SİHA’lar için marketing ‘harekâtı’ mı?

Her yeni askerî “harekât” kararıyla Cumhurbaşkanlığı, Bayraktar TB2 SİHA’larda daha fazla söz sahibi oluyor, SİHA üretimi ivme kazanıyor

ÖZGÜN ÖZÇER

02.11.2019

Merkez medyada bir Cumartesi sabahı. Aileler kahvaltı etrafında toplanırken ekranda Silahlı İnsansız Hava Araçları’nın (SİHA) hedeflerini nasıl vurduğuna dair görüntüler yansıtılıyor. Suriye’de yeni bir “harekâtın” ilk sinyalleri bir ay önce verilmiş, başlaması ise artık sadece ân meselesi. Sunucu, kendi deyimiyle “ürünün” görüntülerini seyrettikten sonra heyecanla soruyor: "Benim bildiğim kadarıyla sahada daha fazla deneyimlenen bir SİHA yok dünyada.” Elbette “sahada deneyimlenen” derken kasıt aktif çatışmalarda yer alması. Konuğu ise SİHA’lar arasında TSK tarafından en çok kullanılan ve adını en çok duyduğumuz Bayraktar TB2’lerin üreticisi Baykar Makina’nın teknolojiden sorumlu müdürü, aynı zamanda cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın damadı Selçuk Bayraktar. Cevabı daha açık. “Daha fazla uçan var ama bu kategoride bunun kadar harekât görmüş, farklı muharebe koşulları görmüş (başka bir SİHA yok).” Hemen ardından da yine TB2’lerle ilgili olarak şu ayrıntıyı ekliyor Bayraktar: “Türkiye'nin de havacılıkta gelişmiş ülkelere sattığı ilk SİHA'sı.” Bahsedilen ülkeler Katar, Ukrayna ve Libya.    

Bayraktar’ın cevabında iki olgunun birbiriyle temas etmesi, Türkiye’de üretilen SİHA’ların TSK tarafından kullanımıyla farklı ülkelere satışı arasında neredeyse bir nedensellik ilişkisi kuruyor. Söyleşisinin başka yerinde Afrin “harekâtının” SİHA’larında birtakım özelliklerin geliştirilmesini ya da denenmesini sağladığını da söylüyor Bayraktar. Konuşmasında sanki, tüm bu “harekâtlar” sonucu SİHA’larını hem test edip yükselttiklerine hem âdeta bir pazarlama portfolyosu oluşturduklarına dair bir izlenime yol açıyor. Aslında Afrin “harekâtı”ndan bu yana Bayraktar TB2’lere atfedilen operasyonel kabiliyetin gerek başta Anadolu Ajansı olmak üzere medyada gerek TSK ve Savunma Bakanlığı’nın açıklamalarında gerekse “bağımsız” uzmanlarca hazırlanan raporlarda öne çıkarıldığını görüyoruz. Zaman zaman övgüler düzülmeye varan bir “başarı hikâyesi” inşa ediliyor. Buna Savunma Sanayii Müsteşarlığı’nın Cumhurbaşkanlığı’na bağlanmasıyla Barış Pınarı’nın arefesinde cumhurbaşkanı kararlarıyla Baykar Makina’ya tanınan iki teşvik ya da özel hukukî statüyü de eklediğimiz ve bir bütün olarak baktığımız zaman, bütün diğer siyasî ve diplomatik bir yana, “harekâtlar” planlanırken SİHA üreticisi olarak özellikle Baykar Makina’nın nemalanmasını sağlayacak bazı faydaların da gözetilip gözetilmediği haklı bir soru işareti olarak beliriyor. 

Nitekim bir harekât düzenlenmesi kararında en çok ne rol oynar? Askerî strateji? Diplomasi? İç politika beklentileri? Muhtemelen tümü. Alışılmış kavramlardan bir anlam çıkarmak çok zor değil. Ancak “yerli ve milli savunma” diye bir sanayi oluşturduğunuz zaman, “yerli ve milli savunma” lobisini de yaratırsınız. Peki, “harekât” kararı iki dudağı arasında olan cumhurbaşkanının ailesi de içinde ise eğer, bu lobiyi hesaba katmamak mümkün mü? Soruyu tersten de soralım: Bir karar alıcının, güçlenen bir lobi bünyesindeki bir şirketle aile bağları varsa, bu şirketin gelecekteki stratejisinin önünü açacak kararlar vermeye yetkisi de varsa, olaylar örgüsüne bir de bu açıdan bakmak gerekmez mi?

