​Sedat Peker’in Alevî ilgisi

Manyak bir davulcunun seslenmesiyle baltalarla, sopalarla, silahlar ve benzin bidonlarıyla sokağa fırlamaya hazır insanlarla aynı havayı soluyoruz

CAFER SOLGUN

04.06.2021

Bir ara “hayırsever işadamı” ödülleri verilirken; Kültür Bakanlığı’nın organize ettiği bir törenle “Dünya Türklerinin Hakanı” olmakla taltif edilirken; şarkıcı, müzisyen, siyasetçi sıfatlı çok sayıda “ünlü” kendisiyle çektirdikleri fotoğrafları “Reisim benim” türü başlıklar eşliğinde paylaşırken; orada burada mitingler düzenleyip iktidar partisi sözcülerinin “terörist” olarak yaftaladığı insanları ifade özgürlüğü kapsamında (!) “oluk oluk kanınızı akıtıp kanlarınızla duş alacağız” şeklinde eleştirirken (!) her ne olduysa yine “organize suç örgütü lideri” oldu. Sedat Peker’den bahsediyorum, evet.
Alaattin Çakıcı’nın adeta “zata mahsus” bir yasayla tahliye edilmesinin ardından Peker’in yurtdışına çıkması, birbirini izleyen “tesadüfi” gelişmeler midir, bilmiyorum. 
Her ne olduysa gözden çıkarılan Peker, “O kadar kolay değil” dercesine doğrudan ya da dolaylı şekilde faili olduğu veya bildiği bazı “kirli” işlere dair ipucu mahiyetinde bilgiler verdiği videolar yayınlamaya başladı. 
Söylediği isim, tarih, yer içeren kimi somut iddialar muhatapları tarafından yalanlandı; ama insanların dikkatinden kaçmayan, isim, tarih, yer bilgilerinin, en azından yaklaşık olarak, doğru olmasıydı. Misal, Erkam Yıldırım gerçekten de Venezuela’ya gitmiş. (Adamın “velisi” sıfatıyla Binali Yıldırım’ın açıklaması ve Abdülkadir Selvi’nin “avukatlığı” bu Venezuela ziyaretinin gerekçesi ile ilgili kamuoyunu pek tatmin etmedi…) Kıbrıslı gazeteci Kutlu Adalı cinayeti için yaptığı “itiraf” niteliğindeki açıklamalar da öyle: Korkut Eken Atilla Peker’le gerçekten buluşmuş, Peker’le birlikte Kıbrıs’a gitmişler, oradaki komutanları ziyaret etmişler, vb. (Korkut Eken bu buluşma ve Kıbrıs ziyaretinin gazeteci Adalı’yı öldürmekle alakası olmadığını söylüyor ama Peker’le ne işi olduğunu açıklamaktan da imtina ediyor.) 
Peker’in iddialarını tek tek sıralamak değil niyetim, adam konuşmaya da devam ediyor zaten. Mevzunun “içinden” biri olmasından dolayı anlattıkları önemli, “itiraf” ve “suç duyurusu” niteliğinde, ne var ki bir o kadar da yetersiz. 
Sadede geleyim. Peker’in bugüne değin yayınladığı videoların tamamında Alevîlerle ilgili gayet “anlayışlı”, “sempati” ve “empati” duyarlılığı içeren mesajlar vermesi ilginç ve dikkat çekiciydi. 
Mezhebinden (Hanefî) övgü ve gururla bahseden “Türkçü” Sedat Peker’in Alevîlere ilgisinin sebeb-i hikmeti neydi acaba? Bu ilginin altından ne çıkacaktı? Alevîler ve onların sorunları, talepleriyle ilgili kendince günah mı çıkarıyordu yoksa dilinin altında bir bakla mı vardı? 31 Mayıs günü attığı bir tweet bu ve benzer soruları tamamen açıklığa kavuşturmasa bile bir fikir veriyordu ve aynen şöyleydi: “Devamlı Alevilik konusuna değinmemin sebebi derin mehmetin adamları tarafından geçmişte Gaziosmanpaşa’daki kahve saldırısından çok daha büyük bir eylem yapılıp, ülkede kaos çıkarma planlarını boşa çıkarabilmek içindir. Planları bir cemevine saldırıdır.”
Konuşan, görünen ve görünmeyen devletin yakın zamana değin kendi deyişiyle “pis” işlerine koşturduğu kişilerden biri olunca, dikkate almak gereği var. 
Üstelik Peker’in bu mesajından önce emniyetin bazı cemevlerini “Bu ara dikkat edin” şeklinde uyardığı ortaya çıktı. Emniyet’ten Sedat Peker’e bilgi aktarıldığına dair rivayetler yabana atılmamalı demek ki.
