Şarkımızın hatrına
Yıkıntıların önünde baş ve saç açısı incelikle ayarlanmış selfie’ler çekerler. Sonra senin hikâyeni de inkâr ederler. Yıkılman bile yasakmış
28.02.2021
Müzik yazıya benzemez. Onun gibi gözün satırla buluşmasına, aklın dişlilerinin okunanı algılamak ve gözünde canlandırmak üzere dönmesini sağlayan bir ara zamana, saniyelere, dakikalara ihtiyacı yoktur. Melodinin ilk damlalarının dökülmeye başlamasıyla birlikte burnun içinde, göğüs kafesinin boşluğunda titreşir müzik. Sen ne olduğunu anlamadan başına gelmiştir.
Barış Diri’nin “Derinden”ini dinlerken olan buydu. Kavimdaşımın koca hediyesi bu, çünkü şarkı paylaşmak, biri için listeler yapmak, ruhunu parça parça kesip ikram etmek demek. Hani eski zamanlarda karışık kaset doldururduk ya, tam onun gibi. Hediye edilen ezgi zamanda ve mekânda misliyle yankılanır. Tam kaybettim o hissi dediğin anda, gelir bulur seni. Hafızandan fırlayıp bugününe konar. Ne de olsa şarkının ve albümün isminin taksim işaretinden sonra devam eden uzun bir bölümü daha var: Derinden/bazen hayat çok kötü gidiyor ve ben onu nasıl anlatacağımı bilemiyorum. Kendi içinde bir durum özeti.
Barış Diri’nin yorumunda Hüsnü Arıkan’ı çağrıştıran bir şeyler var. Heyecanla titreşen, onca deneyime karşın hayretini koruyan bir öz. Kaçak bahar havası kadar aklı baştan alan, ikindide oturulan rakı sofrası kadar unutulmaz, şarkılı ara sokak koşturmaları kadar çocuksu, trende ağaçların geriye doğru kaybolduğu o manzara kadar özgürleştirici.
Kuşlar içimden düşümden uçmuş
(Yani derinden derinden)
Dostlar kafamdan yaşamdan kaçmış
(Yani derinden derinden)
Böyle olmadığı zamanlar vardı. Derin yaşadığın zamanlar. Kalbinin hayatla aynı ritimde aktığı. Şimdi yokluğuyla teyit ediyorsun senden eksilen bir şeyleri. Şükrediyorsun hatta acına. Ne de olsa derin acı, sığ yaşanmamış şeylerin tersten sağlaması.
Şimdiyse yüzeydesin. Plastik poşet gibi. Ayrıksı, yapay, geri dönüşümsüz. Sanki hiç durmadan karnın çekiliyor, sanki bir vakum yutuyor seni. Sesin boşlukta kayboluyor. Tenin de kalbin de donuk. Muhatabın yok. Burada hayallere de yer yok. Hayatın gerçeği acıttığında sığınabileceğin kendine ait bir dünyan yok. Sahiplenemediğin, hapsedildikleri baloncuklar içerisinde “Bu ben miyim sahi?” diye sorduğun, hafızada donmuş iğreti anlar toplamısın. Çok eskiden izlediğin bir filmi, hatta rüyanı hatırlamaya çalışmak gibi. Boşluklar ve tutarsızlıklarla dolu tekinsiz bir anlatı. Neresinden tutsan orasından elinde kalan.
Aşklar savaşlar şiirden çıkmış
(Yani derinden derinden)
Putlar ikonlar evimde belirmiş
(Yani derinden derinden)
Şanlı savaş, bitimsiz aşk yok. Bunlar şiir dünyasının yanılsaması. İnsanlığa ihtiyaç duyduğu anlamı birazcık da olsa tattırma sanatı. İnandığın şeyler vardı. Uğruna mücadele ettiğin davalar, değerler. Sandıklara kalktı hepsi. İnançlar da kaybedilirmiş çünkü, bazen yeniden inanmak, sil baştan aşklanmak için muharebe gerekliymiş. Hiçbir şeyin verili olmadığını öğrendin; o, en büyük hayat dersi.
Kedişler, köpüşler sokakta yaşarmış
(Yani derinden derinden)
Kadınlar, çocuklar hayattan göçermiş
(Yani derinden derinden)
İhtimal altı gün altı gecede dünyayı yaratan Tanrı’nın dinlendiği yedinci güne denk geldi bunca zulüm. Bitmeyen bir gündü. Sonsuzluk ve bir gün. Kabullenemeyeceğin bir vahşet, bir yıkım. İnsanın insana reva gördüğü acı. Gönül indirdiği kötülük. Tarih kitaplarındaki gibi parlak ve şaşalı olmayan savaşlar. İsimsiz mezarlar, zorla kaybedilenler, yüzyıla yayılan ve hep bir kez daha yaşatılan bir inkâr. Bütün müfredatı yeniden belledin. Ezberden değil, tenine kazıya kazıya. Kan ve gözyaşınla.
Bunları düşündüğün gecelerin sabahı pek zor gelir. Çoğunlukla gözünü kırpmazsın. Gecenin karanlığı giderek siyahın tonlarına bürünür. Geçmişinden gölgeler boş duvarlara yansır. Baktığın o gölge oyunundaki sahnelerin gerçeğini hatırlamaya çalışırsın. Giderek başın ağrır, beynin bulutlanır. Neden sonra gün doğduğunda sahipsiz hissedersin, sabah ayazında kediler motor üstünde fos fos uyur, köpekler kabile halinde gezerken. Sen uykusuz, upuzun bir gecenin, eklemlenemediğin kara tünel bir tarihin boşa düşmüş halkasısın.
