Sihirli Değnek ya da yaygın Millî Eğitim – 2

Hükümdar sözünü tutmak zorunda değil. Hükümdarın yerine yasa ve Anayasa’yı koyun, işte size altında yaşayageldiğimiz hukuksuz sistem.

ÜMİT KIVANÇ

28.08.2020

Şurada kalmıştık: Kılık değiştirmiş haldeki padişah, handa millete güzel giysiler dağıtan Mustafa’nın ne ayak olduğunu merak etmiş, veziri de yanında sürükleyerek onu izlemiş, varlığından haberdar olmadığı kocaman sarayın kapısında oğlanı boynuna sarılarak karşılayan emekli peri kızına âşık olmuştu.

Masalcımız, padişahı konuşturmayı seven birisi. Konuşturuyor. Fakat söylediklerinin korkunçluğuyla pek orantısız bir rahatlık içerisinde: “Padişah (…) hemen lalasına dönüp, ‘Aman lala sen amanı bilir misin, içime bir ateş düştü, ben bu adamı öldürüp karısını alacağım, yoksa bu dünyada bana rahat yüzü yok,’ demiş.”

Padişahın bir zamanların TRT “Köy Saati” jargonunu andırır “halk ağzı” konuşması, içerik bakımından, hükümdarın kendinde gördüğü haklara dair kurs broşürü niteliğinde. Fakat buna cevaben “lalası”nın söyledikleri, bütün bir hükümdar hukuku ve siyaset ahlâkı hususunda zorunlu kaynak eser (Anadolu’da Devlet / 101): “Bunun üzerine lalası, ‘Aman padişahım, böyle paldır küldür iş yapmak sizin şanınıza yakışır mı? Her şeyin bir yolu yordamı var. Biz şimdi bu adamı huzurumuza çağırtıp henüz doğmuş ama üç yaşında olan bir çocuk isteyelim. Nasıl olsa bulamaz, biz de onu öldürtürüz, siz de karısıyla evlenirsiniz,’ demiş.”

Evet? Ne diyorsunuz? Çocuklara değerler, insanın serüveni, hayatın gerçekleri, sorunları çözme yolları falan? Her şey öylesine korkunç ki, “henüz doğmuş ama üç yaşında olan çocuk” formülünün saçmalığına sıra gelmez. Hiçbir şekilde saçma olmayan, hükümdarın, karısına göz koyduğu adamı öldürtmesinin meşruluğu. Vezirin simgelediği devlet mekanizmasının hükümdarın keyfi için çalıştırılmasının normalliği. Hüküm sürdürmenin “böyle paldır küldür” iş yapmama gibi gerekleri olması… Bu sonuncusunun başlıbaşına bir hukuk tarifi, hattâ teorisi olduğunu düşünmeliyiz.

Padişahın aklı yeni doğmuş üç yaşında çocuk formülüne yatmış. Herif Mustafa’yı çağırtmış, “kellen gider” tehdidini anlaşılan onun suratına bizzat savurmuş.

Göl kenarı

Bu defa çaresiz kalma sırası Mustafa’da. “Çaresizlik içinde” eve dönmüş, şiddet kullanarak çaresiz bıraktığı için kendisiyle hayatını birleştirmiş kıza olanları anlatmış. Masalcımız, kızın onu “dikkatle dinlediğini” özel olarak belirtiyor. Dinledikten sonra demiş ki: “Aman, şu üzüldüğün şeye bak. Ondan kolay ne var?” Evet, kolay, çünkü belli ki kuşaktan kuşağa masallar aktarılırken araya Yeşilçam senaryolarından kapılma dertlere devâ tesadüfler -meğer tam o sırada o da oradan geçmiyor muymuş!..- sıkışmış. Kız devam ediyor: “Ben evimden ayrıldığımda kız kardeşim hamileydi. Şimdi o çocuk üç yaşındadır. Hemen gölün kenarına git ve seni benim gönderdiğimi söyleyerek çocuğu alıp gel.” Sakın ola ki “Göl nereden icap etti?” diye sormayın, bozuşuruz. Başka masaldan artmış, ziyan olmasın diye buraya alınmış. Gölü bırakın siz. Eski peri kızının kurnazlıkta padişahla vezire taş çıkartmasına ne demeli? “Gölün kenarına git, al, gel!” Oğlan “sevinçle” gitmiş, almış, gelmiş. Masalda sevinçle gidilir. Fakat orada ne demiş acaba? “Beni xxx gönderdi, sizin bebek lazım da az.” Kızın adı yok, hikâyede. Mustafa’ysa, yalnız “oğlan” olarak geçse her şeye yetecekken, adı sanı olan birey. Allahtan kızın babası zengin.

Yine kamu hukuku dersine dönüyoruz: “Bu şartının yerine getirildiğini gören padişah, bu kez de işi yokuşa sürmek için, ‘Ben şimdi bu çocuğa üç soru soracağım. Eğer yanıtlayamazsa yine seni öldüreceğim,’ demiş…” Nasıl? Hükümdar sözünü tutmak zorunda değil. Hükümdarın yerine yasa ve Anayasa, ‘söz tutma’ yerine ‘geçerli olma’ kavramı koyun, işte size altında yaşayageldiğimiz hukuksuz sistem.

