Sildim seni bir kalemde
Silmeye kalkınca aslında kendi kişiliğinin yapı taşlarına saldırmış oluyorsun. Kaleni içten yıkıyor, en büyük haksızlığı kendine ediyorsun
31.10.2019
Çocukluğun gözünden kimi nesneler hafızada hiç silinmemecesine yer eder. Benim için bu nesnelerden birinin de silmek fiilini peşi sıra sürükleyen silgi olması ironik bir tesadüf. Seksen öncesi kuşak için kırtasiye malzemeleri başlı başına bir çağrışım hazinesi. Bunda elbette hepimizin maddi imkânlardan bağımsız olarak aynı şeylere ve sadece bunlara sahip olmuş olmamızın payı büyük. Büyük kapitalizm çılgınlığı öncesi, konu silgi olduğunda da elimizdeki seçenekler Pelikan marka yeşil silgi ve ortası delik mavi arkadaşıydı. Çok sonradan kokulu silgiler çıktığında, dayanamayıp o süngerimsi nesneyi ısırmamıza şaşırmamalı.
Yeşil silgi deftere sürttükçe renginden biraz iz bırakır ve bol bol silgi tozu çıkarırdı. Bu silgi tozlarını parmaklarımızla ovalaya ovalaya kil kıvamına getirir ve tahta sıraların yüzeyindeki deliklere tıkıştırırdık. Tıkıştırma işlemi pergelin ya da pens tokanın sivri ucu vasıtasıyla yapılırdı. Yazılı olmayan bir kanundu sanki bu işlem. O deliklerin hangi boşluklarımıza denk geldiğini Allah bilir.
Ortası delik mavi silgi ise apayrı bir maceraydı. Ne akla hizmetse, deliğinden ip geçirilerek kutlu bir madalya misali boynumuzdan geçmiş olarak hayatımızda yerini alır, sert yapısından dolayı tükenmezi silebileceği varsayılır ama geriye delik açılmış ve yırtılıp yeniden yazılması gerek bedbaht sayfalar bırakırdı. Bu arada kara tahtanın da süngerle silinmesi gerekir ve ortalığı güneş ışığında görünen bir toz perdesi kaplardı. Pencereden dışarıda akıp giden hayata bakardım…
Eternal Sunshine of the Spotless Mind
Hafıza, bize oyunlar oynamayı seven, özerk bir diyar. İçinde zerre silgi imgesi barındırmasa da Eternal Sunshine of The Spotless Mind filmi, Türkçede gösterime girdiği Sil Baştan ismi başta olmak üzere, hafıza üzerinde ileri geri hareket ettirilen kocaman, zalim bir silgiyi çağrıştırıyor.
Michel Gondry’nin; Charlie Kaufman ve Pierre Bismuth ile birlikte kaleme aldığı hikâyeden, Kaufman’ın senaryolaştırdığı haliyle yönettiği 2004 yapımı Eternal Sunshine of the Spotless Mind, üçlüye en iyi senaryo Oskarını kazandıran sıradışı konusu ve özgün kurgusuyla on yıllara meydan okuyarak sürekli yeni kuşaklarla buluşan zamansız yapımlardan biri. Ters köşelerle dolu anlatısı bir yana en büyük sürprizlerinden biri de başrol oyuncuları. Truman Show bir kenara bırakılırsa tamamen kendisiyle özdeşleşen bir komedi türünün yaratıcısı Jim Carrey bu filmde rutinin çarklarında kaybolmuş, içe kapanıklığı ve duvarları yüzünden duygularını sevgilisine layıkıyla yansıtamamış Joel Barish’i canladırırken, genelde Drew Barrymore ya da Winona Ryder’ından bekleyeceğimiz sıradışı, arazlı, delişmen bir genç kadın olan Clementine Kruczynski’ye ise Kate Winslet hayat veriyor.
Eğer bu yapıma ayrılık anında izlenecek ya da en romantik filmler gibi listelerde rastlarsanız, itibar etmeyin. Mesele bir başına ne aşk ne de ayrılık. İnsanı doğrudan kendi varlığı ve hafızası ile ödeşmeye götüren bir film var karşımızda. Üstelik zihnin karmaşık yapısına yapılan bir tıbbi müdahaleyi, anı sildirme operasyonunun ta kendisini konu aldığı ve bunu da en güncelden en eskiye doğru silinen anıları takip eden tersten bir zaman kurgusu ve beyinde olanları canlandıran çok farklı bir görsel dille verdiği için, izleyiciden odaklanma ve katılım bekleyen bir film.
