Rusya ve ABD açısından Efrin harekâtı

TSK Efrin’e tamamen hakim olmayı başarsa dahi, bir noktada bu bölgenin Şam’a devredilmesi kaçınılmaz olacak

ÜMİT KIVANÇ

24.01.2018

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) bünyesindeki silahlı gruplarla birlikte yürüttüğü “Zeytin Dalı Harekâtı”, siyasî sorunların insanî çözüm imkânlarının bir defa daha topla tüfekle yok edilmeye çalışılması demek. Varolan sorunlar ağırlaşmasın, daha fazla kan ve gözyaşıyla bugünün ağırlığı gelecek kuşakların da sırtına yüklenmesin diye savaş yolunun tutulmasına karşı çıkanlar Türkiye’de ağır suç işlemiş muamelesi görüyor. Bu satırlar yazılırken sırf savaşa karşı çıktıklarını dile getirdikleri için yüz altmıştan fazla insan gözaltına alınmış, bazıları tutuklanmıştı. Sonuçta evinde oturmuş, sosyal medyaya “savaşa karşıyım” diye mesaj atan insanlardan bahsediyoruz. Yani savaşın gidişatını etkileme şansları da olmayanlardan. Ve bunun için yaka paça götürülüp içeri atılıyorlar. Bir konuda radikaliz, Allah için: yazık edeceksek çok şeye birden ediyoruz.

Muktedirleri sağduyu yoluna çağırmanın sanırım anlamı yok. Bu yüzden, olan biteni anlamaya verelim dikkatimizi. Zira Suriye İçsavaşı’nın başından bu yana varolan karmaşıklık ve anlaşılmazlık, Ankara’nın Efrin harekâtı çevresinde daha derinleşti ve yayıldı. Aşağıda, olaya karışan iki büyük gücün neyi niye yaptığına-yapmadığına dair bilebildiklerimizi, şu ana kadar ortaya sürülebilen tahmin ve öngörüleri toparlamaya çalışacağım.
 
Rusya, neden?
 
Geçen hafta, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan kısa süre içinde Efrin’e operasyonun başlayacağını duyurduğunda, bilumum gözlemci ve gazeteciler, Rusya hava sahasını açmadan bu işin olamayacağını dile getirdiler. Askerî uzmanların dediğine göre, doğruydu. Savaş uçakları ve taarruz helikopterleri olmaksızın Efrin’e operasyona kalkışılamazdı. Hele TSK’nın seçkin birlikleri ve komandolarının kalabalık mevcutla sahaya sürülmeyeceği, muharebenin esas olarak ÖSO’cular tarafından yürütüleceği gözönüne alındığında. Fakat harekâtın ilk anında gördük ki, bu tartışma abesmiş. Çünkü Rusya Türk Hava Kuvvetleri’ne Efrin üzerinde her istediğini yapma şansını verdi.

Neden? Rusya, anayasa taslağı hazırlayıp belirli bir özerklik verilmesini önerdiği Kürtleri neden -yaygın tâbirle- “satmış”tı?

Sanırım önce şu basit ama hep ihmal edilen gerçeği hatırlamalıyız: Devletler, hele büyük devletler, kimseyle dost olmuyor, kimseyi sevmiyor, kimseye bağlanmıyor, dolayısıyla kimseyi satmıyor, kimseye ihanet etmiyor; basitçe, çıkarlarının peşinde koşuyor. Çıkar icabı dost-müttefik olduğu birileri, o çıkara uygun davranmadığında başka ittifaklar, başka yollar arıyor. Meselâ Rusya, savunmak için ordusunu seferber ettiği, kendisine Akdeniz kıyısında üsler veren Beşar Esad’ın yerine, hem içsavaşı bitirecek hem de çıkarlarını aynen sürdürecek bir alternatif bulsa, karada savaşacak milis güçleri için İran’a hayatî ihtiyaç duymasa, İran da Esad’dan vazgeçilmesini kabul etse, muhaliflerin hatırı sayılır kısmını yatıştıracak bir formül bulup Esad’ı çoktan “satmış” olur muydu olmaz mıydı?

Peki YPG/YPJ’yi bombalayıp Efrin’den çıkarsın diye Ankara’ya imkân sağlamak neden Rusya’nın çıkarına olsun? Sözü edilmesi gereken etkenler çok.
 
