hukuksuzluğun, haksızlığın, şiddetin yakınından geçmemiş insanlar, şimdi "ajanlıkla" suçlanıyorlar. "Büyükada'da İngiliz Parmağı" gibi manşetlerle hem İngiliz ishbaratı MI6 hem de ABD istihbaratı CIA'ya çalışmakla ihtam ediliyorlar. Bu gibi istihbarat örgütlerine ancak macera filmlerinde denk gelmiş olabilecek insan hakları savunucusu arkadaşlar, herhalde bir kâbus içinde olduklarını düşünüyorlar. Zaten, Uluslararası Af Örgütü Türkiye yöneticisi İdil Eser gözaltındayken şu sözleriyle "kâbus" atfında bulunmuş: "İnsan hakları, hukuk ve adalet herkese bir gün gerekir. Aziz Nesin’in bile aklına gelmeyecek absürtlükte bir hukuksuzluğun, kabusun içine düştüm ama insan haklarının/doğrunun yanında olmanın huzuru içindeyim."

Bundan sadece birkaç hafta önce, Macaristan'da 12 Haziran'da çıkarılan sivil toplum yasasından bahseden bir yazı yazmıştım. "Macaristan'da sivil toplum damgalandı" başlıklı bu yazıda yeni bir kanundan bahsediliyordu. Yasaya göre, ülkenin sivil toplumu genelinde, dış kaynak kullananların buna işaret eden bir rozet taşıması öngörülüyor. Bu rozeti, tüm faaliyetlerinde sergilemeyi reddeden sivil toplum örgütlerinin de kapatılması söz konusu olacak. Bu yazıyı yazarken, aklımdan "Acaba, Türkiye'de sivil topluma yönelik bu zihniyette bir yasa ne zaman çıkacak?" diye geçiyordu.

Ve, Büyükada'da insan hakları savunucularının gözaltına alınmasından sonra,  iktidar partisinden bir milletvekilinin Twitter hesabından duyurduğu üzere, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne sivil toplum kuruluşları ve vakıflarla ilgili yeni bir yasa tasarısı sunulmuş durumda. Bu konuyla ilgili yapılan haberler, "Truva atına dönüşmüş yapılarla mücadele edilecek" manşetleriyle duyuruldu.

 Önce kanun tasarısının içeriğine bir bakalım:

"TBMM Başkanlığına sunduğu, vakıflar ve sivil toplum kuruluşlarının mali şeffaflığının sağlanmasına yönelik kanun teklifine göre, vakıf ve kanun kapsamındaki kuruluşların gelirleri, 'alındı' belgesi ile toplanacak ve giderler harcama belgesiyle yapılacak.

Gelirlerin bankalar aracılığı ile toplanması durumunda banka tarafından düzenlenen dekont veya hesap özeti gibi belgeleri 'alındı' belgesi yerine geçecek. Alındı belgeleri ve harcama belgelerinin saklama süresi 2 yıl olacak.

Gelirlerin toplanmasında kullanılacak 'alındı' belgeleri, kuruluşun bulunduğu il defterdarlığının denetiminde bastırılacak. Alındı belgelerinin şekli, bastırılması, onaylanması ve kullanılması ile gelir toplanmasına ilişkin esaslar İçişleri Bakanlığı ve Maliye Bakanlığınca birlikte hazırlanacak yönetmelikle düzenlenecek.

Teklife göre, düzenleme kapsamındaki vakıf ve kuruluşların gelir ve gider çizelgeleri, geliri sağlayan veya lehine harcama yapılan kişi veya kuruluşun tam adı, unvanı ve adresi de belirtilecek şekilde günlük olarak Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü ve İçişleri Bakanlığı internet sitesinde erişime açılacak."
Görüldüğü üzere, özellikle sivil toplumun kullandığı maddi "dış kaynaklara" odaklanan bir yasa tasarısından bahsediyoruz. Ve kanun tasarısının gerekçesinde "Truva Atı" olarak nitelenen derneklerin ve vakıflara, "terör örgütü uzantıları" atfı yapıldığını da gözlüyoruz.

Kanun tasarısı ile ilgili yapılan haberlerde, "iyi dernekler/vakıflar" ve "kötü dernekler/vakıflar" gibi çok da net bir ayrım var. Bu haberlerden aynen alıntılarsak:
"Teklifin gerekçesinde, Türkiye'de faaliyet gösteren birçok dernek, vakıf ve diğer sivil toplum kuruluşlarının son derece önemli işler ve görevler icra ettiği, demokratik ve sosyal hayata dair sorumluluk üstlendikleri belirtildi.