Bayraktar’ın program boyunca SİHA’lar özelinde öne sürdüğü ve genel olarak askerî sanayiye genişletilebilecek bir argüman var. Türkiye’de üretilen SİHA’lardan önce TSK’nın ağırlıklı olarak ABD’ye ait Predator ve İsrail’in tedarik ettiği Heron’ları kullandığını, bunun da bir istihbarat zaafı yarattığını savunuyor. İlk bakışta özellikle belirli bir siyasi çizgi için ikna edici bir argüman, ama başka alanlar için de geçerli. Tarımda uluslararası şirketler tarafından çiftçilere sıklıkla dayatılan ve yerel tohumların kaybolmasına yol açan hibrit tohumların bir kısmı da ABD (özellikle mısır) ve İsrail’de (özellikle domates ve soğan) geliştiriliyor. Oysa nasıl “istihbarat” siyasi bağlamda bir devlet hakkında özel bir bilgi ise, tohum da bir bölgeye dair tabiatın kodladığı bir bilgi. Siyasi lüzum görüldüğünde kamuoyu oluşturmak için yerli yersiz başvurulan “yerli ve milli” söylemi bu kez başta SİHA’lar olmak üzere askerî sanayinin önünü açabilmek için devreye sokuluyor. 

O zaman diğer ikili sorumuz da şu: Kendi silahlarını geliştirme yarışı bu ülkeyi daha fazla çatışmaya mı sevk edecek? Yoksa daha fazla çatışmak arzusunda olunduğu için mi bu silahların geliştirilmesi teşvik ediliyor? Barış sürecinin hükümet nezdindeki sloganı “analar artık ağlamasın” idi. Can kaybı SİHA gibi silahlarla azaltılırsa, barışa gerek yok mu denmek istiyor?

Doksanlı yıllardan beri gazeteciliğin bazı ilkeleri de değişti. Körfez Savaşı’yla birlikte ortaya çıkan ordu birliklerine “iliştirilmiş” gazetecilerden olduğu gibi, bugün Sarayın basın toplantılarına veya uçak seferlerine katılmak için akreditasyona gerek duyan “iliştirilmiş” gazetecilerden de soru sormalarını beklemek zor. Oysa barış gazeteciliğinin ilkelerinden biri şiddetin yapısal ve kültürel sebeplerine ışık tutmak. Sevda Alankuş’un kaleme aldığı ve 2016’da Bianet tarafından yayımlanan Barış Gazeteciliği Elkitabı’nda gazetecilere “Savaş, silah güzellemesi yapan ifadelerden, görüntü kullanımlarından” sakınmaları ve “dilin/görüntünün silahsızlaştırılması” için çaba göstermeleri öneriliyor. Dolayısıyla, mevzubahis program sunucusunun Teknofest kapsamında çağırdığı konuğuyla söyleşisinde SİHA görüntülerine yer verirken arkasında yatan amacın da bu bağlamda sorgulanması gerekiyor.
 
“Harekât” arefesinde “süper teşvik” kararları

Önce hızlıca kısa bir kronoloji oluşturalım: Türkiye’nin Suriye’de giriştiği son askerî “harekât” 9 Ekim’de başladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan olası bir “harekât”ı ilk kez 6 Ağustos’taki Büyükelçiler konferansında dile getirmiş, 10 Ağustos’ta Kurban Bayramı mesajında “zaferler halkasına bir yenisini daha ekleyeceğiz” sözleriyle, daha önce alıştırmış olduğu gibi bir kamuoyunu hazırlık sürecine geçildiğini göstermişti. Açıklamaya bakılırsa “harekât” Ağustos’ta başlaması bekleniyorken fiilen Ekim’e kadar ertelendi. Tam da bu süreçte Baykar Makina’nın SİHA üretimine ilişkin yasal mevzuata bağlı olarak kayda değer iki gelişme yaşandı.

