Seçeneksiz seçim, amasız hayat

Tabii ki deli gibi öfkeliyim, bir o kadar korkuyorum ama gülebilme hakkımı istiyorum. Utanmadan mutlu olabilmeyi.

KARİN KARAKAŞLI

26.05.2023

Ama bağlacına oldum olası temkinli yaklaşırım. Önündeki her şeyi boşa düşürür ve ancak o şekilde sadede gelir. O yüzden birileri uzun uzun bir şeyler açıklamaya giriştiğinde ne zaman şu ama gelecek diye kulak kesildiğim de vardır. Ama (buraya gülücük işareti koyalım) bazen de bizzat “ama”nın kendisi hâlihazırdaki durumu tasvir etmek ve bir arka plan oluşturmak adına kendisinden önceki cümleleri de kapsayarak itirazı güçlendirir. Bunu başarmasını umarak yazıya başlayayım.
 
Tabii ki benim de Kemal Kılıçdaroğlu’nun çevresine kümelenen pek çok siyasetçi ve temsil ettikleri dünya görüşüyle büyük derdim var. Maşallah ülke milliyetçilik, ırkçılık, muhafazakârlık paletinin elli tonu hâlinde sıralanıyor. Tek eksik beri taraftaki siyasal İslam ve köktendincilik. Hele son birkaç gündeki pazarlık ve birbirini ve kendini satış hızı; Sinan Oğan ve Ümit Özdağ’ın konumlanış manifestoları, bunların yarattığı artçı dalgalar ömürden ömür yedi. Ama Cumhur İttifakı içerisinde kendine yer bulan Yeniden Refah ve Hüda Par benim için doğrudan şiddetle özdeş. O köktencilik, o kendinden olmayana hayat hakkı tanımayan yaklaşım, iki farklı seçenek varmış durumunu da boşa düşürüyor hâliyle.
 
Tek adam rejiminin sunduğu hayatı zaten yaşıyorum. Alanların nasıl daraldığını, mücadelesi mücadelem olan bütün HDPli siyasilerin ve avukatların, insan hakları savunucularının, öğrencilerin, akademisyenlerin, kayıp ailelerinin, hasta tutsakların, tekmil muhaliflerin, halkın ta kendisinin nasıl rehin tutulduğunu görüyorum, iliğimden biliyorum. Son yıllarda giderek artan boyutta kullanılagelen LGBTİ+ nefretinin seçim sürecinde nasıl bir birleştirici harca dönüştüğünü dehşetle izliyorum. Ve daha da ötesine cevaz verecek bir sonucu düşünmek bile istemiyorum. Kendimi bir türlü uyandıramadığım karabasanlara benziyor.
 
Sağ kalmanın ötesi
Tabii ki Kemal Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı olduğu ihtimalde her şeyin sihirli değnek değmişçesine bir günden diğerine değişmeyeceğinin farkındayım. Ama bu senaryoda en azından yükselttiğim itirazın kaale alınacağı şeklinde bir umudum var. Parlamento dışı toplumsal dayanışma ağlarını güçlendirme inancım var. Hoş aksi hâlde de mücadele bir an için duracak değil. Daha da canhıraş bir aciliyete bürünecek. Ama günlük hayatın, sağ kalmak dışında bir anlam taşıması ihtimali heyecanlandırıyor insanı. Adaletsiz kalışımızın kabul edilemez sayılabilmesi misal. İnsan nelere şükretmiyor ki insanlık dışının olağanlaştırıldığı yıllarda.
 
Benim işim sözle ve yazıyla. Edebiyat, yayıncılık ve sanatın lüks değil hayatın sınırsız ihtimallerini kucaklayan, resmî tarih anlatısının iflas ettiği yere biricik insan hikâyelerinin sahiciliğiyle müdahil olan, insanları hayallerinden vazgeçmemeye cesaret ettiren, çocuklara, gençlere yalnız ve yanış olmadıklarını hissettiren, kayıt tutan, yaraları deşen, şifa veren zamanları diliyorum.
 
Yakın tarihiyle hesaplaşmayan, cezasızlık, sorumsuzluk çarkında sistematik kötülüğü tekerrür ettiren bir ülkede yaşayabileceklerimin sonundayım. Umudum temkinli ama bir o kadar da coşkun. Çünkü başka türlü yaşayamam ve o umudu kimseden almıyorum, ısrarla, azimle kendi içimde üretiyorum. Kimsenin tekelinde olmadığı için kendinden menkul. Ben var ettikçe var. Ben inandığım oranda gerçek ve güçlü.
 
