Söndürmek envanterde yok

Biz yangınlarımızı ille de birilerinin çıkarmış olması gerektiğini düşünüyoruz. Herkesinkinin sebebi global olabilir, bizimki olamaz.

ÜMİT KIVANÇ

31.07.2021

 

NOT: Aşağıdaki yazıyı yazıp yolladıktan birkaç saat sonra Konya’daki katliamdan haberdar olduk. Gelişmeleri izlemek için yazıyı beklettik. Uzun zamandır tehdit edilen Kürt ailenin yedi ferdinin öldürülmesi ve evlerinin yakılması bir yanda infial yarattı, öbür yanda katliamın saikinin ırkçılık olmadığını ispat çabaları hız kazandı. Bu olay üzerine şimdilik lanetleme dışında söyleyebilecek sözüm yok. Öte yandan yangınların provokasyon bahanesi haline getirilmesi gayretleri çok ciddî tehlike oluşturuyor. 30 Temmuz’u 31’ine bağlayan gece sosyal medyada organize bir kara propaganda-provokasyon eylemine mâruz kaldık. Memleketi mahveden orman yangınları konusunda ortaklaşa sağlıklı bakış açısına kavuşmamız şart.

 

 

Cânım ormanlar yanıyor.

Böyle büyük felaketle karşılaşıldığında söylentiler kömürleşmiş yaprakların ufalanan parçaları gibi havada simsiyah uçuşur; kaçınılmaz. Yalnız bizim palavramız hep mevsim normallerinin üstünde. Gerçi mantıksız izahata yatkın, aklıyla tartmaktansa başka uzuvlarıyla itip kakmaya eğilimli insanlar sayılırız. Yine de saçmalıkların bunca itibar görmesinin asıl sebebi başka: Lafına güveneceğimiz kimse yok. Makamı koltuğu olan hiç kimsenin bize doğruyu söyleyeceğinden, kendi çıkarından önce bizim selametimizi düşüneceğinden emin olamıyoruz. Dolayısıyla, resmen açıklanana refleks olarak inanmıyoruz. İsabet ediyoruz.

Şuradan dalalım alevlerin arasına: Yangınları kimse çıkarmıyor, yangınlar çıkıyor! Dünyanın her yerinden bilim insanları, kimbilir kaç yıldır, küresel ısınmanın ilk aşamadaki muhtemel sonuçları arasında orman yangınlarını sayıyorlar. Bazen yer-zaman belirterek somut uyarılar yapıyorlar. Küresel ısınma ve yolaçacakları konusunda bilim insanlarının örgördüklerinden şüphe duymamızı gerektirecek şeyler olmadı şimdiye kadar. Bazı olumsuz gelişmeleri daha uzun vadede bekliyorlardı, bunlar beklediklerinden çabuk geldi, o kadar. İklim değişiminin karşılaşmaya başladığımız tahripkâr etkilerini sayar dökerken, “şöyle yapmazsak böyle olur” kayıtları düştüler, biz de yapmazsak denenleri yapmadık.

İnsan nüfusunun ayrıcalıklı, muktedir kesiminin bencilliği, gaddarlığı, iklim krizi meselesinin aciliyetini ve boyutlarını idrak edemeyen gerikalanlarımızın cehaleti ve aymazlığı yüzünden felakete sürükleniyoruz. Egemenler hepimizi feda ederek kendilerini kurtarabileceklerini hesaplıyorlar. Dünyanın birçok büyük şehrini seller götürüyor. Üstelik altyapısı, örgütlenmesi gelişkin ülkelerde. Orman yangınları, kuzey-güney kutup bölgeleri, Kuzey Amerika’nın kuzeyi, İskandinavya, Baltık Denizi kıyıları, Rusya’nın kuzeybatısı, Afrika, Avusturalya ve Arap Yarımadası’nın çöl kısımları hariç hemen her yeri kasıp kavuruyor. Afrika’nın orta-güney kısmı, baştanbaşa yanıyor âdeta. Güney Amerika’nın yarısından fazlası, Orta Amerika’da Meksika Körfezi kıyıları çepeçevre, kezâ. Endonezya’nın tamamı ormanlık adalarını alevler sarmış. Avrupa’nın güneş, deniz, rehavet diyarı Akdeniz bölgesi yangınlar zinciriyle sarsılıyor. Sellerle birlikte orman yangınları, muhtemelen dünya gezegeninin geçireceği mühim dönüşümün akıncıları.

