Rüyalar ve riyalar…
Herkesin bir rüyası var ama tek derdi “riya” olanlar kazanıyor…

22.01.2017
Ve sonunda bu da oldu…
Donald Trump, artık resmen ABD’nin Başkanı…
Son birkaç ayda, Trump’ın profilini çıkarmaya, hakkında yazılmış çizilmiş olanları, toplayabildiğim verileri inceleyerek nasıl bir karakteri, nasıl bir hayat perspektifi olduğunu incelemeye çalıştım.
Vardığım sonuç şu: Trump’ın herhangi bir ideolojisi yok. Kendisi, patolojik bir yalancı ve full-time narsist.
Üstüne üstlük, kendiyle aylarca Art of the Deal (İş Bitirme Sanatı) otobiyografisi için yakın çalışan veya onunla en çok zaman geçiren yazar-gazeteci olan Tony Schwartz’ın deyişle, Trump’ın konsantrasyonu neredeyse sıfır; ilgisini kesinlikle odaklayamıyor. Eğitim hayatı dışında, herhangi bir kitabı eline alıp okuyup bitirdiği şüpheli. Hayata dair bilgileri, saptamaları ve düşünceleri, tamamen sığ.
ABD Başkanları, entelektüellikleriyle ön plana çıkan isimler olmayabilirler; ancak, bir önceki Başkan Barack Obama’nın tam bir kitap kurdu olduğu biliniyor. Keza, Ronald Reagan ve George W. Bush gibi eski başkanlar da, görev süreleri boyunca boş vakitlerinde muhakkak kitap okuyan, başkanlıkları öncesinde de kitaplara düşkünlükleriyle bilinen isimler. Trump gibi açık açık kitap okumaya vakti olmadığı, kitap okumadığı ile övünen bir başkan daha yok.
Trump’ı yakından tanıyanların dikkat çektiği başka bir özelliği de fevrîliği, düşünmeden hareket etmesi… Üstüne üstlük, insanlara karşı tavrı ve konuşmaları ya onları aşırı pohpohlayıp “En büyük sensin” (You are the greatest) tarzı mübalağalarla dolu veya “İğrenç” (Nasty), “Çirkin”, “Hain” gibi sert söylemlerle itmeye ve uazklaştırmaya odaklı. Tüm karşı karşıya geldiği kişileri, kendi suyuna gidenler, ona destek olanlar ve işine yarayanlar ile kendisine köstek olanlar, kendisiyle zıtlaşanlar ve işine yaramayanlar olarak ikiye ayırıyor. Tabii ki, bu gibi “zıt kutuplu”, “bipolar kişilik” özellikleri, dünya liderleri ile diplomasi gerektiren bir görev için son derece ürkütücü.
Bu yazıda, Trump’ın yemin törenindeki konuşmasını inceleyecek ve verdiği mesajların neler olduğunu gözden geçireceğiz. Gerçi, Trump’ın söylediklerinden çok, yukarıda bahsettiğimiz kişilik özellikleri, nasıl bir başkanlığın ABD’yi ve daha da önemlisi dünyayı beklediğini ortaya koyuyor.
“Daha da önemlisi dünyayı” diyorum, zira bir kere, ABD’nin felsefî ve kurumsal kökenleri 18-19. yüzyıllara dayanan, en büyük özelliği de tek kişinin veya kimsenin gücü ele geçirmesine karşı olan bir demokrasisi var. Yani, ABD için, Trump bir sınav; ama Türkiye gibi bir örnekte tezahür edebileceği ölçüde değil… ABD’nin kurumları ve demokrasi geleneği, basının gücü ve ifade özgürlüğüne verilen önem gibi “güçlü” yönleri dikkate alındığında, bu sınavı vermek için avantajlı konumda olduğu söylenebilir.