İnsanın kendisine eziyet eden anıları “hayata devam etmek” adına sildirmesi fikrine dayanan hikâye, sıradan bir aşk hikâyesinin başlangıcına tanıklık ettiğimizi sandığımız ve başımıza geleceklerden habersiz olduğumuz yalın kılıklı bir girişe sahip. Rutininden bezmiş, sabah kalkmak için bile bir neden bulamıyor gibi görünen Joel, 2004’ün 14 Şubat’ında işine gitmek yerine âni bir dürtüyle Montauk trenine atlar ve dondurucu soğukta sahile inerek iki yıldır bir şey yazmadığını fark ettiği, koparılmış sayfalarını hatırlayamadığı günlüğüne bir şeyler karalar. Sahilde kendisi dışında mavi saçları ve turuncu montuyla Clementine vardır. Utangaç ve içe kapanık Joel bir an için yeni bir kadınla tanışma fikriyle oynasa da yapısını bildiğinden imkânsızlığı kabul edip baştan pes eder. Oysa genç kadın kendisiyle bu tuhaf yeri paylaşan adamı besbelli ilgi çekici bulmuştur. Dönüş treninde Joel’le sohbete başlar, evine davet eder, numarasını verir. Ruh haline göre saçlarını maviye, yeşile, kırmızıya, turuncuya boyadığını anlatır. Ertesi gün adamı donmuş Charles Nehri’ne götürür ve buz tutmuş yüzeyde gökyüzüne baktırır. Joel, kendisine taban tabana zıt bu varlıktan çarpılır.
Sabaha doğru şehre vardıklarında kadın diş fırçasını alıp Joel’in evine geçmek üzere arabadan iner. Joel ise arabanın camını tıklatıp yardım edebileceği bir şey olup olmadığını soran genç bir adamın varlığıyla irkilir. Derken gece vakti Joel’i aynı arabada acıyla ağlarken görürüz ve tam “Ne oluyor yahu?” diye sorarken jenerik başlar. Jeneriğin, filmin yirminci dakikasına girmişken ortalıkta görünmediğini de o zaman fark ederiz.
Jenerik sonrası izleyici olarak kabûsumuzun aşama aşama büyümesine denk gelir. Anlamadığımız anlar çoğalır. Joel, bu kez saçlarını kırmızıya boyamış olan Clementine’i çalıştığı kütüphanede ziyaret eder ama kadın onu tanımazmış gibi yapması bir yana, tezgâhın arkasında yüzünü görmediğimiz genç bir adamla öpüşür. Aklını kaçıracak gibi olan Joel mekânda ışınlanmışçasına bir anda kendini arkadaşlarının evinde bulur ve sonunda arkadaşı ona kendilerine Lacuna denilen bir kuruluş tarafından postalanmış resmi bir kartı gösterir. Kartta Clementine’in Joel’i bu kuruluşun yaptığı işlemle hafızasından sildiği ve Joell’e ilgili kendisiyle bundan sonra konuşulmaması gerektiği yazmaktadır. Kart, Joel’in elindeyken yazılar da silinmeye başlar…
Cam kürenin içi ve dışı
Joel, Lacuna denen yere gittiğinde Sevgililer Günü nedeniyle kuyruğa girmiş insanlarla karşılaşır. Elinde tuhaf nesneler tutan acılı yüz ifadeli bu insanlar Doktor Howard Mierzwaik’in (Tom Wilkinson) işlem yapmasını beklemektedir. Doktor, Clementine’in bu ilişkiden mutsuz olduğunu ve Joel’i silmeye karar verdiğini söyler. Hasta mahremiyeti gerekçesiyle başka ayrıntı vermez. Mekânlar ve görüntüler karmaşıklaşmaya başladıkça, Joel’in de birinin kendisini hafızasından sildirmek isteyeceği kadar mutsuz ettiği fikrine katlanmayarak aynı işlemi yaptırmaya karar verişine tanıklık ederiz. Bunun için hatırasını silmeye karar verdiğin insanın ya da canlının çağrışım yaratan bütün eşyasını, ona dair yazdığın, çizdiğin, biriktirdiğin her şeyle birlikte kliniğe getirmen, o nesneler sana gösterildikçe zihninin haritasını çıkarttırman ardından uyku ilacını alarak evde ekibi beklemen gerekmektedir.