İlerlemeden söyleyeyim, padişah çocuğa üç soru soracağını söylüyor, ama tek soruda kalıyor. Öbür ikisi nerede, demeyesiniz diye hemen bildiriyorum. “O halde niye üç soru?” demeye hazırlandığınızı seziyorum. Gerek yok. Büyütmeyin. Masalda üç soru sorulur. Üç deyince üç olması gibi bir aşırı mantık zorlaması bizi bozar.

Çocuğun fendi

Padişahın çocuğa sorduğu soruyu asla tahmin edemezsiniz: “…çocuğa Mustafa’nın nasıl bir adam olduğunu sormuş”!? Bir süre sessizlik iyi gider, bunun üzerine… Soluklandıysak devam edelim: “Bunun üzerine çocuk dile gelip, ‘Kusura bakma padişahım, şu anda bu sorunu yanıtlayamam, çünkü başka bir şey düşünüyorum,’ demiş.” Azıcık kolonya?

Dünya masal tarihinde haklı yerini alıp almadığını maalesef takip edemediğim bu diyalog, ister inanın ister inanmayın, padişahın çocuğa ne düşündüğünü sormasıyla devam ediyor. Sahneyi gözümüzün önünde canlandırabiliriz istersek: çocuğun ne düşündüğünü “çok merak eden” padişah, karısını almak için öldürteceği Mustafa, padişaha “şu anda size cevap veremiyorum, daha sonra tekrar arayın” gibisinden cevap veren üç yaşında çocuk birarada…

Çocuk “şu öyküyü” anlatmış: Üç arkadaş “gurbete çıkmış”lar. Aralarından biri bir yere yerleşmiş, bağ dikmiş. “Boş boş gezen öteki ikisi” gelip, “yola birlikte çıkmıştık” bahanesiyle bağın yarısını istemiş. Bağcı da vermemiş. Gerisini dile gelmiş üç yaşında çocuktan dinleyelim: “Şimdi söyleyin padişahım, siz olsaydınız verir miydiniz? Bu adamlar isteklerinde haklılar mı?” Padişah, “ne lan bu zevzeklik” falan dememiş, “Elbette haksızlar,” diye gürlemiş -bunu ben kattım, masalda gürlediği belirtilmiyor-, “ben olsaydım hemen onları kovardım…”

Müsaadenizle, finişe yaklaşırken her şeyi olduğu gibi aktarayım:

“Bunun üzerine çocuk da, ‘İşte o bağ sahibi Mustafa’dır. Lalanla sen de öteki iki haksız adamsınız,’ (…) demiş.” Bakın, uyarıyorum. Birşeyleri mâkûl bulmaya başlıyorsanız kendinize çimdik atın. Uyarmadı demeyin; çocuk devam ediyor: “Şimdi sen, lalanı da alıp buradan gideceksin.” Padişaha diyor.

Diyebilir. Çünkü burada masum halk arzuları devreye giriyor: “Bunu duyan padişah, yaptıklarından çok utanmış ve hemen vezirini de alıp oradan uzaklaşmış.” Nereden? Padişah olduğu ülkeden? Demek çocuk yurtdışı yasağı koymamış. Az evvel Mustafa’yı öldürtüp karısını fethedecekti, yok, gasp edecekti, yok, iç edecekti; işte, bağa elkoyma gibi bir şey. Meğer birini öldürtüp karısını tutsak etmenin fena bir davranış olduğunu çocuk söyleyene kadar akıl edememiş, yoksa utanma duygusu filan olan adam; padişah nihayetinde.

“Mustafa’yla karısı da kalan ömürlerini mutluluk içinde geçirmişler. Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine.”

Bir kadını zorla çaresiz bırakır, sizinle olmaya mecbur ederseniz, sonunda ömrünüzü mutluluk içinde geçirebilirsiniz. Ağzı laf yapan bir bebek bulursanız, cani ruhlu padişahı utandırır, süt dökmüş kediye çevirir, hükmettiği yerden kovabilirsiniz… Sahi çocuk ne oldu? Göl kıyısına geri götürdü mü Mustafa? Peki peri kızıyla birlikte onun diyarına mı göçtüler, birden yaptırıverdikleri kocaman sarayda kalarak zaman zaman handa elbise dağıtmayı mı tercih ettiler?

Masalı yeniden yazarak bize aktaran Muhsine Helimoğlu Yavuz, kitabındaki masalların sonlarına manzum kıssadan hisseler koymuş. “Her masalın sonunda da o masalın, okuyucuya, dinleyiciye vermek istediği temel mesajı şiirleştirerek verdim,” diye açıklıyor önsözde. “Bunu, okurun, özellikle de çocukların ilgisini iletiye daha iyi çekebilmek ve onu daha ilginç kılabilmek için yaptım.” Bizim masalımızın sonunda yeralan mesaj manzumesi şöyle:

“Doğruyu söylemekten,

Hiç korkmamalı insan.

Emeksiz yemeğe konmaz

Birazcık onuru olan.”

Yazara bütünüyle hak veriyorum. “Masallar, ait oldukları toplumların gelenek, görenek, inançlarını; sosyal, kültürel, ekonomik yapılarını yansıtan pek çok motiften oluşur.” Ve “…masalların çocuk ve giderek yetişkin eğitimindeki rolü yadsınamaz.”