Önce 4 Eylül’de, Cumhurbaşkanı SİHA üretimine büyük bir teşvik getiren bir karar imzaladı (1504 numaralı karar Resmî Gazete’de 5 Eylül’de yayımlandı). Karardan faydalanan tek bir üretici var, o da Baykar. Karara göre Baykar’ın İstanbul Esenyurt’taki fabrikasında üretilecek SİHA’lar KDV ve gümrük vergisinden muaf tutulacak, yüzde yüz vergi indiriminden yararlanacak ve 10 yıl boyunca o fabrikada ne sigorta primi ne de gelir vergisi stopajı ödenecek – daha doğrusu bunlar devlet tarafından karşılanacak. Kararda ayrıca yatırım yerinin, yani fabrika arazisinin tahsisinin de “öngörüldüğü” belirtiliyor. Yani devletin belki kendi savunma şirketlerinin yararlandırıldığı avantajların bir kısmı Esenyurt’ta üretilecek TB2 SİHA’ları için de tanınmış oluyor. “Milli SİHA” denirken biraz da bu açıdan bakmak gerekiyor: Bu araçların üretim yükünü toplum olarak ödediğimiz vergiler ve primlerle de sırtlanıyoruz. Verilen teşviklerin ağırlığı hepimizin omuzlarında. Peki, bir vergi mükellefi olarak cumhurbaşkanının bizzat aile bağları olan bir şirkete bilhassa cumhurbaşkanı tarafından alınan bir kararla teşvik verilmesi ile ilgili söz sahibi olmamız gerekmez mi?

Cumhurbaşkanı’nın bu kararı uygulayabilmesinin arkasında bir yasal çerçeve bulunuyor elbette. Karar, 10 Temmuz 2018 tarihli 1 numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 393. Maddesi’nde tanınan yetkilere dayanıyor. Maddenin (g) fıkrasına göre Cumhurbaşkanı “Yatırımları teşvik mevzuatı çerçevesinde yatırım projelerini değerlendirerek uygun görülenleri teşvik belgesine” bağlayabiliyor. Yani burada kanunen belirlenmiş tek kriter sübjektif bir “uygunluk” kanaati. Atıfta bulunulan bir başka yasal mevzuat ise 6745 sayılı “Yatırımların proje bazlı desteklenmesi”ne ilişkin kanun, bir diğer deyişle Erdoğan’ın uzun süredir kamuoyunda övdüğü uygulamalarından “proje bazlı teşvik sisteminin” hukukî altyapısını oluşturan düzenleme.

4 Eylül tarihli teşvik kararı “tek seferlik” bir uygulama. Ancak cumhurbaşkanına neredeyse bir firmayı fiilen uzaktan mikro-yönetime tabi tutmasını sağlayacak bir yasal düzenleme de mevcut. Nitekim tüm yatırım teşviklerinin cumhurbaşkanı kararıyla belirlenebilmesi için bir fabrikanın “Özel Endüstri Bölgesi”nde yer alması yeterli. Zira 4737 sayılı Endüstri Bölgeleri Kanunu kapsamında 2018’de yapılan bir değişiklik sayesinde öncesinde Bakanlar Kurulu’na tanınan geniş yetkiler cumhurbaşkanına aktarılmış. Kanunun 4. Maddesi’nde “Endüstri bölgelerinde yeni işe başlayan gerçek ve tüzel kişilerin bu bölgelerde yapacakları yatırımlara yatırım teşvik kararnamesi çerçevesinde hangi teşviklerin verileceği ve verilecek tüm teşviklerin hangi yatırımlara ne şekilde ve ne ölçüde uygulanacağı hususlarında cumhurbaşkanı yetkilidir” deniyor. Neyse ki kanunun 4Ç maddesi uyarınca bir arazinin “Özel Endüstri Bölgesi” ilan edilmesi de bizzat cumhurbaşkanına bağlı. Dolayısıyla Cumhurbaşkanı istediği fabrikayı seçip, istediği teşviki istediği zaman istediği şekilde uygulayabiliyor. Yasaya dayalı gözetmesi gereken çok fazla bir kriter de yok. Daha önce yetki mercii birçok kişinin mensup olduğu bir kurulken, şimdi cumhurbaşkanı dilediği şirketin bulunduğu alana kendisini bir fiil “süper teşvik otoritesi” olarak atayabiliyor. 

