Sinan Ateş cinayeti ve siyasetin/siyasetçinin finansmanı
Sinan Ateş cinayeti öncesinde Mersin’de Ateş’in bir arkadaşına karşı bir silahlı saldırı düzenlenmişti. Çok merak ediyorum, dün kararını veren mahkeme bu silahlı saldırı ile Sinan Ateş davası arasında bir bağ kurdu mu?
03.10.2024
Aslında, Sezar’ın hakkını Sezar’a vermek gerekir. Oy oranı senelerdir yüzde onu aşamayan bir siyasi hareket, MHP, Türkiye’de kendinden en çok bahsettiren siyasi hareket. İlginç bir siyasi hareket, kendinden sürekli bahsettirmesi boşuna değil; örneğin, bilebildiğim kadarıyla MHP’nin 2002 senesinde erken seçimi neden zorladığı konusu hâlâ belirsiz, bu konuda bir kitap ya da çok kapsamlı bir makale de yazılmış değil.
Dün tiyatroyu andıran bir yargısal (!) sürecin sonunda Sinan Ateş cinayetinin tetikçileri ağır cezalar aldılar, ama bu tetikçileri bu cinayete azmettirenler dosyaya dahil bile olmadılar. Mahkeme kararı da toplumun vicdanında bir yargısal yara olarak kalacak.
Cinayetin işlendiği tarihten günümüze konu çok tartışıldı, tetikçilerin, azmettirici olduğu iddia edilen kişilerin isimlerini ezberledik, ama çok temel bir konu adeta hiç konuşulmadı: Bu da bu cinayetin nedeni ya da nedenleri. Agatha Christie’nin cinayet romanlarından beri çok iyi biliriz ki bir cinayetin temel nedeni iyi bilinmeden katilin bulunması olanaksızdır. Ama nedense ve nasılsa yargı bu cinayetin nedeni konuşulmadan katillere gidebildi.
Peki, Sinan Ateş neden öldürüldü acaba? Herkesin bir yaklaşımı olmalı bu meseleye, çünkü konu bir cinayetin boyutlarını dahi aşacak kadar önemli.
Türkiye kültüründe ölmüş bir kişinin arkasından konuşmak pek makbul, hayırlı bir şey değildir. Ben de yapmayacağım bunu. Ama şunu da görmek lazım, rahmetli Sinan Ateş öyle sütten çıkmış ak kaşık sayılmaz. Zaten Sinan Ateş’in eşi Ayşe Ateş’in de bununla “helallik isteme” ifadeleri mevcut.
Ülkü Ocakları bir tür mafya benzeri bir teşkilât, her türlü karışık işin içinde ismi geçebiliyor. Ülkü Ocakları’nın eski başkanı Sinan Ateş de bu teşkilâtın bir parçası, hatta başı. Ama malum, bazı mafya babaları her türlü karanlık işin içine girseler de uyuşturucu ve silah işine bulaşmazlar, bu da onların bir türlü “ahlaki” duruşudur.
Sinan Ateş’in bir parti organı, partinin gençlik teşkilâtı şeklinde çalışan Ülkü Ocakları içinde şahsi bir husumet nedeniyle öldürülmüş olması doğrusu bana hiç ama hiç inandırıcı gelmiyor.
Liderlik dedikoduları, şahsi husumetler Ülkü Ocakları eski başkanı düzeyinde muhtemelen cinayete varmayan yöntemlerle de etkin bir çözüme ulaştırılır o camiada. Tehdit, şantaj gibi yöntemler bunun için varlar.
Mesele, kanaatimce, siyasetin/siyasetçinin finansmanına dayanıyor.
Türkiye’de siyaset küçük doktrin partileri dışında, vatandaşa daha çok ve daha nitelikli kamu hizmeti üretme yarışı temelinde yapılmıyor. Siyasetin temel amacı, kamu rantlarını üreten çeşmelerin başına geçmek ve “siyaset yapıyorum” diyerek bu kazançları çevrelerine dağıtmak.
Rant üretimi ve dağıtımının da meşruiyeti çok tartışmalı. Fakat yasal ve yasal olmayan yöntemleri var.