PYD’li Kürtlerin “hizaya getirilmesi” • Suriye’nin yakın geleceğinde PYD’nin siyasî, YPG/YPJ’nin askerî konumu. “Kuzey Suriye Federasyonu” diye bir statü olacak mı? YPG/YPJ’nin ABD desteğiyle elinde tuttuğu geniş bölge, özellikle Deyr ez-Zor, civardaki petrol alanları ne olacak? YPG/YPJ artık tecrübeli bir ordu sayılır. Suriye rejimini çok uğraştırabilecek bir kuvvet. Suriye Kürt toplumunun hâlihazırdaki ruh hali, PYD’yi destekleyen geniş kesimin ideolojisi, Esad’a kayıtsız şartsız boyun eğmeye elverişli değil. Birçok gözlemcinin kabul ettiği üzre, PYD’nin bir şekilde “hizaya getirilmesi” Rusya açısından istenir bir hal.
 
“Hizaya getirme”nin ölçüsü • Hem Rusya hem ABD, PYD’nin kendi planları dışında hareket etmesini istemiyor. Bu yüzden, ikisi de ayrı açılardan, onun hizaya getirilmesini, ama bu işin PYD’li Kürtleri rakibe yaklaştıracak düzeye varmamasını istiyorlar. Ankara’nın Efrin harekâtının çok fazla zayiata yolaçmayacak şekilde sürdürülmesi, olabildiğince sınırlanması ikisinin çıkarına da uygun. Bunun tercümesi, Efrin’in Türkiye ile sınırları boyunca uzanan ama Suriye içine doğru çok da derinleşmeyen bir nevi güvenli bölgenin oluşturulması. Tabiî Ankara’nın niyetinin bununla sınırlı olduğu çok şüphe götürür. TSK ve ÖSO, Rusya’nın münasip bulduğu sınırı aşarsa nasıl durdurulacak, şimdilik bilinmiyor.
 
“Bu gidişe dur deme” • İki büyük gücün PYD üzerindeki rekabeti elbette Suriye’de kurulacak yeni düzeni kendi hedefleri doğrultusunda biçimlendirme gayretiyle ilişkili. Siyasetin savaş alanından masaya taşınmaya başlandığı ilk aşamalarda hazırladığı ve ilgililer arasında dolaştırdığı anayasa taslağında da görüldüğü üzre Rusya, “yeni Suriye”de özerk bir Kürt bölgesini varsayıyor. Ama bu bölgedeki yönetimin özellikle dışarıyla ilişkisinde ve askerî mevzularda Şam’dan, yani aslında Moskova’nın kendi etkinliğinde olacağını varsaydığı merkezî devlet politikasından ayrı düşmemesini güvenceye bağlamak istiyor: Suriye Kürtleri yönetimde temsil edilmeli, kendi özerk alanlarına sahip olmalı, ama Şam’a tâbiyetleri de garantilenmeli. ABD’nin otuz bin kişilik sınır koruma kuvveti girişimi, Moskova’nın gözüne Pentagon’un YPG/YPJ’yi bir nevi özerk ordu haline getirmeye kalkışması olarak gözüktü. Rusya bunu fazla tehlikeli buldu. Bu girişimde, kendi tasarladığı özerklikten çok ötelere uzanan bir nevi bağımsızlık havası sezen Rusya, “bu gidişe dur deme” bâbında da Ankara’nın Efrin harekâtına onay vermiş olabilir.
 
Ankara’nın İdlib’teki taahhütleri • Eğer İdlib’te cihatçı nâmına kim varsa son ferde kadar yok edilmesi gibi bir sansasyonel hedef güdülmeyecekse, Rusya hâlâ, İdlib’in silahlı gruplarından bir kısmının Türkiye tarafından uzlaşmaya razı edilmesi ve böylece kansız yoldan saf dışı bırakılması hedefinden vazgeçmemiş olmalı. Bu durumda, Türkiye’nin denetlediği Suriye topraklarının biraz daha genişletilmesi, belki buraya İdlib’ten geçiş sağlanması ve savaşı bırakmaya razı edilecek militanların buralara aktarılması gibi bir plan üzerinde anlaşılmış olabilir. İdlib’te cihatçılarla karşı karşıya gelme riski almaktan kaçınan Ankara, Efrin tavizi karşılığında, İdlib’in cihatçı egemenliğindeki bölgelerinde de gözetleme noktaları oluşturmaya girişecek olabilir. Nitekim, bu konuda ilk somut işaret geldi. Sayısını, bileşimini, niteliğini bilemediğimiz bir TSK konvoyu, 24 Ocak günü, cihatçıların elindeki topraklardan geçerek el-Eys’e ulaştı. TSK’nın buradan başlayarak on iki gözetleme noktası oluşturmak üzere işe koyulacağı söylendi. (TSK konvoyu geldikten kısa süre sonra el-Eys’in Suriye tarafından bombalanmasına ne anlam vereceğimizi henüz bilmiyoruz.)
 