Böylece, muhtemelen devlet erkânında Suriye’ye “harekât” öncesinde geri sayıma iyice başlandığı 3 Ekim’de alınan ve ertesi gün Resmî Gazete’de yayımlanan 1607 numaralı Cumhurbaşkanı kararıyla da Baykar’ın Esenyurt ilçe sınırları içindeki fabrikasını çevreleyen alan (kararda firmanın adına atıfta bulunuluyor) Özel Endüstri Bölgesi ilan ediliyor. Bu kararla beraber firma doğrudan cumhurbaşkanlığına bağlanıyor. Hoş, Haluk Bayraktar özel endüstri bölgesinin “devlet teşviki” anlamına gelmediğini söylüyor. Haksız sayılmaz, nitekim doğrudan bir teşvik değil. Sadece tüm teşviklere zemin tanıyan bir düzenleme. Özetle 4 Eylül’de vergi, sigorta primi ve arazi tahsisi konusunda birçok teşvikten yararlanan bir fabrika, 3 Ekim’de cumhurbaşkanının tek bir kararıyla daha fazla teşvikten yararlanabilecek bir hukukî statüye kavuşturuluyor. O fabrikada da bilhassa Bayraktar TB2 SİHA’ları üretiliyor.

Bu mevzuat değişiklikleri muhtemelen yalnızca basit bir ayrıcalık tanıma amacını gütmüyor. Zira, Bayraktar’ın da programda belirttiği TB2’ler yurt dışına açılıyor. Hâlihazırda üç “müşterileri” bulunuyor: Katar, Libya ve Ukrayna. Pakistan da potansiyel yeni “pazar” olarak gösteriliyor. Her ne kadar Bayraktar TB2’lerin maliyetinin diğer ülkelerin üretimlerine nazaran 5’te 1 olduğunu söylese ve pazarın “fiyat-performans” anlamında en iyi SİHA’ları olarak gösterse de, vergisiz imalat ve ihracat sayesinde de TB2’lerin daha rekabetçi fiyatlardan satılması isteniyor olabilir. Kime karşı mı? Mesela, Libya’da BM tarafından tanınan hükümete karşı bir taarruz başlatan Halife Hefter’e müttefiki BAE tarafından tedarik edilen Çin üretimi SİHA’lara. Ülkedeki çatışmalarda iki farklı model SİHA birbirleriyle çarpışıyor. Geç de olsa SİHA üretimi yarışına giren ülkelerden biri de Rusya. Söz konusu yasal değişikliklerin Baykar’ın satış stratejisine bir zararı olmadığı kesin.
 
Gizli “kamu spotları”

SİHA’ları sadece fiyat olarak değil, performans açısından da cazip kılmak için bir “başarı hikâyesi” oluşturmak gerekiyor. İşte burada da devletin “tanıtım” araçlarınca desteği devreye giriyor. Türkiye’nin, Suriye’de giriştiği çoğu macerada olduğu gibi yarattığı kargaşayı yine lehine kullanan Rusya’yla “güvenli bölge” görüşmeleri için masaya oturduğu ânlarda, üç adet TB2 tam da Rusya ordusuna karşı kullanılmak üzere Ukrayna’ya teslim ediliyordu. Yani Türkiye, diplomatik atışmalar bir yana, operasyonel kapasitesine güvenerek satın aldığı hava savunma sistemine karşı kullanılmak üzere SİHA satıyordu. 

