Sorun Suriyeliler’de değil Suriye politikasında…
Suriyelilere “bugün İstanbul’u, yarın da Türkiye’yi terk edin” demeye getirirken…
02.08.2019
Türkiye’nin güney sınırının çizilmesi Suriye ve Irak devletlerinin kurulmasının şekli, Türk devleti için her zaman bir kabulsuzlük kaynağı olageldi.
1916 tarihli Sykes-Picot anlaşmasıyla — ki İngiltere ve Fransa devletleri kararıyla buna Rusya da dahil — Osmanlı topraklarında iki yeni devlet kurulmasının siyasî ve hukukî zemini oluşturulmuş oldu.
Osmanlı’nın 1912 Balkan harbinde yenilmesinden sonra Anadolu topraklarına doğru küçülen hasta bir imparatorluğa dönüştü. Ve sonra batı ve doğuda, kuzey ve güneyde milyonlarca metrekare toprak kaybetti.
“Coğrafya kaderdlr” derler ya bu coğrafyanın tarihinde göçlerin, sığınmaların, techirlerin haddi hesabı yoktur.
Balkan harbini milat alabiliriz zira “yakın tarih” olarak Balkanlardan yoğun göç bu savaş sonrası başlamış. Sonra 1923 mübadelesi ile devam etmiş ve arkasından Bulgaristan’dan “soydaş” göçleri 90’lı yıllara kadar devam etmiştir.
Daha öncesinde ise 1864 sonrası Kafkasya bölgesinden gelen Çerkez göçlerini de hatırlamak gerekir.
Daha yakın tarihte 1979’da SSCB’nin Afganistan işgalinin başlattığı ve 1980’den itibaren on yıl süren İran-Irak savaşı ve ardından 1991’de Irak’ın Katar’a saldırmasıyla, bölgede güvenlik adına tüm dengelerin bozulmasının Türkiye’ye bedeli her dönem yoğun göç almak anlamına geldi.
2003 yılında ABD’nin Irak’a girmesiyle bölge bir kez daha ateş topuna döndürüldü. Ve bu sürec 2006’da Saddam Hüseyin’in idamı ve yeni bir Irak Cumhuriyeti kurulmasıyla tamamlandı.
Ancak bölgede siyasî ve ekonomik sorunlar giderek daha fazla kargaşalara neden olurken 2010 tarihinde Tunus’ta seyyar satıcı bir genç olan Muhammed Buazizi ekonomik sıkıntılar nedeniyle kendini yakınca bu eylem daha sonra uzun yıllar sürecek bölgesel ve siyasal etkileri halen devam eden “Arap Baharı” sürecinin ortaya çıkmasına neden oldu.
Arap Baharı Tunus, Cezayir, Libya, Mısır gibi ülkelerden sonra etkisini Suriye’de de gösterdi.
2011’de Suriye iç savaşı başladı.
Vekâletler savaşı da denilen bu kanlı savaşın nasıl ve ne zaman biteceği ise henüz belirsiz…
Baba Esad dönemi dahil nerdeyse yarım asırlık Esad yönetimi de bu süreçten payını almaya ve ülke parçalara ayrılmaya başlamıştır.
IŞİD gibi cihatçı terörist örgütlerin Suriye üzerinde siyasî tahakküm oluşturmak için yapmadıkları vahşet kalmadı.
Suriye savaşı bu coğrafyanın kaderinde tarihte görülmedik yığınsal göçe neden oldu.
Öyle ki yaklaşık beş milyon insan Türkiye’de olmak üzere yerini yurdunu değiştirmek zorunda bırakıldı.
Bugün Türkiye’de göç etmiş insanların çoğu Suriye’den, kalanların büyük bölümü de Irak’tan gelmiş durumdalar.
Ancak Afganistan dahil daha geniş bir coğrafyanın çok göç almış bir ülkesi Türkiye…
Ve özellikle Suriyeliler üzerinden yürütülen nefret söylemi çoğu zaman ırkçılığa varan ifadelerle sürdürülüyor.