Gelin görün ki, biz yangınlarımızı ille de birilerinin çıkarmış olması gerektiğini düşünüyoruz. Herkesinkinin sebebi global olabilir, bizimki olamaz. Biz başkayız. Cihan hakimiyeti kuracak olanlarız. Elimizde çöl kalsa da.

 

Pişkinlikte yeni boyutlar

 

Yangınların sabotajla çıkarıldığına dair elde hiçbir veri yokken, -işgüzarlık mı, provokasyon mu, ayırt edilmesi şimdilik zor- birileri “orman yakmak üzere keşif gezisinde” yakalanan PKK’lilere dair uydurmacalara giriştiler. Önce Ankara-Polatlı’dan bir fotoğraf sosyal medyaya sürüldü, sonra tam teşkilatlı bir “bu tutmuş, bu pişirmiş, bu yemiş” haberi hazırlanıp ortalığa salındı: “Manisa, İzmir ve Bursada keşif yapıp orman yakma eyleminde bulunduktan sonra yurt dışına kaçacakları yönünde istihbarî bilgi edinilen PKK/KCK-PYD/YPG terör örgütü üyesi 2 kardeş, MİT, Jandarma ve Emniyetin ortak operasyonu ile yakalandı,” meselâ İHA’ya göre. Böyle, örgüt kısaltmalarını üçer üçer dizip onikilik takım yapınca yakışıklı gösterir sanıyorlar. Fakat PKK/KCK’ye PYD/YPG eklemekten murat bundan ibaret değil. Öfkemizi ilk adımdan körüklemeyi hedefleyen başlık şöyle: “Orman yangını çıkarmak için gelen PYD/PKK'lı 2 terörist yakalandı”. “Gelen”i ben vurguladım. Nereden gelen? Tabiî ki Suriye’den! Bütün melanetlerin geldiği yerden. Suriye Kürtleri… Temamız, kendinden kurutmalı ideolojik çamaşır makinesi. Döndüre döndüre zihni kurutuyor.

Bu haber, uçaklardan atılan içsavaşa çağrı bildirisi misali memleketin üzerine savruldu. Yok. Uçaklardan atılamaz. Elde uçak yok. E, SİHA’lar filan var? Durun, buna birazdan girelim. Başladığım lafı tamamlayayım. Elli-altmış ayrı yerde “ormanları birilerinin yaktığı” iddiası o kadar kof, o kadar saçma ki, buradan ideolojik “anti-terör” cephane çıkmaz diye Süleyman Soylu bile yangınların teröristlerle bağlantısına ilişkin veri olmadığını söyleme gereği duydu. Manisa Valiliği de, nasıl olduysa, “üç-beş kişi inansa kârdır” diye düşünmeyip açıklama yaptı: “Bazı basın yayın organlarında (…) orman yangınlarının şüphelilerinin yakalandığı şeklinde haberler yayınlanmaktadır. Terör operasyonu neticesinde göz altına alınan şahısların devam eden orman yangınlarıyla irtibatlı olduklarına dair herhangi bir bilgi ya da bulgu söz konusu değildir.”

Heyhat! Üst katlardan birileri, #PKKYaktı” etiketiyle tweetler atmaya girişmişlerdi bir kere. Beceriksizliği yalanla, hileyle savuşturma alışkanlığının sarhoş edici tesirine bir defa esir düşmüş, artık şifa bulamayanlar. Bu devir biterse en derin varoluş bunalımlarına sürükleneceklerden biri, Yasin Aktay, bunların en heveskârlarından: “Gezi Parkı olaylarında bir ağaç için bütün Türkiyeyi cehennem yerine çevirmeye kalkışan, yeşile ve çevreye pek duyarlı Türk solundan, CHP çevrelerinden de orantılı bir kınama, bir duyarlılık beklemek yine boşuna. #PKKYaktı.” Gördüğünüz üzre, kendisi de bir taş-çok kuş’çulardan.