Bu teslimatla ilgili Hindistan merkezli Defense World online haber sitesinde yer alan haberde ise TB2’leri tanıtmak için SİHA’ların 14 Ekim’de Suriye’de bir kamyoneti vurduğu bir görüntü kullanıldı. Görüntünün kaynağı Savunma Bakanlığı’nın resmî Twitter hesabında paylaşılan şu video. Şu ana kadar nerdeyse 2 milyon kere görüntülenmiş ve 100 binin üzerinde beğeni almış video şimdilerde TB2 SİHA’larının âdeta kartvizitine dönüştü. Gerçek anlamda bir “reklam arası” diyemeyiz zira bakanlık “marka” ismi paylaşmamış. Bir diğer resmî kuruluş olan Anadolu Ajansı’nın yerli üretim silahlarıyla ilgili iki farklı haberinde (birincisi burada, diğeri de şurada) ise “harekât”ta kullanılan tek SİHA’nın Bayraktar TB2’ler olduğunu öğreniyoruz. Son şüphelerimizi de Selçuk Bayraktar’ın bir tweeti gideriyor. SİHA kullanımının etik ilkelerle bağdaşıp bağdaşmadığını bir ânlığına bir kenara bırakıp, şunu hatırlatalım: Baykar, Türkiye’nin tek SİHA üreticisi değil. Ama TSK son dönemlerde özellikle TB2’lere ağırlık veriyor. Hattâ önümüzdeki dönemde başka bir üretici tarafından “kamikaze SİHA’lar” da devreye girecekken yine ön planda TB2’ler var. Bunda tercih teknolojik sebepler mi yoksa arkasında başka dinamikler mi bulunuyor?

Unutmayalım, bundan birkaç ay önce TSK bünyesinde Bayraktar TB2 SİHA’larda yapısal sorunlar tesbit edildiğine dair bir makale yayımlanmıştı. Yazıyı, kapatılan Today’s Zaman Gazetesi’nin hâlihazırda İsveç’te bulunan eski Ankara temsilcisi Abdullah Bozkurt kaleme almıştı. Bozkurt’un sitesi nordicmonitor.com’a malûm sebeplerden dolayı erişim yasaklı. Bozkurt da Zaman grubunda çalışan pek çok kişi gibi Fethullah Gülen hareketine üye olmakla suçlanıyor. Gizli belgelere dayanan yazısı ise daha ziyade TB2’nin 2016 yılında Hakkâri’deki uçuşlarıyla ilgiliydi, yani TSK’da 15 Temmuz’la beraber büyük tasfiyelerin yaşanmasından önceki bir döneme dayanıyor. 

Yine hatırlanacak olursa, 2017’de Hakkâri’de dört yurttaşın SİHA tarafından yanlışlıkla vurulduğuna dair son derece ciddi bir iddia vardı. Yurttaşlardan Mehmet Temel yaşamını yitirmişti. Ama halen “iddia” demek durumundayız zira Savunma Bakanlığı böyle bir olay yaşandığını sadece yalanlamakla kalmamış, bir hayli şiddetli bir tepki göstermişti. Basın açıklaması hâlâ yayında. Bakanlık, “insansız” kavramı üzerinden geliştirilen bir silahı bilhassa insana ait bir özellikle, “itibarla” savunuyordu: “SİHA’ların terör örgütleriyle mücadeledeki başarılı ve etkin desteğinden rahatsız olan terör örgütü destekçileri; herhangi bir kanıt, delil göstermeksizin afaki söylemlerle terörle mücadelede kullanılan savunma araçlarımızın itibarını sarsmaya çalışmaktadır.”

Peki, sicilinde hatalar olduğuna dair bir raporun söz konusu firmaya teşvik üstüne teşvik tanıyan cumhurbaşkanı tarafından örtbas edildiğini öne süren bir yazı, belki Türkiye’de olmasa da tüm dünyada erişilebilir durumdayken, halen gelişmekte olan bu SİHA’ların performans açısında cazip bulunması için ne gerekiyor? Onu da bir dönemler bir hayli saygın olarak görülen düşünce kuruluşu Ekonomi ve Dış Politika Araştırmalar Merkezi’nin (EDAM) 2018’in Mayıs ayında çıkardığı Can Kasapoğlu imzalı raporundan okuyalım:

“Başta Bayraktar TB2 taktik sistemi olmak üzere, Türkiye’nin SİHA’ları, yüksek riskli harekât alanlarında oyun değiştirici olmuşlardır. Özellikle, Zeytin Dalı Harekâtı boyunca gösterilen yüksek hassasiyetli hedef tayin ve taarruz performansı sözü edilen yeni imkân ve kabiliyetin neleri başarabileceği ile ilgili güçlü bir göstergedir.”