Tabii ki deli gibi öfkeliyim, bir o kadar korkuyorum ama gülebilme hakkımı istiyorum. Utanmadan mutlu olabilmeyi. Kederde ortaklaşmayı. Kimsenin acısını tek başına taşımak zorunda olmadığı, birbirine el veren bir toplum düşlüyorum. Korkunç bir kutuplaşma oyunu yıllar içinde başarıya ulaştı. O yüzden de pembe hayallerim yok. O yüzden de Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığı döneminin zorluklarını görebilmek hiç zor değil. Ama birbirine selam ve su vermeyen, kesişmeyen kümeler hâlinde yaşamanın sürdürülebilir bir yanı yok. Kadının sömürülen, hor görülen varlığı üzerinden, çalışan herkesin emeği üzerinden gasp edilen ömürlerle varılacak bir yer yok.
 
Tabii ki bütün seçim döneminin Kürtler, mülteciler ve LGBTİ+lara yönelik ırkçı düşmanlık ve nefret üzerine inşa edilmesinden ikrah getirdim. Ülkesi, evi, geçmişi ve geleceği kalmamış mültecilerin çeyreği kadar mesele edilmeyen o parayla alınan gayrımenkullü vatandaşlıklara da gülümsedim. Hey gidinin neoliberal, neokapitalist siyaseti, sen nelere kâdirsin.
 
Kürt halkından ve siyasi mücadelesinden öğrenilecek onca vakar, dirayet ve evliya sabrının egemen kibri ve ucuz hesaplara peş keş çekilmesine kanım çekiliyor. Oysa mücadele dediğin asla seçim zamanlarıyla sınırlı değil. Hayatın kendisi bir varoluş azmine dayanıyor. Beşikten mezara hiç bitmiyor görenlere.
 
Atanmış değil seçilmiş hayat
Son olarak Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’la uzlaşılan protokol darbesini de yedik. Ve elbette şu meşhur kayyım kazığını. “Devletin varlığı ve bütünlüğünü hedef alan başta FETÖ, PKK, IŞİD olmak üzere bütün terör örgütleri ile etkin ve kararlı mücadele edilecektir. Terörle mücadele çerçevesinde, terörle bağlantısı hukuki kanıtlarla sabit olan mahalli idare yöneticileri yerine devlet görevlileri ataması uygulamasına yargı kararı çerçevesinde devam edilecektir. Terörle müzakere değil, mücadele edilecektir. Türkiye’nin milli ve üniter devlet yapısını hedef alan hiçbir siyasi ve hukuki düzenlemeye izin verilmeyecektir.”
 
Hadi karşılaştırmalı okuma yapalım ve yerel yönetimler reformunu hayata geçirmeyi taahhüt eden Millet İttifakı’nın Ortak Politikalar Mutabakat Metni'ni de hatırlayalım kısaca: “Merkezi yönetimin yerel yönetimler üzerindeki aşırı vesayetine son vereceğiz. Seçimle gelenin seçimle gitmesini güvence altına alacak, yerel yönetimlerde seçme ve seçilme hakkını yok sayan kayyum uygulamalarına son vereceğiz. Seçilmiş yöneticilerin görevlerine bir yargı kararı olmadıkça son verilememesini güvence altına alacağız. Görev suçları sebebiyle hakkında soruşturma başlatılan yerel yöneticilerin geçici olarak görevden uzaklaştırılmalarını da ancak yargı kararı ile mümkün kılacağız. Seçilme yeterliliğini kaybeden ya da görevden uzaklaştırılan belediye başkanının yerine gelecek kişinin belediye meclisi tarafından seçilmesini sağlayacağız.”
 
OHAL döneminde yayımlanan Kanun Hükmünde Kararnameler ile illerde İçişleri Bakanlığı’na, ilçelerde ise valiye “atama” yetkisi verilmesinden bu yana çok sayıda HDP’li belediye başkanı görevden uzaklaştırılmasına yol açan bu akıl almaz uygulamanın “devam edilecektir” diye biten bir cümleyle meşruiyet kazanması tüyler ürpertici. Devam edecektir demek, olağan koşullarda zaten maddesi dahi olmayacak istisnai durumlarla sınırlı kalacak bir eylemin doğrudan siyaset olarak sürdürülmesine yeşil ışık yakmak demek. Sanki İsviçre ya da kuzey ülkelerindeymişiz edasıyla yargı kararı diye yapılan hatırlatma ise halihazırda yıllardır cezaevlerinde rehine olarak tutulan HDPli siyasiler ve tekmil muhalifler eşliğinde sadece acı bir tebessüm sebebi. Görevden alınan kişinin yerine seçimle değil atamayla görevlendirme yapılacak olması desen düpedüz karın ağrısı.
 
Ama zaten montaj olduğu ekranlardan itiraf edilen kliplerin kara propaganda niyetine hiç istif bozulmadan döndürülebilmesinden daha mide bulandırıcı ne var. Düşünsenize yalana aldırış etmiyorsunuz. Yalansa da yalan, bizim yalan diyorsunuz.
 