İktidar kaftanını kişilik yerine geçirmiş zevatın takdire şayan çok özelliği var; lâkin pişkinlik hepsinden üstün. Kendi uydurduğu senaryodaki rolleri oynamadıkları için elâlemi suçluyor. Kendilerini pîrüpak gösteren aynalarla çevrili sanal dünyalarından bize buyruklar salan bu adamların sahiden memleketin ormanını dert edineceğine nasıl inanalım? İşte bu yüzden, ağızlarından çıkanı artık tartmıyoruz da; “ya aczini örtmek için demiştir ya hilesini” diyoruz. 

Ancak dillerindeki zehri üstümüze boca ettiklerinde, ahali yangın söndürmeye yardıma giden iki Kürt gencini kundakçıdır deyip linç etmeye kalkıyor. Muktedirin arzu ettiği de böyle bir yangın olsa gerek.

Yalnız muktedirin de değil. 30 Temmuz uzun provokasyonlar gecesinin starı, Fethiye Belediye Başkanı Alim Karaca’ydı. Yanan orman fonunda açıklama yaparken, onuncu saniyede, “Biz bunların sabotaj olduğunu biliyoruz,”  dedi. Birkaç saniye sonra bu “biliyoruz” efeliği, “söylüyorlar”a döndü, ama “molotof kokteyli ve benzin” eşliğinde, “saldırdılar” motifiyle bezenmiş olarak. Tam da sosyal medyada organize provokasyon doruğundayken Karaca’nın akıl almaz sorumsuzluktaki bu demeci niye verdiğini öğrenmeliyiz.

 

Had bilerek infial

 

Dönelim söndüremediğimiz yangınlarımıza. Yangın söndürme aracı kıtlığı elbette haklı infiale yolaçtı. Ancak infialin içeriği de sorunsuz değil. 

Herkes haliyle Türk Hava Kurumu uçaklarının peşine düştü. Kurumun başına gelenleri bilmeyen de öğrendi. Gerekli bakım-tamir masrafı yapılmadığından uçakların uçurulmadığı veya daha “millî”si tasavvur edilemeyecek olan orman yangını söndürme işinin de özelleştirildiği, THK’nın “ihaleye sokulmadığı” gibi acayip olgularla karşılaşıldı. THK’nın tecrübeli pilotlarının masraf azaltma bahanesiyle işten çıkarıldığı da öğrenildi bu arada. Kurumları yok etme dalında Terminatör Oscar’ını bileğinin hakkıyla almış AKP’li zevat, galiba zaten epey suyu çıkarılmış olan THK’nın posasını bile bırakmamıştı ortada.

Sınırlı sorumlu muhalefet, THK skandalını günlük siyasî hesaba malzeme ediyor, dikkatimizi şu basit sorudan kaçırıyor: Devletin baştan beri niye bir sürü yangın söndürme uçağı yok? 

Memleketimiz orman yangını bakımından hassas bölge. Yaşıyoruz, biliyoruz. Küresel ısınmayla yangınlar yayılacak, sıklaşacak. Lâmı cimi yok. O halde neden Türkiye’nin zaten her an hazır ve yeterli kapasitede yangın söndürme örgütlenmesi yok? İhaleyi alacak olana yangın garantisi verilirse hoş kaçmayacağı için mi?

Anlıyoruz ki, orman yangınlarını söndürmek, devleti yönetenler için hiç de o kadar öncelikli iş değil, can yakıcı mesele değil! (Sezin Öney’in Yunanistan’daki vaziyetin bambaşkalığını anlattığı yazısını okumanızı önereyim.) Öncelik verseler şimdiye kadar elli defa uçak da önlem de alınmış olurdu pekâlâ. 

Gerçi ormanlık alanlarını hızla betona gömen bir devlet ve egemen sınıftan orman yaşasın diye uğraşmasını beklememiz gerçekçi mi, o da ayrı soru…

Tarım ve Orman Bakanı, alevler ve dumanlarla birlikte büyüyen eleştirilere karşılık olarak şöyle diyebildi: Envanterimizde yangın söndürme uçağı ve helikopteri yok. Cumhurbaşkanımızın talimatıyla ihale çalışmalarına başladık. Uzay aracı kullanmamız gerekse Orman Teşkilatı olarak onu da alır kullanırız.” Bakana göre, “havada neyi uçurduğumuz değil, yere ne kadar su attığımız önemli”.

