Robotlar ve trollerle demokrasi

Demokrasi sınırlı ölçüde katılımı ve fakat daha çok seyretmeyi ve onaylamayı öngören bir durum haline getirilmiştir

ALİ MURAT İRAT

22.01.2017

Demokrasinin en önemli ölçütlerinden birisi insanların karar alma süreçlerine katılımı. Batı demokrasileri, genel olarak, bu minval üzerine kendilerini oturtmakta. Örneğin bir otobüs durağının yerinin değişmesi konusunun bile referanduma götürülebilmesi demokrasinin en güzel örneği olarak gösterilmekte. Oysa bu “güzel ve hoş” manzaranın ardına bakıldığında başka bir durumla karşılaşmak oldukça olası. Tıpkı  Chomsky’nin söylediği gibi…
 
İnsanların karar alma süreçlerine katılımı “–mış gibi yapma” hâlinden başka bir şey değildir. Çoğunluk adına kararlar alan bir grup seçilmiş elitin –ya da seçildikten sonra ve orada kalana kadar elit olanların— geri kalan büyük kitlenin ne olacağına dair aldıkları kararlar ve bu sürecin kendisi demokrasinin görünmeyen yüzüdür. Chomsky Medya Denetimi adlı kitabında bunun ayrıntılarını verir ve seçilmişlerin dışında kalan çoğunluğa neden sınırlı bir özgürlük verilmek “zorunda” kalındığını şöyle ifade eder: (Halkın büyük çoğunluğu) kendilerini ilgilendiren konuların yönetiminde söz sahibi olmaya kalkarlarsa, sorun çıkarırlar… Üç yaşındaki çocuğun karşıdan karşıya yalnız geçmesine izin vermenin çok yanlış olacağını söyleyen mantığın aynısı neredeyse. Üç yaşındaki çocuğa böylesi bir özgürlük tanımazsınız çünkü üç yaşındaki çocuk bu özgürlükle başa çıkmayı bilmez.”
 
Aslında söz konusu bu analiz dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından Gezi Parkı Eylemleri sırasında “halk dilinde” yapılmıştır: “Ayaklar ne zaman baş olmaya başladı”. Bu cümle aslına bakarsanız bir avuç seçkinle, onlar tarafından sürü olarak görülen geniş halk kesimleri arasındaki ilişkinin de en açık ifadesidir. Gerçekten de demokrasi sınırlı ölçüde katılımı ve fakat daha çok seyretmeyi ve onaylamayı öngören bir durum haline getirilmiştir. Azınlıkta olan birileri, çoğunlukta olan ötekiler hakkında “ne yapılması gerektiği” konusunda sürekli analizler yapacak, konuşacak ve kararlar alacaktır. Söz konusu demokrasi tanımı üzerine tartışmalar hala yapılmaktadır ancak sosyal medya ve iletişim ağlarındaki inanılmaz değişim ve gelişim demokratik katılım konusundaki tartışmaları da güçlendirmiştir.
 
Bugün sosyal medyanın, sıklıkla, demokrasinin önemli bir parçası olduğu ileri sürülmektedir. Özellikle Twitter ve Facebook’un kamuoyu oluşturma ve kitlelere yön verme gücüne ilişkin önemli tartışmalar gündemdedir. Dolayısıyla demokrasinin en önemli özelliklerinden birisi olarak gösterilen “karar alma süreçlerine katılımın” sosyal medya aracılığıyla neredeyse doğrudan demokrasi bağlamında gerçekleştirildiği de söylenmektedir. Kuşkusuz insanların herhangi bir konuda devletin en üst yetkilisiyle tek bir tuşla bağlantıya geçmesi ve oradan yanıt alması bir doğrudan demokrasi modeli olarak sunulabilir (Bu etkileşim bizim ülkemizde pek hoş sonuçlarla yürümese de…). Ancak soru şudur: Sosyal medyada dilediği şeyi paylaşabilmek ve karar süreçlerine katılıyor olmak gerçekten görüldüğü gibi demokratik ve müdahalesiz bir duruma mı işaret etmektedir? Bu alan iktidar tarafından ne kadar özgür bırakılmaktadır?
 