Adamlar, babamlar ölürmüş derinde
(Yani derinden derinden)
İnsan özünden düşermiş bazen
(Yani derinden derinden)
Ya gerçekten öldüklerinden ya çekip gittiklerinden dolayı kaybettiğin birileri vardır. Duruşuna güvendiğin, taş taş üstüne koyduğun bir kalenin içerden çöküşü. Enkaz altında kalırsın, harabeye dönersin. Kimsenin uzun boylu restorasyonla uğraşacak zamanı da yok. “Yazık oldu, ne de müthiş kaleydi” der, yıkıntıların önünde baş ve saç açısı incelikle ayarlanmış selfie’ler çekerler. Sonra senin hikâyeni de inkâr ederler. Yıkılman bile yasakmış, ne haber.
Küçük bir çocukken içim çok sıcaktı
(Yani derinden derinden)
Allah yukarda ve toprak sıcaktı
(Yani derinden derinden)
Dünya dönerdi ya ben de dönerdim
(Yani derinden derinden)
Annem gülerdi ya ben de gülerdim
(Yani derinden derinden)
Yekpâre zamanlar vardı. Sen ve dünya bir bütündünüz. Hayatın kaynağından akardın. Gözünün değdiği her şeye ilk bakışındı. Elini üzerine koyduğun her şey ilk dokunduğun. Taze poğaça, börek kokusu, senin için, dudakların yanmasın diye ılındırılmış çay. Telvesine parmak batırdığın kahve, eline aldığın ilk kitabın. El yazınla tanıştığın zamanlar. Kahkahanın bahaneye baktığı, her şeyi söylendiği gibi anladığın, sen inanabildiğin için masum olan zamanlar. Yıllar geçtikçe kendini unutacaksın. Sana seni unutturacaklar, çünkü düzenin işleyişi böyle. Çocukluğunun son, yalanla tanıştığın ilk ânı özleyeceksin. Büyümek parçalanmaktır bir yanıyla.
Bugünlerde ruhumda korkunç bir ur var
Derinlerde sinmiş semirmiş bi sansar
Sönmüş tükenmişti bitmişti sancak
Yani derinden derinden
İçerden vurulmanın ağrısı hiçbir şeye benzemez. Konuşmadığın bir şeydir o. Yaranın altında biriken apse. Kemiğe işlemiş, için için sızlayan bir ağrı. Ruhun tomografisi nerede çekiliyor? Söylenemeyen her şey orada toplanır. Kimse derman olmayacak. Sen çıkacaksın kendi ruhunun karşısına. “Ey ruh geldiysen kapıyı üç kez çal” demeye. Ve tam o an bir gülme tutacak.
Çünkü dramatik denen şey yok artık, sadece trajikomik var. Gülmekle ağlamanın birleştiği yer. Oradan toplayacaksın parçalarını. Asla bütünlüklü bir resim çıkmayacak yeniden ortaya. Hani Japonlar kırılan seramiği tamir etmek için tam kırıldığı çatlağından altın yaldızla kaplar ya, işte öylece belirgin olacak parçalandığın yer. Ve dahi altın tozuyla kaplandığın. İzi özelliğe dönüştürdüğün. Çünkü seninki de bu geleneğin arkasındaki wabi –sabi denen “kusurlu güzellik” kavramının ifadesi. Hani şu hasarıyla, sadeliği, yaşanmışlığıyla değer kazanma fikrine dayanan felsefe. Buna göre artık daha önceki halinden çok daha güzel ve değerlisin. Züğürt tesellisi niyetine.
Yüzümde şu nursuz geceyi utandır
Ruhum cevap ver karanlıkta saldır
Manyak bir asi gibi sapla mızrak
Yani derinden derinden
Peki şimdi ne olacak? Bütün keyif sofraları dağılmış, birbirinden ayrı düşünemediğin insanlar okyanusun ortasındaki adalar gibi bir başına durmuşken ne yaparsın? Yine kendinden medet umacaksın çaresiz, sabahı gelmeyen bir gecede daha. Artık görmezden, bilmezden gelemeyeceğin acının kaynağına zorlu ve zorunlu bir yolculuk zamanı. Senden öte kim hücuma geçebilir ki zaten? Kim içini kemireni neresinden vuracağını senden daha iyi bilebilir? Kendi yumuşak karnını. Dermanın derdinde saklı, ne tuhaf değil mi? Kaçtığına koşacaksın. Öldürende doğurmaya kendini.
Derinden hedef alıyorsun, derine dalıyorsun. Boğulacak gibi hissediyorsun, o yüzden derin bir nefes alıyorsun. Meğer ne çok özlemişin derin zamanları. Ne çıkarsa bahtına deyip göze almaları.
Çok uzun zaman sonra bir an için gerçeğin de hayalin de bir. Kainat ödüllendiriyor seni, korkuna meydan okuduğun için. Bak yine hatırladın kendini, yaşadıklarını. Hepsi sendin.
Bir dileğin var şimdi. Kıyına bir yıldız düşsün istiyorsun. Mucizeler aşkına. Şarkımızın hatrına. Rutini kıran bir işaret. Aynaya çarpan günışığı. Hikâyeli bir hayat. Bugün yarın daima…