“Şoka karşılık şok” seçimi

Sonuçlar nasıl “sürpriz” olabilir? Tek bir şekilde: şoka, şokla karşılık vererek

SEZİN ÖNEY

20.04.2018

Ve bir gün ansızın geliverdi: 24 Haziran 2018'de, Türkiye yeniden sandık başında olacak.

Bizim gibi, işi gücü siyaset olanlar için erken seçim haberi bir sürpriz olmayabilir; adı üzerinde, işimiz "siyaset bilimi." Zaten bu Şubat ayında da, erken seçim virajına girdiğimize işaret eden bir yazı kaleme almıştım.

Muhalefetin kendi zafiyetleri ve içine sokulduğu zafiyetler dolayısıyla değil bir rüzgâr, bir esinti bile yaratamaz hâlde olmasına karşılık, iktidar cephesinde seçimin her türlü hazırlığı yapılmıştı bile.

Sadece medya düzleminde alınan "seçim tedbirlerine" bakarsak bile, internet üzerinden yapılan yayınlara RTÜK denetimi ve Doğan Medya Grubundaki yayın organlarının el değiştirivermesi bile "seçim emareleri" arasındaydı.

Yine de, bu seçimlere verilecek en iyi ismin "şok etkisi yaratan seçimler" olduğuna dikkat çekmem lazım.

Bu seçimler, "şok etkisi yaratan seçimler" çünkü, "erken seçim" ve hattâ "baskın seçim" olarak adlandırılamayacak kadar ani duyuruldu ve daha da önemlisi, sonuçları şöyle veya böyle "şok" olacak.

Neden "şok" seçimler?

Çünkü…

Seçimlerin 2018'de gerçekleşeceğini öngörenler için bile, bu kadar erken ve hattâ acele bir tarih "şok" etkisi yarattı.

Çünkü…

Bu seçimlerin ekileri şok yaratacak.

Sistemsel bir dönüşümün son noktasını koyacak seçimlerden bahsediyoruz.
 
Sekiz yılda dokuz seçim

2010 referandumundan beri, sekizinci kez sandık başında Türkiye: Ortalamaya vurursak, sene başına bir seçim düşüyor. Ve hattâ, 24 Haziran'da iki sandık kurulacağını düşünürsek de, dokuz seçim gerçekleşmiş oluyor ve böylelikle 2018, "çifte seçimli yıl" hâline dönüşüyor.

2010 referandumu, 2011 genel seçimleri, 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimleri, 2014 yerel seçimleri, 2015 Haziran genel seçimleri, 2015 Kasım genel seçimleri, 2017 referandumu ve şimdi de, çifte seçimler-genel seçimler ve Cumhurbaşkanlığı seçimi.

Bu farklı sandıkların ortak bir tek özelliği var: her seferinde toplumsal kutuplaşmayı daha da artıran bir rol oynamaları.

Bu da, kaçınılmaz bir durum; çünkü 2010'dan beri, adım adım sistem değişikliğine doğru ilerliyoruz. Toplum, bu dönüşümün bilincinde biçimde sandığa gitmemiş olabilir, ama "siyaset mühendisliği" veya daha doğrusu "siyaset müteahhitliği", başkanlık sistemi yönünde bir dönüşümü her oylamayla "inşa etmiş" oldu.
 
Geldik son sandığa, son oylamaya….

Bu kez sandık, bir rejim değişikliğini nihaî olarak tescillemek için kurulacak. Veya daha doğrusu "kuruluverecek".

Toplumun, "bizler" ve "onlar" eksenlerinde yoğun biçimde kutuplaştığı, iktidarın popülist hareketlerde olduğu sistemlerde, seçim sonuçları zaten, şu veya bu şekilde, "şoke edici" oluyor. Bunun sebebi de, popülist iktidarların, siyasi sistemi "kazanın her şeyi aldığı" prensibinin geçerli olduğu biçimde, baştan yaratması. Durum böyle olunca da, muhalefetin kazanma şansı zaten sadece "teorik olarak" mümkün olabiliyor. Seçimlerde "kazanmak" da, muhalefet açısından bir kumarhanede (hem de hukuka çok uygun işletilmeyen bir kumarhanede) kazanmayı beklemekten farksız.

Popülist sistemlerde muhalefetin en büyük hatası da, toplumda var olan huzursuzluk ve memnuniyetsizliklerin, seçmenlerin kendilerini tercih etmesini sağlayacağı algısı; daha doğrusu yanılgısı. 

Sistemin "kasaya çalıştığı," kazanma şansının muhalefet için, cebinde beş kuruşla kumarhaneye girip de, "12'den vurmaya" eş değer olduğu bir seçimde, sonuçlar nasıl "sürpriz" olabilir?

Tek bir şekilde: şoka, şokla karşılık vererek.

Öncelikli olarak da, muhalefetin, kendinden beklenmeyenleri yapmasıyla: Şok etkisi yaratacak bir aday çıkarmakla, şok edici hamlelerle akrobasi cambazları gibi imkânsız konumlarda dengeleri sağlamakla, şok edici biçimde
gündemi belirlemeyi eline almakla.

Ne var ki, siyaset dünyası genelinde, müthiş bir statükoculuk hâkim. Seçim tarihi ilân edildikten sonraki haberleri arasında, bir muhalefet milletvekilinin, erken seçimlerin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği konusunda başka bir partinin vekilleriyle bahse girip takım elbise kazandığı haberleri de vardı. "Normal şartlar altında", hoş bir sadâ olacak bu haber, aslında Türkiye'de muhalefetin içine düştüğü ve düşürüldüğü hâlin bir göstergesi: kendi adlarına, keşke bahse harcadıkları vakti, "ya çıkarsa" düşüncesiyle bile olsa, erken seçim hazırlığına harcasalarmış.

Yineliyorum:

Toplumda, siyasi huzursuzluk ve memnuniyetsizlikler olması, seçmenlerin otomatik olarak bir "oy verme alışkanlığı değişikliği yaşayacağı" anlamına gelmiyor. Önce seçmenlerin önüne, bir yeni seçenek koymak gerekiyor.

"Şok edici seçimlerin" en dramatik günü, bir gün sonrası: asıl şok, "ertesi gün sendromu" şeklinde o zaman yaşanıyor. Ve asıl şoku da, herkesten önce ve en çok, bu sefer de "kaybeden olmayı başardıkları takdirde", muhalefet siyasetçileri yaşayacaklar.

Bugünün muhalefet siyasetçilerine, "nükleer bomba düşmüş" bir siyaset zeminiyle karşı karşıya olacaklarını ve "politik güç" veya "nüfuz" namına bildikleri her şeyi kaybedeceklerini söylemiş olayım şimdiden.

Ama her şey bir tercihtir; bugünün "göreceli" konfor alanına ve tükenmişliği inkâr edilen eskiye yapışarak, değişimden, harekete geçmekten ürkmek ve cesur kararlar alamamak da bir tercihtir.  Sonuçlarına da katlanmak gerekir.

Şimdiden şunu da söyleyeyim; hayatta gerçek "kayıplar" yaşayanlar iyi bilirler ki-gerçekten kaybetmek çok kötü, çok ağır, katlanılması güç ve acısı tahammül edilmez derecede azap veren bir şeydir.