Chomsky aslında medyanın denetimi üzerine yazdığı kitabın girişinde bu durumu açık bir şekilde ifade etmektedir: “Woodrow Wilson, I. Dünya Savaşı’nın tam ortasında, 1916 yılında ‘Zafersiz Barış’ sloganıyla başkan seçilmişti. Aslında savaşa çoktan imza atan Wilson yönetimi, bu konuda bir şeyler yapmak zorundaydı. Hükümetin ‘Creel Komisyonu’ adıyla kurduğu bir propaganda komisyonu, altı ay içerisinde etkisini göstererek o barışçıl halkı, histerik bir savaş çığırtkanı haline dönüştürdü ve Alman olan her şeyi yakıp yıkmak, tüm Almanları lime lime etmek, savaş gidip dünyayı kurtarmak isteyen insanlar yaratmayı başardı.”
 
Bahsettiğimiz şey sosyal medya alanlarının devletlerin elinde devâsâ, etkin, esnek, her gün şekil değiştirebilecek kadar hızlı ve akıcı bir propaganda aracına dönüşebilecekleri ve bu tür bir propaganda aracını oluşturmak için devletlerin harcayacağı paranın/seferber edeceği imkânların devede kulak bile olmayacağıdır. Üstelik propagandayla bir halkın kısa bir sürede dehşetli bir değişime uğrayabildiğinin örneklerine de herhangi bir devletin tarihinde sıkça ve kolayca rastlanabilir. Tıpkı son bir kaç yılda Türkiye’de olan bitenler gibi. Kürt meselesinden, dış politikadaki gelişmelere kadar her konuda 180 derece dönüşlere karşın, halkın hatırı sayılır bir kısmının adaptasyonu kuşkusuz yalnızca bu kesimlerin politik ilkesizliğiyle açıklanamaz. Söz konusu dönüşüm ve değişim süreçleri iktidarın bütün medya üzerindeki etkisini de gösterir türdendir. Öyleyse klasik demokrasi tanımının üzerindeki yaldızları kazıdığımızda karşımıza çıkan şey, sosyal medyanın üzerindeki yaldızları kazıdığımızda da karşımıza çıkmaktadır. Bu “yeni toplumsal alanın” yeni siyasalı ve henüz bir türlü oturtulamayan etiği (belki de etiğin olmaması yeni bir etiktir) iktidar ağı tarafından çoktan ele geçirilmiş olabilir (Geçirildiğine inanıyorum ama bunun için başka verilere de ihtiyaç var). 
 
Sosyal medya muhalifler için hızlı haberleşme, fikir oluşturma, propaganda yapma aracıyken, iktidarın –doğası gereği— sınır tanımayacak olan hâkim olma arzusu o alanı da dönüştürmeye başlamış durumda –gibi—. Robotlar ve trollerle yapılan müdahaleler toplumsal olan hiçbir alanın iktidar tarafından (başarılı olsun olmasın) boş bırakılmayacağının da göstergesi. Kuşkusuz insanların hızlı ve etkili bir şekilde muhalif bir alan oluşturma beklentisi karşısında iktidarın hızlı ve etkili önlem alma mekanizmalarını da beraberinde getiriyor. Belki de eskisine nazaran daha hızlı ve hattâ bir eylem gerçekleşmeden önce… 
 
Sosyal medya bir özgürlük alanı olarak görülse de (ki özgürlükten anladığınız eğer internette dilediğiniz siteye giriş yapmak ve ucuz interneti hızlı alabilmek vs ise mükemmel bir özgürlük alanı olarak görülebilir), tahakkümün yeni şekilleri için de (Kimlik bilgileri, ilişkiler, ilgi alanları ve hayata dair diğer bütün duygu ve bilgiler) büyük bir alan açmaktadır. Dolayısıyla demokrasi ve sosyal medya ilişkisinde ilk elde pozitif bir ilişki kurmak sanki basitçe iyi niyet olarak duruyor. Oysa bu ilişkinin zaten problemli olan demokrasi anlayışını düzeltme olasılığı olsa da tahakkümün derinleştirilmesinin de önünü açtığını görmek gerekmekte. Özellikle kitlelerin yönlendirilmesi meselesinde. Üstelik bunun açık kanıtları ortadayken…