Anayasal haklar gereği kanunlarla düzenlemiş olan çerçevede çok farklı konu ve başlıklarda faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarının bulunduğuna işaret edilen gerekçede, ancak son yıllarda artan terörizm faaliyetleri, terör örgütü şekil ve yapısının değişmesi, gelişen terör amaçlı algı operasyonları, terörün sosyal olayları tetikleyen provokasyon amaçlı faaliyetleri ve toplumsal sinir merkezlerini etkilemeye yönelik siyasi-ajanlık faaliyetlerine yönelik şüphelerin toplumsal güven ortamını zedelediği belirtildi.

Gerekçede, şunlar kaydedildi: 

'Özellikle 17-25 Aralık darbe girişimi ile 15 Temmuz darbe girişimi sonrası FETÖ ile mücadele kapsamında tüm kamu kurumları ile özellikle yabancı STK'ların da gözden geçirilmesine ihtiyaç duyulmuş ve gerek görülenlerin faaliyet izni iptal edilmiştir. Ülkemizde ya da küresel boyutta faaliyet gösteren bazı kurum ve kuruluşları paravan olarak kullanan kişi ya da örgütler bulunmaktadır. Yasal görünümlü bu yapı ya da kuruluşların üzerinden teröre destek vererek bir Truva atı görevi yapmaktadırlar. Çeşitli gizli gündemleri olan siyasal ajanlık yada terör amaçlı faaliyetler için Truva atına dönüştürülmüş yapılarla mücadele kapsamında dernekler, vakıflar ve diğer sivil toplum kuruluşlarının mali şeffaflığını sağlamaya ilişkin yasal düzenleme yapılması hususu önem arz etmektedir.'

Gerekçede, teklifin dürüstçe faaliyetlerini yapan kuruluşlar için değil tam aksine FETÖ, PKK, DHKP-C, DEAŞ gibi örgütlere doğrudan ya da dolaylı olarak finans ve insan kaynağı sağlayan, siyasi ajanlık yapan, provokasyon hazırlığı yapan ya da bu yöndeki faaliyetlere altyapı sunan yasal görünümlü illegal faaliyetlerin yurt içi ve yurt dışı faaliyetleri ve bağlantılarının izlenmesi ve açığa kavuşması için hazırlandığı vurgulandı."

Görüldüğü üzere, "hoşa gitmeyen" sivil toplum örgütleri ve vakıflar kolaylıkla "terör örgütlerine hizmet eden yapılar" olarak nitelenerek "ajan" damgasını yiyebilecek.
Avrupa Birliği sürecinde, 1983 tarihli, 2908 sayılı "Dernekler Yasası" ve sivil toplum kuruluşlarını etkileyen kanunlar, çeşitli kereler değişikliğe uğramıştı. Gerçekleştirilen en kapsamlı değişiklik, 2004 sonunda çıkarılan 5253 sayılı "Yeni Dernekler Kanunu" olarak anılan yasaydı. 1983 tarihli yasa ile 2004 tarihli kanun değişikliğini karşılaştırdığımız zaman, aralarındaki farkın, derneklere tanınan "denetim" ve "özgürlük" çerçevesi olduğunu görüyoruz. 1983 tarihli yasada, derneklerin daaliyetlerinde "izinsiz içki içmek" dahi yasaktı. Bu kanun, derneklerin her yaptıklarını yakın takibe alıyordu; ancak, bunu yaparken, yasanın doğrudan sivil toplum kurumlarına "terör örgütlerinin aygıtları" gibi yaklaşımı söz konusu değildi.  2004 tarihli kanun değişikliği ise, Avrupa Birliği sürecinin gerektirdiği biçimde, devletin sivil toplum örgütleriyle diyaloğunu öngören bir bakış açısıyla yazıldığından, bu gibi kurumları "potansiyel suçlu" addetmeyerek, daha özgür bırakan bir yaklaşım içindeydi. 

Şimdi TBMM'ye sunulan kanun tasarısı ise, gelmiş geçmiş yasaların ötesinde, keskin ve net bir ayrım yapıyor: Bu ayrım, "Truva atları" yani "terörist sivil toplum örgütleri" ile "iyi sivil toplum örgütleri" (bunlar benim nitelememle, 'yerli ve milli' sivil toplum kurumları) şeklinde.  "Terörist sivil toplum örgütleri" de, "milli çıkar ve hedeflerimiz dışında faaliyette bulunan ve amacını gizleyen STK'lar" olarak tarif ediliyor.

Türkiye'nin AB sürecindeki hukuksal değişikliklerinin geri alındığı bir "revizyonist dönem" başlıyor gibi gözüküyor ve sivil toplum da, ilk muhattaplardan biri olacak kanımca…