MHP dışında başka partiler rant üretim ve dağıtım süreçlerinde ağırlıklı olarak meşruiyeti çok tartışmalı ama kağıt üzerinde yasal yöntemleri kullanıyorlar. Bu yöntemlerin en başlarında kamu ihale sistemi, vergi harcamaları yöntemi, teşvik sistemi gelir. Mesela AKP bu yöntemleri müdanasız bir biçimde kullanıyor. Muhtemel bir muhalefet iktidarının da aynı yöntemleri farklı biçimlerde kullanacağını biliyoruz.
Gelelim MHP’nin devlet rantları ile ilişkisine.
Türkiye belirli bir süredir Cumhur ittifakı adı altında bir koalisyonla yönetiliyor. Koalisyonlarda tüm partiler en yatırımcı, en çok bütçesi olan bakanlıkları kapmak isterler, zira oralarda kamu rantları çok yüksektir.
MHP ise, ilginç bir biçimde Cumhur koalisyonu içinde bakanlık talebi olmadan bulunuyor. Bunun da bir izahı olmalı.
MHP belki bakanlık almadı, ama iki çok kilit bakanlıkta, Adalet ve İçişleri (EGM ve Jandarma) bakanlıklarında ciddi bir bürokratik yapılanma sağladı. Bu sayede yasallığı kuşkulu rant üretim ve dağıtım kanallarında çok güçlendi.
Yukarıda rahmetli Sinan Ateş’in ülkücülerin bazı belli alanlara -mesela uyuşturucu rantları- girişine çok tepkili olabileceğini yazdım. Dedikodular da cinayete giden yolun bu tür taşlarla döşendiğine işaret ediyor.
Türkiye çok ama çok zor bir dönemden geçiyor. Geçip geçmediği de belli değil ayrıca, nitekim bu durumun kalıcı olma ihtimali de yok değil. Bu sıkıntılı dönemi radikal olarak sonlandırabilmek için yapılması gereken işlerin başında Türkiye’ye giren ve çıkan uyuşturucunun mutlak suretle kontrole alınması gerekiyor. Ancak bu ticaretteki rantın büyüklüğü bile tam bilinmiyor. Maalesef bu belanın üzerine gerektiği ölçüde de gidilmiyor.
Anladığım kadarıyla MHP gibi bir parti, daha doğrusu muhtemelen partinin bir bölümü, bırakın meşru, yasal bile olmayan yöntemlerle kamu rantlarının üleşiminin peşinde.
Fransız Le Monde gazetesi geçen ay “Uyuşturucu Atlası” başlığı altında bir ek yayınladı ve yine maalesef Türkiye’deki Mersin limanı Avrupa’ya giren uyuşturucu için başlıca kapılar arasında anıldı. Bir liman nasıl kontrol altına alınamaz? Anlamak mümkün değil, tıpkı on senelerce İran’dan gelen tırların, kamyonların kullandığı bir gümrük kapısının bir türlü tam anlamıyla kontrol edilememesi gibi.
Sinan Ateş cinayeti öncesinde Mersin’de Ateş’in bir arkadaşına karşı bir silahlı saldırı düzenlenmişti. Çok merak ediyorum, dün kararını veren mahkeme bu silahlı saldırı ile Sinan Ateş davası arasında bir bağ kurdu mu?
Parti başkanlığı, kişisel husumetler cinayete kadar gitmez, fakat uyuşturucu rantları kovanına çomak sokmak çok tehlikelidir. Şekilde görüldüğü üzere sonu nereye kadar gider belli olmaz.
Bu durum karşısında keşke MHP de Cumhur koalisyonuna bakanlık alarak girse ve meşru olmayan ama yasal rantlarla siyasetini finanse etseydi diye düşünmemek elde değil.
Türkiye’de siyasetin sadece kamu rantları için yapılması bizim kaderimiz, makus talihimiz. Yine de, bari en azından, bu rant kollama işleri meşruiyeti kuşkulu ama yasal yöntemlerle sınırlı kalsa.