Politik bir tavırla Zeytin Dalı “harekâtı”na karşı çıkarak sosyal medyadan “barış” çağrısı yapanlar ev baskınlarıyla tutuklanırken, TB2 SİHA’larına “yüksek riskli harekât alanlarında oyun değiştirici olma” rozeti takılıyordu. Kasapoğlu’nun paylaştığı, TB2’lerin satış kataloğunda da yer alması muhtemel, Anadolu Ajansı tarafından itinayla toplanıp infografiklerle sunulan istatistiklerse şunlar:

“Daha da önemlisi, Türk Silahlı Kuvvetleri ve harekata katılan yerel dost unsurlar tarafından etkisiz hale getirilen toplam 3,391 YPG / PKK militanından 449’una taktik SİHA sistemleriyle müdahale edildiği belirtilmektedir. Bunun yanı sıra, Bayraktar TB2 tarafından diğer platformlar için yapılan hedef tayinlerinin sonucunda 680 başarılı vuruş daha gerçekleştirilmiştir. Toplamda, Bayraktar TB2’nin 1,129 teröristin etkisiz hale getirilmesi için aktif olarak kullanıldığı belirtilmektedir.”

Öncelikle Vietnam Savaşı’ndan yâdigar, “etkisiz hale getirildi” ifadesinin, barış gazeteciliği ana ilkelerinden “Öteki tarafın ‘insanlıktan çıkarılacak’ (dehumanization) şekilde temsil edilmemesi” ilkesiyle de çeliştiğini de işaret edelim. Bu ifadenin merkez medyadan sorgulanmadan doğrudan aktarılması raporun bağımsızlığına gölge düşüren birçok unsurdan biri. Parantezi kapatırsak, Yükselen İnsansız Sistemler Gücü: Askeri Atılımının Eşiğindeki Türkiye başlıklı bu rapor elbette sadece Türkçe olarak değil, İngilizce olarak da yayımlandı. Peki Barış Pınarı’ndan sonra Türkiye’nin SİHA kapasitesi da dâhil olmak üzere askerî gücünü öven ilk İngilizce “analiz” yazısının yazarı uzman kim? Evet, yine Can Kasapoğlu. Yazı daha yeni, 25 Ekim’de Turkey's military capacity turned the tables in Syria (yani “Türkiye’nin askerî kapasitesi Suriye’de dengeleri değiştirdi”) başlığıyla Anadolu Ajansı’nın İngilizce sayfalarında yayımlandı. Bu denge değiştirici tabloda “oyun değiştirici” SİHA’lardan bahsedilmeden de olmazdı tabii.

Son olarak, her marketing kampanyasında halkla ilişkiler boyutu olduğu gibi SİHA’ların kamuoyu tarafından benimsenmesi ayağı da var. Selçuk Bayraktar’ın Türkiye Teknoloji Takımı Vakfı ya da T3, özellikle iki senedir düzenlenen Teknofest’lerle – ya da İstanbul Havacılık, Uzay ve Teknoloji festivaliyle bu anlamda önemli bir rol oynuyor. Aileler, küçük çocuklarıyla bir panayır havasında bu silahları görebiliyor. Teknofest’in bu seneki 2. buluşması tam da “harekât” öncesine denk geldi ve adres Atatürk Havalimanı’ydı. Hattâ "festival"in burada düzenleneceği daha Atatürk Havalimanı resmen kapanmadan belli olmuştu, dolayısıyla çok önceden girişimde bulunulmuştu. Bu sene Baykar’ın "festival"deki vitrininde ise yeni SİHA’sı Akıncı vardı. Genç öğrencilerin katılımına açılan yarışmalar arasında da “Savaşan İHA”, “Sürü İHA simülasyon” ve “Roket yarışması” gibi Türkiye’nin öz askerî sanayi kompleksine yönelik bir sahiplenme duygusu yaratacak çeşitli başlıklar vardı. Düzenleyici kuruluşlar listesi ise protokol geçit törenini andırıyor: Cumhurbaşkanlığı Savunma Sanayii Başkanlığı, Cumhurbaşkanlığı Dijital Dönüşüm Ofisi, Cumhurbaşkanlığı Yatırım Ofisi, TSK Genelkurmay Başkanlığı, Milli Savunma Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı, Turizm ve Kültür Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, TÜBİTAK, Devlet Hava Meydanları İşletmeleri, Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü, Aselsan, Roketsan, Havelsan, Türksat, THY, AFAD, İBB…
 