Eternal Sunshine of the Spotless Mind
Jenerikten sonrasının aslında bu işleme başlamış Joel’in hafızasında geçtiğini ve her şeyin en güncel anıdan en eskiye doğru tek tek silinmeye başladığını anladığımız an, uyandığımız andır. Benim için o anda, gözümün önünde bir cam küre canlandı. Cam kürenin içi Joel’in geriye doğru tek tek silinen anılarının cehennimiydi. Tıpkı Hieronymus Bosch tabloları gibi her şey birbiri üzerine yıkılıyordu. Cam kürenin dışında ise işlemi yapan Stan (Mark Ruffalo), Patrick (Elijah Wood) ve onlara gecenin ilerleyen saatlerinde katılan, kliniğin danışma servisi görevlisi Mary (Kirsten Dunst) vardı. Joel, bir yandan bu tasasız ekibin içki içip ot çekerek yaptığı günlük hayat muhabbetlerini de işitiyordu. Kürenin içindeyse silinen anılarına bakıyordu. Sonradan okuduğum üzere Jim Carrey’nin aynı mekânda sürekli yer değiştirerek tamamladığı mucizevi bir çekimin ürünüydü bu sahneler.
Joel hafızası silindikten sonra işlemin kahrını anlatabilse, kimse bunu yaptırmaz diye düşündüm. Ama ölüm gibi işte, sadece başına gelenin bildiği bir şeydi bu. Belki gibisi de fazladır. Çünkü anladığımız üzere seni üzen anıları silmek diye formüle edilen şey, telaffuz edildiği gibi masum ve basit bir işlem değil. O insanla emek ve umut üzerine kurulu bir geçmişin ve adanmışlığın var. Silmeye kalkınca aslında kendi kişiliğinin yapı taşlarına saldırmış oluyorsun. Kaleni içten yıkıyor, en büyük haksızlığı kendine ediyorsun.
Eternal Sunshine of the Spotless Mind
Joel bunu fark ettiğinde, işlemi durdurmak istedi ama bilinçsizce yattığı için cam kürenin dışına dönük yapabileceği hiçbir şey yoktu. Bunun üzerine silmeye kalkıştığı Clementine’i de yanına alarak zihin haritasında işaretlenmemiş olan çocukluk anılarına sığındı. Ama Joel’in bilgisayar ekranında izini kaybeden ve o âna kadar kafayı bulmuş, iç çamaşırlarıyla adeta mezar üzerinde tepinir gibi, oracıkta bilinçsizce yatan Joel’in tepesinde çılgınlarca dans eden Mary ve Stan paniğe kapılarak durumu doktora bildirince, doktor yeniden sürece hakim oldu. İşlemi yapan insanları bu derece süreçten kopuk kılanın ne olduğunu düşündüm. Sahi hiçbiri günün birinde kendilerinin de birilerini silmek için orada çaresizce yatabileceğini düşünmüyor muydu? Bu kadar mı muaftılar acılardan?
Hatırlamanın laneti unutmanın nimeti
Sorumun cevabı ilahî bir yanıt olarak o an karşımda belirdiğinde, tırstığımı itiraf etmeliyim. Sanki yönetmen ve senarist beni duymuş gibi hissettim. Doktor gelince Mary birden bambaşka bir hâle büründü. Klinikte yüzüne geçirdiği sahte anlayış maskesinden de Stanla pervasızca dans eden kadından da eser kalmadı. Bu üçüncü Mary ince düşünceli, derin görüşlü genç bir kadındı ve doktorla açıkça flört ediyordu. Gondry, filme yön ve isim veren iki önemli alıntıyı da Kirsten Dunst’a söyletti. Daha önce Stan’a de söylediği Nietzsche alıntısını tekrarladı Mary doktora önce. Nietzsche’nin her şeyin ebediyen tekrarlandığı fikrinden hareketle bir şeyi yapmadan önce o şeyi sonsuza dek isteyip istemeyeceğimize dair soru sorma deneyine gönderme vardı burada. Çünkü âşıkların da her şeyi sil baştan isteyip istemeyecekleri bilinmiyordu. Mary’nin unutmanın hafifliğine dair diyecekleri vardı:
“Blessed are the forgetful, for they get the better even of their blunders.”