Halbuki Suriye ve Suriyeliler sorununa bakarken Türkiye devletinin ve hükümetin 2011 yılından bu yana izlediği Suriye siyasetini de masaya yatırmak ve soruna bir bütün içinde bakmak gerekiyor.
Türkiye komşusunda çıkan bu savaşa başından beri yayılmacı ve fırsatçı bir siyasî cevvallikle baktı.
Doğrudan Esad yönetimini karşısına alarak bu savaşın tarafı olmayı “yeni Osmanlıcılık” fıtratıyla sürdürdü.
Yurdunu terk eden Suriyelilere “Yarın yöneteceğim ülkenin vatandaşları” gözüyle bakıldı.
Muhtaç ve çaresizlikleri her bakımdan sömürülen Suriyeli insanlara bir yandan din kardeşimiz veya ümmet evlâdı denilirken diğer yandan insanlığa sığmaz lince varan davranışlarda bulunuldu.
AB’den Suriyeli göçmenlerle dayanışma altında alınan hibeler hakkında hiçbir zaman kapsamlı ve detaylı bir rapor hükümet tarafından kamuoyu ile paylaşılmadı. Bu hibelerin yandaş “STK”lara peşkeş çekildiği iddiaları ayyuka çıktı.
Suriyeliler için harcandığı iddia edilen paraların ne kadarı doğru belli değil ama AB hibelerinin ne kadar olduğu biliniyor.
Soru şu; Suriyeliler Türkiye’deki yaşamlarının ne kadarını devlet desteği ile ve ne kadarını kendi emekleri ile karşıladılar.
Öte yandan Türkiye bölge barışı için oynayacağı yapıcı rollerden ziyade bölge sorununun bir parçası olmayı tercih etti.
Irak’ta barış isteyen Türkiye Suriye’de neden savaşın içine girmişti?
Sorun sınır güvenliği ve terör örgütleri ise Irak’ta bu riski neden görmezlikten geldi de, Suriye’de görmezden gelmedi?
1 Mart 2003 tezkeresiyle ABD’nin Irak işgaline destek vermeyen Türkiye, neden Suriye sınırını İslamcı terör örgütleri için yol geçen hanına çevirdi?
Dün savaş politikalarıyla göçün tetiklenmesinde katkısı olan Türkiye, şimdi Suriyelilere “bugün İstanbul’u, yarın da Türkiye’yi terk edin" demeye getirirken aslında Suriye sorununda kendisinden kaynaklanan günahlardan arınmak istiyor.
Oysa bugün Suriye sorununda atılacak olan barışcı ve yapıcı adımlara çok ihtiyaç var.
Öncelikle Suriye sorununun çözümü için uluslararası bir yapıcı irade oluşturmak ve ona destek olmak gerekiyor.
Bunun için öncelikle ABD, Rusya, İran ve Başar Esad ile ortak bir iletişim ve diyalog zemini kurulmalı ve diğer yandan Fırat’ın doğusunda oluşmuş YPG siyasî iradesi ve yapılanmasıyla savaşmayı, yok etmeyi değil konuşmayı ve çözüm bulmayı tercih eden bir politika izlenmelidir.
Bu politikayı içerde Kürt sorununun yeniden çözümünü bir parçası olarak görerek barışçı, yapıcı adımlar atılmalıdır.
Suriye’de yeni anayasa süreci ve seçimlerin yapılması en önemli hedefler olarak duruyor. Bu süreçler hakkında katılımcı ve demokratik kararlar alınması hayatî önem kazanıyor.
Kısacası Suriyelilerin akıbetinin ne olacağı sorusunun yükü, Suriyelilerden çok Türkiye’nin Suriye siyasetinden ne kadar gerçekçi olabileceği ile alakalı olarak gözüküyor.
Yoksa Suriyeli göçmenleri rehine olarak gören bir kör zihniyetin karşılığı olmaz.
Çünkü Suriye ve Suriyeliler sorunu bugüne kadar uygulanmış bir dizi yanlış politikaların sonucu ortaya çıkmış olan politik bir sorundur.
Bitirirken… İronik olan şu: Balkanlardan, Kafkaslardan savaş ve sair nedenlerle gelenlerd e “Suriyelier gitsin” diyor.