Acı deneyimlerle sabit bir gerçeğimiz var. Memlekete ne zaman bir “kaos” ihtiyacı hasıl olsa, “derin” güçlerin gündemlerine aldıkları ilk senaryo, Alevîler oluyor. Alevîler kah “sinemaya bomba attılar” (19-24 Aralık 1978, Maraş), kah “camiye bomba attılar” (Mayıs-Temmuz 1980, Çorum) yalanlarının mağduru ve ardından hedefi oluyorlar, katliama uğruyorlar ve kah da “din elden gidiyor” yaygarasıyla galeyana getirilen güruhlar tarafından yakılıyorlar (2 Temmuz 1993, Sivas). Peker’in sözünü ettiği Gazi Mahallesi olayında ise, aynı anda dört kahvehane bir pastane taranıyor, bir kişi hayatını kaybediyor, onlarca kişi yaralanıyor. Halk mahalledeki karakolun umursamaz tutumunu protesto etmek isteyince de ellerindeki otomatik silahlarla “rambo” edalarında güvenlik görevlileri insanları kurşun yağmuruna tutuyor (12-16 Mart 1995, İstanbul) …
Geçerken belirtmek gerekir: Bu katliamların arka planındaki “özel harp” organizatörleri bugüne değin açığa çıkarılmadı. Hesap sorulmadı. Bu kanlı ve karanlık senaryolarda “figüran” olarak harekete geçirilen toplumun önemli bir kesimi taşıdığı ilkellik potansiyeli ile yüzleşmedi. Bu yöndeki çabalara yüz verilmedi. 
Mümkündür ki, “Bunlar geçmişte, eski Türkiye’de kaldı, artık öyle şeyler olmuyor” diye düşünenler olacaktır. Oysa AKP döneminde de Alevîleri hedef gösteren provokasyon girişimleri oldu. Çeşitli şehirlerde ve tarihlerde onlarca Alevî yurttaşın evine “X” işaretleri çizildi, “Alevî defol” türü yazılar yazıldı. Bu “esrarengiz” olaylardan sonuncusu bu yılın başlarında Yalova’da yaşandı. 2012 yılında Malatya’nın Doğanşehir ilçesine bağlı Sürgü Beldesinde, sahurda evlerinin önünde oruç tutmadıklarını bilmesine rağmen canhıraş şekilde davul çalan davulcuyu, “Hastamız var, oruç da tutmuyoruz evimizin önünde davul çalma” diye uyaran Alevî bir aile az daha evleri yakılarak öldürülecekti…
Biliyoruz, değil mi: Hâlâ ‘Alevî’ deyince tüyleri diken diken olan, manyak bir davulcunun seslenmesiyle bile elinde baltalarla, sopalarla, silahlar ve benzin bidonlarıyla sokağa fırlamaya hazır insanlarla aynı havayı soluyoruz bu coğrafyada. 
Tarihleri boyunca kimsenin tavuğuna “kışt” dememiş Alevîler için “camiye bomba attılar” türü bir provokatif yalana inanmaya dünden hazır olanların “eski” denilen Türkiye ile birlikte geçmişte kaldığına gönül rahatlığıyla inanabilir miyiz acaba? 
Çözüme kavuşturulmamış bir toplumsal sorunu karanlık planları için istismar etmeye çalışan güç odakları hep olmuştur ve olacaktır; bu da deneyimlerle sabit bir başka gerçeğimiz…
Emniyet cemevlerini “Aman dikkat” diye uyarıyor, naçizâne benim de içinde olduğum Alevî kimliğiyle tanınan insanlar öteden beri çeşitli çevrelerden tehditler alıyor ama neye, nasıl, ne kadar ve nereye kadar “dikkat” edebiliriz ki? Hayatımız “dikkat etmekle” geçti ve geçiyor zaten…
Asıl “dikkati” meselenin kalıcı bir toplumsal barış inşa etmeye, herkesin kendi etnik, dini kimliği ve değerleriyle korkusuz, endişesiz, özgürce yaşayabildiği bir ülke olmaya göstermeliyiz demekten dilimizde tüy, kalemimizde mürekkep bitti…
Sedat Peker öylesine mi sayıklıyor yoksa gerçekten bazı kirli planlardan, senaryolardan haberdar olduğunu mu ima ediyor, bilmiyoruz.
7 Haziran 2015 seçimlerinin ardından aynı yıl yenilenen seçimlere kadar olan 5 aylık süreçte IŞİD’in üstlendiği yüzlerce insanımızın hayatını kaybettiği bombalı saldırılar halen aklımızda. Hani, 1 Kasım seçimlerinin ardından bu tür saldırılar kesilmişti…
İnsan sormadan edemiyor; Ülke yeniden seçim konuşulan bir sürece girmişken “kontrollü” bir kaos planı hazırlığında olanlar mı var?
Umarım geleceğimizi “memlekete kaos lazım” kafasında olanların karanlık gölgesinde iyiden iyiye kararmaktan kurtarmayı başarabiliriz. Ve bu, orta yerde bırakma, görmezden gelme lüksümüz olmayan herkesin, hepimizin ortak sorumluluğu…