“Unutkanlar şanslıdır, çünkü hatalarının acısını çekmezler.”
Bu silme işleminin özü sadece kötü anılarından değil, kendini sorgulamadan kaçış ne de olsa. Hatırlamayınca kendini de deşmiyorsun. Sorumsuzluğa bırakıyorsun benliğini. Ardından Mary, filme de adını veren alıntıya geçti. Alexander Pope tarafından yazılmış, 12. yüzyılda Peter Abelard ve Heloise d’Argenteuil arasında geçmiş gerçek ve acılarla dolu bir aşk hikâyesini anlatan “Eloise to Abelard” şiirinden bir bölüme:
How happy is the blameless vestal’s lot!
The world forgetting, by the world forgot.
Eternal sunshine of the spotless mind!
Each pray’r accepted, and each wish resign’d…
Kabahatsiz rahibelerin talihleri ne kadar şen!
Unutulan dünyada, dünyayı unuturken.
Lekesiz bir zihnin ebedi günışığı!
Her dua kabul görmüş, her arzu olası…
Bu alıntı sırasında Joel ve Clementine’i, silme işlemi başlamış mutlu bir anlarında görürüz. Çekimlerle aynı dönemde Manhattan’a gelen ve sokaklarda bir geçit yapan sirkten yararlanarak coşkulu bir kalabalık ve filler arasına Joel ve Clementine’i de dahil eden yönetmen Gondry, tesadüflerin mucizesine bir selam çakar adeta.
Mary ve doktor, alıntıların büyüsü eşliğinde öpüşmeye başlar. Hemen ardından doktor evli ve iki çocuk babası olduğunu, çok özel bir kadın olsa da Mary’le bunu yaşamanın hata olduğu söyler. Ama tutku devam eder. Dışarı sigara içmeyen çıkmış Stan, öpüşme sahnesini camdan görür. Tam bu anda bir de doktorun eşi arabasıyla çıkagelir ve Stan’in korna çalarak uyarmaya çalışmasına rağmen öpüşme sahnesine tanık olur. Kadın niye geldi, şüphelenecek bir şey yoktu diye düşünürken yönetmen ve senaristen ikinci tokadı yerim. Sokağa fırlayan Howard eşinden özür dilerken Mary de bunun tamamen kendi suçu olduğunu ve ilk kez yaşandığını anlatmaya çalışmaktadır. O an doktorun eşi arabanın içinden tarifi imkânsız bir bakışla bakar ikiliye. Eşine dönüp “ Canavar olma Howard. Anlat şu zavallı kıza” der. Sonra da Mary’ye yöneltir bakışlarını: “Onu alabilirsin tatlım. Daha önce de almıştın”…
Doktor, eşi ilişkilerini öğrenince Mary’nin hafıza silme işlemini istediğini itiraf eder. Kriz geçiren Mary, muayenehaneye dönerek kendi teyp kaydını dinlemeye başlar. Sildiği aşka yeniden gitmiştir.