Bunun ötesinde…
Tüm dünya genelinde karşı karşıya olunan tehdit, Trump’ın yemin töreni konuşmasında da kendini açıkça ortaya koyuyor: Gücü “halkta” toplayacağını iddia eden ve tersine tamamen kendinde toplayan, “halkın ta kendisi” olduğunu iddia edip, tek derdi para ve nüfuz olan aşırı hırslı seçkinlerden ibaret popülist liderler, hareketler…
Trump ne için yemin etti, konuşmasında en çok neye vurgu yaptı?
Öncelikle, Trump’ın konuşmasında sürekli yinelenen kelimelere bakıldığında, 2009’da Obama’nın ABD ve hattâ dünya genelinde büyük heves ve heyecan yaratarak iktidara geldiği dönemdeki konuşmasında tekrarlanan kelimelerden çok da farklı değil.
Trump, yemin konuşmasında en çok “rüyalardan” bahsediyor… Evet; tıpkı, Martin Luther King Jr’ın meşhur “Bir rüyam var…” konuşmasında olduğu gibi ana fikir aslında “rüya”. Çok da ironik şekilde Trump, Martin Luther King Jr’ın karşı olduğu her şeyin vücut bulmuş hâli aslında… Buna karşılık, çok daha farklı biçimlerde, Trump da yemin konuşmasında aynı âna fikre yöneldi; insanların rüyalarına “sübliminal mesajlarla” vurgu yaptı. Obama, “rüyalardan” bahsetmemişti ama, “yeni”, “nesil” ve “bugün” gibi, değişim ve bugün hemen adım atıp, fark yaratmaktan, değişim gerçekleştirmekten bahseden bir söylem denklemi kurmuştu.
Obama’nın 2009’da “Yapabiliriz” sloganıyla kazandığı başkanlığın yemin töreninden yaklaşık sekiz yıl sonra Trump’ın ikinci vurgusu, “Amerikanlık” üzerineydi. İlk bakışta, bu yönelim, Obama’nın 2009’da ilk kez başkan olarak yemin ettiği dönemden çok farklı bir milliyetçilik vurgusu gibi okunabilir. Ancak, Obama da 2009’daki yemin töreninde, en çok “ulus” kelimesini kullanmıştı; elbette ki, kastettiği “Amerikan ulusu” idi. Bununla beraber, halef ve selef başkanların her ikisinin de en çok kullandıkları kelimeler arasında, “iş” yer alıyordu. Yani, ABD’de yaklaşık 10 yıldır değişmeyen dert hep “iş”(istihdam); halef-selef başkanların bu sözcüğe vurgusu da tesadüf olmasa gerek.
Buna karşılık, Trump’ın en çok kullandığı sözcüklerden bir diğeri, “Obama” idi. Trump, her ne kadar Obama’ya ve kendinden önceki diğer tüm ABD Başkanlarına yönelik olarak son derece övücü ve şükran dolu sözcükler sarf ettiyse de son kertede “devraldığı mirası” betimleme yöntemi oldukça sertti: bu mirası tanımlamak için “katliam” veya “kıyım” gibi anlamlara gelebilecek olan “carnage” kelimesini kullandı. Başkanlık gibi bir göreve başlayan siyasetçilerin, Trump’ın tercih ettiğinin aksine, bütünleştirici ve “ulusun” tümünü kucaklayıcı konuşmalar yapması beklenir: buna karşılık Trump, ABD’yi bitmiş, çökmüş, çürümekte olan ülke olarak tasvir etti ve “yozlaşmış”, “bencil” seçkinlerin elinden kurtardığını öne sürdü.
Ve Trump’ın konuşmasında şu cümle de çok önemliydi: “Politikamızın kalbinde, Amerika Birleşik Devletleri’ne safkan bir bağlılık yatıyor ve ülkemize olan sadakatimiz yoluyla, birbirimize olan sadakatimizi keşfedeceğiz. Kalbinizi vatanseverliğe/yurtseverliğe açtığınızda önyargıya da yer kalmaz.”