Gel de Gültan Kışanak’ın o öngörülü, haklı uyarısına yanma. Çok keşke var içimde. HDP ve Yeşil Sol Parti keşke ayrı aday çıkarsaydı, altını oyan bu ittifaka hiç girmeseydi, tabanına daha çok kulak verseydi. Ama bunlar için de hem çok geç hem çok erken. Elbet eleştiri mekanizmasını hakkıyla işleten yegâne yapı olarak bütün bunları önüne alacaktır. Ama hâlihazırdaki alanı daralmış konumda dahi arkasında durulan o söz, o irade herkese örnek olsun: “Kürtlerin politik iradesine kayyımlar yoluyla ipotek koyanlar, aynı zamanda bütün Türkiye halklarının haklarına ve özgürlüklerine de ipotek koyanlardır. Kürt sorununun çözümsüzlüğü toplumun çıkarına değildir. Bu çözümsüzlük oyunu bozulmadan, Cumhuriyet demokrasi ile bütünleşemeyecektir… Bugünkü sistem karşısında birleşen milyonlarca oy, daha çok özgürlük, daha çok demokrasi, daha çok refah talebi içindir. Hedef: ayrımcılıktan arınmış, halkların yönetime katılabildiği, özgür, demokratik ve adaletli bir rejim inşa etmektir. Bir kez daha belirtmeliyiz ki Erdoğan rejiminin bu beklentileri ve talepleri karşılayamayacağı açıktır. Gelecekte de bu taleplerin hayata geçmesinin önündeki en büyük engel yine Erdoğan ve bu rejimin ta kendisi olacaktır. Bu yüzden Erdoğan bizler açısından asla bir seçenek değildir ve tek seçenek onu ve temsil ettiği iktidarı değiştirmektir. 28 Mayıs’ta milyonlarla birlikte başarabileceğimize, tarihin akışını hep birlikte demokratik değişim yönünde çevirebileceğimize dair umudu büyütüyoruz. Bizler inanıyoruz, sizler de inanın. Sandığa eksiksiz gideceğiz ve hep birlikte tek adam rejimini değiştireceğiz.”
 
İnanmaktan öte çare, inanmaktan öte seçenek var mı? Bozbulanık atmosferden bıktım usandım. Seçime gidersin, attığın oyun dışında kaç koldan parametreyi sonuca dahil etmek zorunda kalırsın. En âlâ casusluk filminde olmayacak gizli ittifakların, pazarlıkların iç bilgisidir bu. Özellikle bir anda bilgi akışının durduğu, birbiriyle çelişen sonuçların üzerine boca edildiği suskun ve kakofoni zamanlarına yayılır. Hep şüphe edersin. Hamleleri, safları çözmeye çalışırsın. Sandığın akıbetinden, kaydırılan listelerden, medya manipülasyonlarından ve boyutlarını asla tam olarak bilemeyeceğin partiler içi ve dışı derin devlet aygıtı operasyonlardan endişe edersin. Her günün her ânı taşıyamayacağın kadar çok kollu hamlelerle, şifresi çözülmesi gereken söylemlerle gelir. Sonunda tepe sersemi olursun.
 
Ama işte hakikat zerre kadar karmaşık değil. Sadeliği içerisinde zor. Yalınlığında talepkâr. Hakikat, onu her şeyiyle sırtlayacak ve birbirinin üstüne bırakıp kaçmayacak insanlar ister. Geçmişi bugünde sahiplenmeyi, inkâr edilmiş suçların adeta yenilerine davetiye çıkardığını ve bizzat geleceği ipotek altına aldığını itiraf etme gücü ister. O itiraf, o kabul ilk adımdır. Nihayet yola koyulmanın bir ağızdan yemini. Gerisi hep birlikte gelir.
 
Tabii ki bütün bunların hâlihazırdaki muhalif yapılarla çok zor olduğunu biliyorum. Tek Adam rejimini bitirme azmi bir başına ortak, adil, eşit hayat kurma ihtiyacından çok uzak. Ama ne edersin. O ki yaşıyoruz, o ki sabah oluyor, günün ilk kahvesiyle birlikte gelen ihtiyaç bu bende. Öte türlü anlamı kaybediyorum. Her şey boşa düşüyor. Anlayacağınız umudum zerre kadar somut verilere dayanmıyor; ona rağmen ürettiğim bir yapı taşı. Zemini ayağımın altından kaldıranlara inat her gün sil başta ördüğüm taş yol. Kendime kadar bir memleket.
 
Onu paylaştıklarımla bir gün ülkeyi memleket hissedebileceğim zamanları düşlüyorum. Sadece seçtiğimi yaşayabildiğim amasız bir hayatı. Hayalden kim ölmüş bunca yalan ortasında. Hele bir bu düzeni bitirelim hadi. Gerisi nasip, kısmet…
 
—–
Kapak Görseli: Sarah Richter (Pixabay)