Rotayı nitelikli gazeteciliğe çevirmek
Rainer Maria Rilke’nin deyişiyle “soruları yaşamalıyız…”
26.11.2017
Nitelikli, dürüst ve bağımsız gazeteciliğin ülkemizde olduğu kadar dünyada da can çekişmesinin sayısız örneğini görüyoruz. Oysa haberciliğin önemini, medyanın demokrasilerdeki yerini, kaliteyi yaşatma adına okurların gazetelerine sahip çıkma örneklerini inatla tartışmayı sürdürmeliyiz. Sayısız kötü örnek ve binbir türlü kepazelikle çevrelenmiş medya dünyasında rotayı doğruya çevirmek artık çok daha yaşamsal önemde çünkü.
Bugün her zamankinden daha fazla iyi örnekleri yüceltme, dürüst ve namuslu gazeteci örneklerini öne çıkarma, habercilik pratiğine kafa yorma, teknolojinin mesleğe yaptığı etkiyi analiz etmeye çalışma zamanı. Bütün bunları bana düşündürten 16 Kasım’da İngiliz The Guardian gazetesinde yayınlanan uzun bir başyazı oldu.
Derinlikli, ölçülü ve insana ilham veren bir makale bu. Başlığı “Kriz Zamanında Gazeteciliğin Misyonu” (A Mission for Journalism in a Time of Crisis)
Yazıyı kaleme alan Katherine Viner, The Guardian’ın neredeyse 200 yıllık tarihinde göreve gelen ilk kadın genel yayın yönetmeni. İlk haberini yine bu gazetede 16 yaşındayken yayınlatmış. Cosmopolitan dergisinin gazetecilik öğrencileri için açtığı bir yarışmaya sunduğu bir habermiş bu. Daha sonra 21 yaşındayken bu kez Guardian’ın bir haber yarışmasını kazanmış. Tipik İngiliz prestijli gazetelere özgü bir şekilde Viner’a yarışmayı kazandıktan sonra para ödülü yerine kadın sayfasının bir hafta boyunca editörü olma onurunu vermişler.
İşte tam da yayın kurulu odasına adım atar atmaz Viner edebiyatçı olma hayallerini bırakıp gazeteci olmayı aklına koymuş. 43 yaşına dek 18 yıl boyunca The Guardian’ın Amerika baskısında çalışan Viner 2015 yılında çalışanların da oyu ve çok sıkı bir mülakat maratonundan sonra gazetenin genel yayın yönetmenliğine seçilmiş.
Bu kadar köklü bir gazetenin gelişen dijital teknolojiyle imtihanı, eriyen okurlarla güvenin tekrar sağlanması ve en önemlisi saygın ve bağımsız habercilik anlayışını her şeye karşın sürdürebilmesi ciddi bir vizyon gerektiriyor kuşkusuz.
The Guardian’ın şu anda 140’dan fazla ülkeden gelen 800,000 destekçisi var. Aylık abonelik dışında kâğıt baskı satışları da gittikçe artmakta. Sadece 2016’da abonelik sayısı ikiye katlanmış vaziyette. Şu anki durumda ise okur desteği reklam gelirlerinden daha fazla. Bu da okurların gazetenin içeriğine sahiplenmesi ve nitelikli habercilik talebiyle eşdeğer.
Viner sözünü ettiğim yazısında The Guardian’ın tarihsel serüvenini anlattıktan sonra bir özeleştiri de yapıyor. Bu yazdıkları benim kişisel düşüncelerimle öylesine örtüştü ki sizinle paylaşmadan edemedim.
Viner dört yıl önce internetin gazetecilik için nasıl yeni ufuklar açtığına ve okuyucuyu güçlendirdiğine ilişkin bir yazı yazmıştı. Teknolojik devrime direnç gösteren gazetecilerin nitelikli habercilik anlayışına zarar vereceğine vurgu yapmıştı.
Oysa 2000’li yılların başında dijital teknolojinin kaliteli gazetecilik getireceğine dair olan sonsuz umudumuz gittikçe sönmeye başladı. Dijital hayatlarımız ırkçılar, troller, saldırganlar, cinsiyet ayrımcıları, homofobikler, Yahudi karşıtları tarafından işgal ediliverdi. Yurttaşların eşit söz hakkına sahip olduğu, hiyerarşiden uzak, uzlaşı kültürü arayışındaki kamusal alan zehirlendi. Attığımız tüm dijital adımlar izlendi, kaydedildi. Gözetleme kültürü iş modelinin vazgeçilmezi oldu. Genel yayın yönetmenlerinin yerine algoritmalar oturdu, Facebook dünyanın en büyük yayıncısı oluverdi. Dürüst ve samimi bir tartışma ortamından milyonlarca parçalanmış kişisel haber adacıklarına savrulduk.
Bütün bunların üstüne otoriter rejimler, popülist liderler, devleşen şirketler tuz biber ekti. Doğru haberi arayan okur karanlıklarda yolunu bulamaz oldu.
İşte tam da bu noktada Viner yazıda, Rainer Maria Rilke’nin deyişiyle “soruları yaşamalıyız” diyor. Değişen ve hoyratlaşan dünyada sadece eleştirmek ya da yakınmak değil yeni fikirler geliştirmek, okurla teması asla koparmamak, haber odasını toplumun her kesiminden kişilere açmak, sadece güç sahibinin değil mağdurun da sesi olabilmek bu mücadelenin özü; kısacası her zorluğa inat nitelikli ve namuslu gazeteciliğin her toplum için vazgeçilmez olduğuna dair inancımızı asla ama asla yitirmemek…