Son kertede, Trump’ın tasavvur ettiği “politika”, bir tür “inanç” ve aynı zamanda şöyle bir şey: “sorgulamanın” kabul görmediği adeta “dinsel” bir yönelim. Konuşmanın, “kötü” seçkinlere karşı savaş veren “iyiler” ikilemi ve ayrımına olan vurgusu da, popülist ideolojinin “Beyaz Milliyetçiliğine” vurgu yapan tarzının propagandasını yapan bir yazarın kaleminden çıkması, bu düşünce çizgisinin nasıl politik güç kazandığını ortaya koyuyor. Trump’ın düşünceleri sığ demiştik, ancak, konuşmanın yazarının ideolojik kökleri oldukça derin.
Gene bir yalan
Tören öncesi, yardımcıları tarafından konuşmayı Trump’ın bizzat kendisinin yazacağı öne sürülmüştü. Hattâ, Trump’ın kendisi de Twitter’a önünde bir bloknot ve elinde bir kalem bir resmini koyarak “tören konuşmasını yazmakta olduğunu” duyurmuştu. Ancak, konuşmayı aşırı sağa kaçan “Beyaz Milliyetçiliğini” savunan ideolojik çizgisi ile tanınan ve Beyaz Saray Baş Danışmanı unvanını da alan Steve Bannon’un yazdığı ortaya çıktı. Bir kere ortada açık seçik söylenen bir yalan (daha) var. Beyaz Saray’ın yeni lideri, göz göre göre yalan söylemekten kaçınmıyor, çekinmiyor; yalan söylemekle ilgili bir ahlaki kaygısı, çekincesi yok.
Bannon’un konuşmanın yazarı olması da, oldukça ciddi bir durum. Sansasyonel, öfkeli, intikamcı, nefret dolu söylemleri yücelten bir tarzı olan Bannon ile Trump’ın etik kaygılardan arınmış yönü birleşince ortaya çıkan “kimya”, bu konuşmanın en çok dikkat kelimesi “carnage”/”kıyım” sözcüğüne uygun olacak gibi gözüküyor.
Trump’ın konuşmasının bir bölümünün, Christopher Nolan’ın yönettiği The Dark Knight Rises (Kara Şövalye Yükseliyor) adlı, Batman’in süper kahraman olarak dünyayı kurtardığı filmdeki bir konuşma ile tıpatıp benzediği de öne sürüldü. Ancak bu konuşma, “kahraman Batman”in değil, Gotham Şehri’ni ele geçirmeye çalışan kötü milyarder Bane’in konuşması idi…Trump, “Gücü, Washington DC’den alıyor ve size, halka, geri veriyoruz” diyordu. Maskeli “kötü” Bane ise, “Gotham’ı yozlaşmışlardan alıyoruz…ve size, halka geri veriyoruz” diyordu.
Gelelim, Trump’ın yemin konuşmasında en çok alkışı aldığı (ve Trump gözüyle bakılınca, en önemli kazanımların başını alkışlar ve ilgi çektiğine göre, bu nokta oldukça önemli) kısma gelelim şimdi de…
“Eski müttefiklik ilişkilerimizi güçlendireceğiz ve yenilerini oluşturacağız-ve medeniyet dünyasını, radikal İslamî terörizm karşısında birleştireceğiz, [radikal İslamî terörizmi] dünya yüzünden sileceğiz.”
Trump’ın, “radikal İslam” ile neyi kast ettiği henüz meçhul; muhakkak ki, IŞİD bu tarifin içinde… Ancak, Suriye ve Irak ötesinde dünya genelindeki İslamcı hareketlerin tümü, ılımlı ve “ılımsız” ayrım gözetilmeksizin, kendini Trump’ın hedef tahtasında bulabilir. Trump’ın ilk kez bir konuşmasında, “İslamî terör” tanımlamasını kullanan başkan olduğunu da anımsatalım. Evet, “İslamcı” bile değil: İslamî terör…
Bir de, dünya genelindeki tiranlara uyarı: “ayna etkisi”, yani sûretini aynada görmek ve kendi muadili ile iş yapmaya çalışmak, çok irkiltici ve yıkıcı olabilir.