İlk ihracatlar bu yılın başında

Eğer Barış Pınarı “harekâtı” öncesinde Baykar’a teşvik ve hukukî statü tanındıysa, Afrin “harekâtının” öncesinde Aralık 2017’de de Savunma Sanayii Müsteşarlığı KHK ile Cumhurbaşkanlığı’na bağlanmıştı. Böylece SİHA geliştirme programı doğrudan Cumhurbaşkanlığı’nın yönetimine geçmişti. Tam da bu gelişmenin ardından “harekât” sırasında cumhurbaşkanının oğlu Bilal Erdoğan’ın SİHA kontrol merkezindeki görüntüsü yansımıştı. 2018’in Eylül ayında düzenlenen ilk Teknofest sırasında Cumhurbaşkanlığı desteğiyle TB2’ler bir nevi “vitrine” konuyor. TB2’ler Teknofest sırasında müstakbel müşterilerden Ukrayna’nın İçişleri Bakanı Arsen Avakov’a gösteriliyor.   Kasım başında Türkiye-Ukrayna Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi kapsamında İstanbul’a gelen Ukrayna Devlet Başkanı Petro Poroşenko ise ziyareti sırasında Baykar Makina’nın fabrikasını geziyor. 2019’un Ocak ayında da Ukrayna ve Katar’dan TB2 SİHA siparişi alınıyor.

Tarihler birbirinden ayrı üç düzlem arasında bir etkileşim görmemizi sağlıyor. Yeni askerî “harekât” kararları alındıkça Cumhurbaşkanlığı Bayraktar TB2 SİHA’ların üretiminde daha fazla söz sahibi oluyor, SİHA üretimi ve tanıtımı ivme kazanıyor. SİHA’lar yurt dışına pazarlandıkça, cumhurbaşkanı teşvik uyguluyor ve “harekâtlarda” elde edilen “performanslar” diğer ülkelere bir “başarı hikâyesi” gibi sunuluyor. SİHA kapasitesi geliştikçe, “harekât” düzenlemeye yönelik siyasî meyil de artıyor. 

Aşağıda paylaşacağım zaman çizelgesi bu dinamiği daha net bir şekilde ortaya koyuyor ancak bu noktada başlangıç sorularına dönmekte yararlı: “Harekâtlar” Bayraktar TB2 SİHA’ların geliştirilmesine ve ihracatına fayda sağladı mı? Evet. Cumhurbaşkanı, aile bağı olan bir şirketin üretimini artırması ve kâr etmesi yönünde kararlar almış mı? Evet.

Yerli silahların geliştirilmesi düsturu tedavüle sokulduğundan bu yana Türkiye daha fazla sıcak çatışmaya girişmiş mi? Evet. Bölgede daha fazla askerî çatışmaya hazırlıklı olunması isteniyor mu? Evet. Peki asimetrik bir çatışmada, SİHA gibi silahlarla operasyonel üstünlük sağlanması halinde barıştan vazgeçilecek mi? Veya şöyle soralım: SİHA’ların ilk kullanıldığı Ağustos 2016’dan bu yana ülkede barışın rahatlıkla savunulabildiği bir siyasî ortam oluştu mu? Hayır. Oluşmasına gerek duyuldu mu? Yine hayır. Aksine SİHA’ların sesi yükseldikçe, barışın sesi azaldı. Ya da eğer bu şekilde okumayı tercih ediyorsanız: Barışın sesi azaldıkça, SİHA’ların sesi yükseldi ve satışı arttı.