Şimdi de pasaporta el koyma faslı başladı

Haberdar Genel Yayın Yönetmeni’nin başına gelenler hukuksuzluğun ulaştığı yeni boyutu da gösteriyor

YAVUZ BAYDAR

22.01.2016

 
 
 
Editör ve habercilere baskı her geçen gün artıyor, biliyoruz.
 
Medya gangster filmlerinde kafasına naylon geçirilerek boğulan kurbanlar misali, çırpındıkça çırpınıyor.
 
En az 30 gazeteci, çoğu Kürt, hapiste gün sayıyor.
 
Çoğunun hakkında iddianame bile hazır değil.
 
Öyle yatıyorlar, bir kısmı hücrede.
 
Üst yargı mercilerine Mehmet Baransu gibi başvuranlar, aynen 12 Eylül rejimi günlerindeki gibi, insanca muamele taleplerine hiçbir yanıt alamıyorlar.
 
‘’Cumhurbaşkanı’na hakaret’’ namıyla maruf soruşturma va davalar zincirine her gün yığınla yenisi ekleniyor.
 
Haber kaynayan Güneydoğu illerinde görevini yapmaya, yani halka gerçekleri haberleştirerek aktarmaya çabalayan muhabirlerin başına silah dayama günleri, yerini en son IMC TV kameramanı Refik Tekin'in açılan ateşle yaralanmasıyla, yine IMC TV'nin hastane önünden bir ‘’insani haber’’i aktarmaya çalışırken güvenlik güçleri tarafından yayının engellenmesine bıraktı. Bölge sadece halk açısından değil, gazeteci açısından da can pazarı.
 
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun son grup konuşmasında açıkladığı verilere göre son iki yıl içinde işinden edilen gazeteci sayısı yedi bini bulmuş vaziyette.
 
Üç yıldır zam alamayan Milliyet ve Vatan çalışanları, en doğal haklarını gündeme getirdikleri için patronları Erdoğan Demirören tarafından küstahça ortalık yerde azarlanıyor, ısrar edilince de söz konusu patron gazeteyi, yani Türk basın tarihinin markalarından biri olan koskoca Milliyet'i ‘’kapatır giderim’’ diye tehdit yağdırıyor.
 
Bu arada, palazlandıkça azan, iktidardan gaz aldıkça havalanan ‘’havuz’’ veya nam-ı diğer ‘’yalan medyası’’, bir yandan nefret söylemine, korku pompalamaya, diğer taraftan da koyun yerine koyduğu halka yalan üstüne yalan haber yağdırmaya devam ediyor. Gelen yalanlamaların hiçbirine aldırılmıyor, en ufak bir düzeltme kaygısı duyulmadan en akla hayale gelmeyecek yalanlarla yola devam ediliyor.
 
Bütün despotizm rüzgârlarına rağmen ayakta kalmaya ve halkın haber alma hakkına dürüstçe hizmet etmeye çabalayan bir avuç bağımsız medya kuruluşuna uygulanan baskı yöntemlerinin de giderek çeşitlilik kazanmakta olduğunu görüyoruz.
 
Bunlara en son, haberdar.com sitesinin sahibi ve genel yayın yönetmeni Said Sefa'nın başına gelenler eklendi.
 
Haberdar sitesinin aktardığına göre hadise şöyle vuku buldu:
 
''…evine gelen polisler tarafından kapısına yapıştırılan çağrı belgesinde, pasaportuyla birlikte emniyete gitmesi istenen Said Sefa'ya yurtdışı yasağı getirilirken, pasaportuna da el konulacağı belirtildi. Konuyla ilgili bilgi almak için Emniyete giden Said Sefa'nın avukatına, başlatılan bir soruşturma kapsamında Said Sefa'ya yurt dışına çıkma yasağı getirildiği bildirildi.''
 
Şimdi bu, gerçekten de ‘’yeni’’ bir durum.
 
Hukukun bu ülkede hâlâ işler olduğu kanaatinde iseniz, o zaman herhangi bir vatandaşın pasaportuna öyle keyfe keder el konamayacağını da tahmin etmeniz gerekir.
 
Bildiğimiz kadarıyla, böyle bir durum ilk kez yaşanıyor.
 