Putin’in Erdoğan’a desteği • Evet, böyle bir durum var. Türkiye’de nedense pek çok “anti-emperyalist” çevrenin pek bir sempati beslediği Rusya diktatörü Vladimir Putin, Türk dış politikasının gidişatından fazlasıyla memnun. NATO üyesi Türkiye’nin bu ittifakla ve genel olarak Batı ile arası açılıyor. Ankara, altı bir türlü doldurulamayan büyüklenme politikasıyla, her çuvallama ertesinde Rusya’ya giderek daha tâbi hale geliyor. Moskova, Efrin harekâtının gerçekte “içeriye dönük” olan esas amacının pekâlâ farkında ve bu harekâtla yaratılacak seferberlik atmosferinin Erdoğan’ı, istediği bütün yetkiler ve rakipsizliğin olanca gücüyle iktidara taşımasına yardımcı olmak istediği belli. Ankara etraftaki herkesle düşman olmayı becerirken, Erdoğan hem Trump hem Putin tarafından tutuluyor.
 
“Tamamen duygusal” sebepler • Türk Akımı doğalgaz boru hattı projesi, Türkiye’nin doğalgazda Moskova’ya bağımlılığını artıran ve garanti altına alan bir girişim. Bu proje kapsamında Karadeniz’de Türkiye’nin yetki alanındaki bölgede döşenecek ikinci hat için gerekli izni Moskova Efrin harekâtından bir gün önce aldı! Efrin üzerindeki hava sahasını Türk bombardıman uçaklarına açmak, Kürt silahlı gücünü Türkiye sınırındaki topraklardan uzaklaştırmak, 80 milyonluk bir ülkeyi doğalgaz gibi hayatî konuda uzun zaman kendine bağımlı kılmanın, doğalgaz naklinde Ukrayna’yı devre dışı bırakabilmenin karşısında, pek ufak bir bedel olarak görülüyordur Kremlin’de.
 
ABD, neden?
 
Türkiye’yi “kaptırmama” gayesi • ABD gerçekte Türkiye’yi tamamen kaybetmek istemiyor. Trump yönetiminin Erdoğan+AKP iktidarıyla zaten demokrasi-insan hakları konularında bir sorunu yok. Elinden gelse kendi ülkesinde hukuk düzenini yok edecek bir yönetim bu. ABD’nin yerleşik devlet mekanizması, Rusya ve Çin gibi rakiplerine karşı demokrasi ve insan hakları “silahını” kaybetmek istemediği için zaman zaman Ankara’yı zorlayabileceğini belli ediyor, ama bunun ötesinde, ABD’nin, diyelim Suriye “sahasındaki” tutumunu değiştirmesine yolaçacak bir etken değil bu. Trump’ın, hukuk ve bunun gibi başka demokratik “kısıtlamaları” takmayan, başına buyruk, otoriter liderlere sempatisi var. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’a göre Trump ile Erdoğan “iyi bir kimya yakaladılar”. ABD başkanı ve etrafındaki kadronun dünyaya dair hayali, bütün ülkelerin başında böyle, bütün yetkiyi elinde toplamış, karar verdiğinde hemen uygulatabilecek, dolayısıyla onunla anlaştığın zaman başka bir sürü kurumla uğraşmanı gereksiz kılacak, işlerin tek adamla bitirilmesini sağlayacak, kendisi de “iş bitirici” liderler tarafından yönetilmesi. ABD yerleşik nizamının Ankara’nın başına buyrukluğundan rahatsız olması ve onu yola getirmek için Zarrab davası gibi araçlara başvurabilme ihtimali ile, 80 milyonluk ülkenin NATO ordusunu Rusya’ya kaptırmama endişesi birarada var. Ve Washington, Ankara’nın Moskova’ya giderek nasıl daha tâbi hale geldiğini görüyor, bunu eli kolu bağlı izlemek istemiyor. Bu yüzden Efrin harekâtına “orası bizi ilgilendirmez” diye yeşil ışık yaktı. Şimdiyse, harekâtın YPG/YPJ ile kendi ilişkisine verdiği zararı telafi etmek için çeşitli cılız girişimlerde bulunmakla yetiniyor.
 