İşte bu, üslûb-u devletin dışavurumu. “Envanterde yok,” diyor adam! “Niye yok?” sorusunun bir eşikten öteye geçirilmeyeceğini bildiğinden mi? Müsaadenizle, uzay aracı konusuna hiç girmeyeceğim.

Ormanların yanacağı biline biline şimdiye kadar gösterilmiş rahatlık, vatan hainliği suçu kapsamına sokulabilir oysa. Bir ülkeyi -bugüne kadar- yönetenler, o ülkenin ormanlarını korumak için gerekeni, çıkar düşkünlüklerinden ya da aymazlıklarından ötürü yapmamışlarsa bedel ödemelidirler. 

Ancak biliyoruz ki, iş böyle bir bedelin ödenmesine geldiğinde, hesabın görülmesini imkânsızlaştıracak geleneksel danışıklı dövüş başlayacaktır. Zira bu hesap öyle “THK’yı mahvettiniz”den ibaret kalabilecek gibi değil. E, iş sadece mevcut iktidarın cezasını kesip ötesine bulaşmamak haline getirilince bugünün cezası da kesilmez, tecrübelerimizin gösterdiği üzre.

 

İHA’lar, SİHA’lar..?

 

Yangın söndürme uçaklarının yokluğu, doğal olarak, başka bir yerdeki uçak bolluğunu akla getirdi: Sırf Cumhurbaşkanlığı’na ait, kimi kocaman, konforlu, bir sürü özel uçak var. Bakanlar ve kodamanlar vırt zırt her yere özel uçakla gidiyorlar. Beraber gidecekleri yere ayrı özel uçaklarla seyahat ediyorlar. Fiyaka uğruna yapılan bu fuzulî masraflar, meselâ ormanlar yandığında ve söndürülemediğinde elbette daha çok göze batıyor.

Öte yandan, bu ülkenin muktedirlerinin en çok övündüğü mevzu “İHA’larımız, SİHA’larımız” olduğuna göre, “Bunları yapıp satabiliyoruz da, niye yangın söndürme uçağı yapamıyoruz?” gibi bir soruyu niçin sormadığımız merak konusu değil mi? Uzman değilsem de, insansız hava araçlarıyla yangın söndürme araçlarının aynı tezgâhtan çıkamayacağını kestirebiliyorum. Ama muradımın işin teknik yönüyle, şu anda hemen gerçekleştirilebilirliğiyle ilgisi yok. Toplumumuzu az buçuk tanıyorsam, sabah akşam İHA-SİHA muhabbeti yapılırken, buna benzer soruların yaygın şekilde ortalıkta dolaşması gerekirdi diye düşünüyorum. Abi, onu yapıyosak bunu da yaparız!” geyiği, çarçabuk kahvelerimizin gözdesi olmalıydı. Niye olmuyor? Çünkü, işte, cıss!

Dikkat ederseniz, tıpkı enflasyondan, döviz stokunun erimesinden, nereye harcandığı belirsiz milyarlardan bahsedilirken görüldüğü üzre, orman yangınıyla mücadelede donanımsızlıktan yakınılırken de kimse savaş giderlerinden sözetmiyor. S-400 saçmalığı yüzünden sokağa atılan milyar dolarlar, doğrudan somut siyasî mücadelede işe yaradığı için belki hatırlanacaktır. Ancak genel olarak savaş araç-gerecine harcanan, biz sözde yurttaşların hesabını asla bilmediğimiz tutarların bir kısmıyla orman yangınlarına karşı ne muazzam tedbirler alınabileceği, sanırım kimse tarafından -yine- gündeme getirilmeyecektir.

Cevabını çok merak ettiğim soruyu ortaya atarak bitireyim. Savaş aracı yapıp satma histerisine kapılmış muktedir zevatın arasında, bugüne kadar tek Allahın kulu çıkmadı mı, beş-on da yangın söndürme uçağı alsak, yapsak, monte etsek vs. diyen? Buna heves eden hiç kimse mi yok, kıçtan ısıtmalı zırhlı arabalarda gezen, asık suratlı, pahalı takım elbiseli zevatın arasında? Şeflerini ikna etmek için didinen idealist mühendis de mi yok? Yangın söndürme uçağı yapıp satan bir ülkenin evlatları olmayı istemez miydik?

İster miydik?..

Bu uçaklar yakmayacağı ama söndüreceği için mi ilgimizi çekmiyor yoksa?