P24 avukatı Veysel Ok, Said Sefa ile de konuştuktan sonra, ancak Kafka'nın kitaplarında rastlanan türden bu fantastik yeni durumu bizlere şöyle izah ediyor:
 
‘’Çağrının arka planı şu: İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nden kaynaklanan bir yazı ile Said Sefa'ya yurtdışına çıkma yasağı kararı verildiği anlaşılıyor. Oysa bunun için bir mahkeme kararının olması gerekiyor. Görüldüğü kadarıyla ortada bir mahkeme kararı veya bir dava yok. Ceza Muhakemeleri Kanunu'nun 110'uncu maddesine göre sadece hâkim yurtdışına çıkma yasağı koyabilir, adli kontrol kararı verebilir. Bir emniyet müdürlüğünün böyle bir karar vermesi mümkün de vaki de değildir. Dolayısıyla bunun hukukla açıklanabilecek bir tarafı yok. Kanun çok açıktır.’’
 
Dün attığı Kafkaesk tur ardından yazdığı yazıda Said Sefa şunları paylaşıyor:
 
''İki yıla yakındır yaşadığım baskının haddi var hesabı yok… Önce taraf olmam istendi.

Neye, kime, nasıl, ne gerekçeyle taraf olmalıydım?

'Taraf olmak' denilen şeyin mutlak ve koşulsuz biat olduğunu anlamak için çok da zeki olmaya gerek yoktu elbet.

Sonra, yaşanılanlar karşısında susmam istendi.

Susmak?

Hukukun, demokrasinin, özgürce yaşamanın ırzına geçilirken mi?

İnsanlar evlerinden apar topar alınıp saçma sapan gerekçelerle tutuklanırken mi?

Siyasi nefret saikiyle muhalif olan herkes bütün bir medya gücüyle ve algı oyunlarıyla linç edilirken mi?

Yüzlerce, binlerce gazeteci işsiz bırakılırken mi?

İş adamlarının şirketlerine mafya usulü yollarla çökülürken mi?''
 
''Ne biat ettim ne de sustum. Üç ekiple peşime düştüler.Evim, ofisim, sürekli tarassut altına alındı. Gittiğim her yere benimle gelen adamları oldu. Dokunduğum, temas ettiğim her işimi elimden aldılar. Bir çok defa arkamı kollayarak yürüme zorunluluğu hissettim.’’
 
‘’Ve dün…

Evimin kapısına 'pasaportunu da al gel' kâğıdı iliştirip hakkımda yurt dışı yasağı koyduklarını ilan etmiş oldular. Ne polis gördüm ne savcı, ne dosya ne de mahkeme, ama elimden pasaportumu da aldılar. Avukatımın sabah söylediği cümle hukuk tarihine geçecek cinsten. 'Bunca yıllık hukukçuyum, böyle bir şeye ne şahit oldum ne de izahını yapabiliyorum.' Avukatım izah edemese de ben vaziyetin izahını yapabiliyorum. Düpedüz eşkiyalık düzeni kurulmuş. Eşkiyalar hükümdar olmuş.

Efendiler, ben sizi tanıyorum ne kadar korkak olduğunuzu da biliyorum. Korkunuz, benim dışarıda hayatımı idame etmeme izin vermeyecek. Evhamlarınız bir kurt gibi beyninizi kemirecek. Er geç kapıma dayanacak, hürriyetimi tahdit edeceksiniz,emin olun bunu da çok iyi biliyorum.''
 
''Belki siz farkında değilsiniz ama ben her akşam yastığa kafamı koyduğumda 'bu gece evimde son gecem olabilir' diye gülümseyerek uyuyor ve her sabah 'bugün de gelmediler' diye gülümseyerek uyanıyorum.
Elbet, ağlanacak halime gülmem aklımı yitirdiğimden değil.

Vicdanen müsterih olmamdan… Bu saatten sonra söyleyeceğim bir tek şey var; Seyit Rıza'dan ilhamen: ''Ben sizin yalanlarınızla ve hilelerinizle baş edemedim, bu bana dert oldu. Ben de sizin önünüzde diz çökmedim, bu da size dert olsun."
 
Evet, baskı yöntemlerine eklenen yepyeni bir durumla karşı karşıya Türkiye'nin dertli gazetecileri, habercileri, editörleri.
 
Bu garip uygulama yeni bir emsal olarak mı tedavüle sokuluyor, hangi gerekçeyle savunulacak, gerisi nasıl gelecek, beraberce göreceğiz.