Mahrem sahiciliği
Beri yanda Joel’in Clementine’i hafızasında saklama çabaları devam etmektedir. Çocukluğa dönmek yetmeyince, hafıza yolculuğu sırasında daha da derine gitmek, en mahrem, en utanç verici anılara kaçmak farz olur. Bu fikri bulan da Clementine’dir. “Joel, beni utancında sakla” der sevgilisine. Birlikte Joel’in mastürbasyon yaparken annesine yakalandığı âna ve zorba arkadaşlarının dolduruşuyla bir kuşu öldürdüğü çocukluğuna giderler. İronik bir şekilde, aşklarının izi adım adım Joel’in hafızasından silinirken, ilişki süresince olmadığı kadar yakındır iki eski sevgili o an birbirine. Hatalar ve yanlış anlamalar için özür diler, başka türlü olsaydı fikriyle oynarlar. Son kalan anı, yine delişmen Clemenetine’in gece vakti Montauk sahilinde boş bir eve girmeleri için ısrar ettiği andır. Joel genç kadının coşkusundan hem ürkmüş, hem de “Git öyleyse” deyişindeki aşağılamadan utanıp evden çıkmıştır. Silinen anı eşliğinde ev başlarına yıkılırken, Clementine “Benimle Montauk’ta buluş…” diye fısıldar sevgilisinin kulağına. İkisinin de bilinçaltına atıp kurtardıkları bu kırıntı, birbirlerini hiç tanımıyormuşçasına o sahilde tekrar bulmalarının da sırrıdır…
Eternal Sunshine of the Spotless Mind
Cam küre dışındaki zamana çıktığımızda Mary’yi klinikten ayrılmış eşyalarını arabasına yüklerken görürürüz. Stan, genç kadına bu silme işleminden haberi olmadığını söyler. “Howard’la benden hiç şüphelendin mi?” diye sorar Mary ona. Bir kez onları yan yana gördüğünde düşünmüş ama sonra kuruntuya kapıldığına ikna etmiştir kendisini Stan. ”Nasıl görünüyordum?” diye sorar Mary. Son bir anı istemektedir. “Mutlu görünüyordun” der Stan, “Bir sırrın varmış gibi mutlu…”
Bu arada gerçek zamanda Clementine de çok fena bir hâldedir. Klinikten Patrick bu gizemli kadına tutulmuş ve Joel’in eşyalarını verip, sözlerini tekrarlayarak onu tavlamıştır. Clementine’i kütüphanede öpenin de hafızasını sildiği Joel’i kadının kapısında görünce endişelenip araba camını tıklatanın da Patrick olduğunu anlarız. İçinde anlamladıramadığı bir boşluk hisseden Clementine, Patrick’in yanında sinir krizi geçirir. “Kayboldum, çok korkuyorum. Sanki siliniyorum. Cildim dökülüyor sanki. Yaşlanıyorum. Hiçbir şey ama hiçbir şey anlamıyorum.” Joel’le “tanışınca” da, Patrick’ten anında uzaklaşır.
Filmin başındaki sahneye döndüğümüzde diş fırçasını almak için eve giren Clementine, elinde bir zarfla arabaya geri döner. Mary sadece klinikten ayrılmakla kalmamış, başvuran herkese hafıza sildirme operasyonunun bir düzmece olduğunu belirten bir mektup yazıp, teyp kayıtlarını iade etmiştir. Clementine arabada Joel’i neden silmek istediğini anlattığı kaseti açınca, yeni tanıştığı bu kadının oyununa geldiğini düşünen Joel allak bullak olur. Oysa evde de onu kendi kaseti beklemektedir. Çember zaman kendi üzerine kapanırken iki eski âşık Joel’in evinde buluşur. Clementine genç adama ondan hoşlandığını söylerken, fonda Joel’in kendisini neden sildirmek istediğine dair hoyrat sözler akmaktadır. İki âşık çaresizce kalakalır. Aynı şeyleri yaşamaları olasıdır. “Sende hoşlanmadığım tek bir şey göremiyorum” der Joel. “Ama göreceksin. Ve ben de senden sıkılıp kendimi kapana kısılmış hissedeceğim. Pek çok erkek benim onları tamamladığımı ya da canlı hissettirdiğimi düşündü. Oysa ben sadece kendi huzurunu arayan, hayatı, kafası bombok bir kızım” der Clementine. Yine de ya da tüm yaşananlara rağmen yeni bir şans verir âşıklar birbirine. Hatırlamadıkları ama bildikleri bir geçmişle.
Filmin sonu, başta çalan Beck’ten dinlediğimiz "Everybody's Gotta Learn Sometime" (herkesin Bir Vakit Öğrenmesi Gerekir) şarkısıyla döngüyü tamamlarken, Joel ve Clementine o sahilde keyifle oynaştıkları ama görüntünün sürekli üst üste bindiği bir sahne eşliğinde yok olur. Başardıklarına da inanabiliriz, birbirlerini tekrar silmek zorunda kaldıklarına da. Ama şu bir gerçek ki yeniden birbirilerini ve o birbirleri karşısında ayna misali kendilerini yaşamayı göze almışlardır. İpi kesen Mary’dir; Joel ve Clementine kopan yerin düğümünden tutmuştur. O yıkım yolunu dahi birlikte gittikleri ve artık birbirilerinden saklayacakları hiçbir şey kalmadığı için.
Sadece bunu düşünmek bile iyi gelir.