ABD’ye zararı yok • Efrin harekâtının ABD’ye hiçbir fiilî zararı yok. Washington’ın dolaylı olarak denetleyebildiği Suriye topraklarını azaltmıyor. ABD, daha harekâtın ilk anlarında, “orası Rusya’nın çöplüğü, biz karışmayız” mânâsına gelen bir açıklama yaptı. Sonra da, “YPG/YPJ ile ittifakımız oralara uzanmıyor, çünkü orada DAİŞ yok” dedi. Efrin’e destek için gitmesi düşünülen takviye YPG/YPJ kuvvetine de ultimatom verdi: “DAİŞ’le savaşmayı bırakıp oraya gidenlerinizi müttefikimiz saymayız, başlarının çaresine bakarlar”. (Bu açıklama yanlış anlaşıldı, ABD’lilerin “şuradan şuraya üçünüz beşiniz gitse bile bütün YPG/YPJ’ye yardımı keseriz” dediği yolunda yorumlandı, bilahare yine ABD’li yetkililere dayanılarak düzeltildi.) Özellikle sahadaki ABD askerî yetkilileri, daha önce Dışişleri Bakanı  Rex Tillerson tarafından dile getirilen, “zamanı ve alanı sınırlı operasyon olsun” temennisini tekrarlıyor ve YPG/YPJ’yi yine de kollarmış gibi yapıyorlar. Yukarıda “cılız girişim” dediğim bu. Ancak bu tutumun gelinen aşamada teselli armağanı değeri bile var mı, şüpheli.
 
Rusya’nın girişimlerine çomak • ABD, Suriye’nin yakın geleceğinin planlanmasında Rusya ile açıktan çatışmak istemiyor. Ama Rusya’nın inisiyatifinde yürütülen geleceği şekillendirme çalışmalarını da alttan alta baltalayıp zorlaştırıyor. Şu anda istediğini büyük ölçüde alabileceği bir fiilî konuma sahip ve bunu koruma peşinde. YPG/YPJ aracılığıyla denetleyebildiği toprakların ne kadarında kalıcı olmayı istiyor, ne kadarını pazarlıkta gözden çıkarabilir, bilmiyoruz. Ama böyle bir pazarlık gücüne sahip olduğu aşikâr. İleride, YPG/YPJ’nin başka yerlerden de çekilmesi istendiğinde bu pazarlıklar gündeme gelecektir. Şimdilik, TSK’nın Efrin harekâtı, Rusya’nın kurduğu masayı dağıtmasa bile, örtüyü kaydırabilir, birşeylerin dökülmesine yolaçabilir.
 
Esad olacağına Ankara olsun” mu? • Resmî demeçlerde değil ama “el altından”, ABD’li yetkililer, Efrin’e -ve muhtemelen, cihatçı egemenliğindeki İdlib hariç- Şam’ın denetiminden çıkmış başka yerlere “Esad’ın acımasız rejiminin geri dönüşü”ne meydan verilmemesi gerektiğini söylüyorlar. Eğer Efrin için bu, “Esad’ın eline geçeceğine Ankara denetlesin” tercihine yolaçtıysa, bunun ne kadar uzun ömürlü bir tercih olacağı pek şüpheli. Zira TSK Efrin’e tamamen hakim olmayı başarsa dahi, bir noktada bu bölgenin Şam’a devredilmesi kaçınılmaz olacak. Çünkü Rusya Ankara’ya “tamam artık, haydi çıkın” diyecek. Şam’ın, ülke topraklarının bir kısmını Ankara’nın otoritesine bırakması sözkonusu olamaz. Rusya’nın Esad yönetimini böyle bir fiilî duruma ikna etmeye çalışması için kaç doğalgaz boru hattı daha gerekir, bilemeyiz. Muhtemelen böyle bir çabaya girişmez. Belki öyle bir durumda Ankara’dan Washington’a yeni bir teklif gider; daha doğrusu, eski teklif yeniden ısıtılır: Kürtleri bırakın, bizimle iş görün.
 
Önümüzdeki günlerde herhalde Efrin’le yatıp Efrin’le kalkacağız. Şimdilik burada kesiyorum. Son diyeceğim, savaş kötü şey, meseleleri insan öldürerek çözmeye kalkmak çok kötü şey.
 
(NOT: Ben yazımı P24’e yollarken, TC Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, ABD’li mevkidaşı Tillerson’ın kendisine Suriye Türkiye sınırında otuz kilometrelik güvenli bölge önerdiğini, üstelik bunu “biz 10 km düşünmüştük ama siz 30 istiyorsunuz, 30 olsun” mealinde sözlerle yaptığını ileri sürdü. Washington’dan bunun paralelinde açıklama henüz gelmedi. Çavuşoğlu, Batılı gazetecilerin kendisinin söylediklerine inanmamasından yakındı. Bu yönde gelişmeler olursa daha sonra ele almak üzere…)