Söz/sessizlik ikilemi üzerine Adrienne Rich
Adrienne Rich’in şiirleri ifade etmenin, anlamlandırmanın ve adlandırmanın neden bir mücadele aracı olduğuna ayna tutuyor
21.07.2019
Söz gümüş, sükût altındır. Sahiden, öyle midir? Kelimelerin yetersizlikleri, kusurları, günahları pek çoktur. Dil bir kere özgürlüktür, ama tahakkümün da esas aracıdır. Bilgidir, kötüye kullanıldığında ise karanlığı genişletir. Eşitlik sağlar, yine de imtiyazdır. Toplumu sınıf ayrılığına tabi tutar, insanla diğer canlıları birbirinden ayırır. Kendini kullandırtması da cabası. Laf ebesi, kelime cambazı, tatlı dillisi, iyi hatibi, siyasetçisi, gazetecisi, reklamcısı, tüccarı, avukatı hakikati oyuna getirmekte ustadır. Üstelik, öyle ülkeler var ki sırf bir şey söylediğin veya yazdığın için hapse bile girebilirsin.
O zaman en iyisi susmak dersin. Öfkelenirsin, incinirsin, içine atarsın. Düşünceni kendine saklar, sözden sakınırsın. Zaten seni dinleyen olduğu ne malum? Duyulmayan sesinle düşünceni ifade etmenin, yeri geldiğinde gırtlağını yırtarcasına haykırmanın sebebini sorgularsın. Hattâ “ifade” denen huyun anlamı nedir ki? Neden bu hayhuy?
Ne tür bir yaratık hayatını kelimelere dönüştürür?
Neyin nesidir bu kefaret?
– oysaki bu tarz kelimeleri yazarken, yaşıyorum.
(Adrienne Rich, “Twenty-One Love Poems,” VII, The Dream of a Common Language)
Amerikalı şair Adrienne Rich için de dil ve sessizlik, baskı ve yanılgılara karşı koymakla hakikat arayışı arasında gidip gelen bir ikilem. Söz, hayatla iç içe ama, aynı zamanda, insana özgü bir kefaret. Sessizlik ise zamanın durduğu vakur bir ölüm durgunluğu.
Sularla kaplı nesnelerin yaşadığı bir gölet bugün sessizliğin,
Güneşe doğru tutulup üzerlerinden sular damladığını görmek istiyorum.
(…)
Her neyse orada kaybolan ikimizin de ona ihtiyacı var –
eski altından bir saat, suda silinmiş bir ateş grafiği,
bir anahtar… dipteki kum ve çakıllar dahi
tanınma pırıltısını hak ediyor. Korkuyorum bu sessizlikten,
dile gelmeyen hayattan. Bekliyorum ki
bir rüzgâr usûlca yarsın bu bulanık suyu
bir kereliğine ve göstersin neler yapabileceğimi
senin için, sen ki çoğu zaman adlandırılamayanı
diğerleri için adlandırılabilir kıldın, ben dahi.
(Adrienne Rich, “Twenty-One Love Poems,” IX , The Dream of a Common Language)
Çağımızın en önemli feminist yazarlarından biridir Rich, sadece kadınların iç dünyasına sadelikle ayna tutmasıyla değil, kullandığı yalın dille de önemli bir çığır açar şiir dünyasında. Dizelerindeki yalınlık gayesi, her bireyin hür, eşit ve iç dünyasıyla barışık olmasını sağlayabilecek “ortak bir dil” arayışının da mihenk taşıdır bir bakıma.
Sessizlikle konuşmak
Ortak bir sessizlik de belki ortak bir dil olabilir diye düşünülebilir. En azından Rich için sessizliğin, özellikle de kadınlarda doğurduğu sonuçlar önemli bir temadır. Sessizlik, kadınlar için geleneksel bir mücadele aracıdır. Zira “ifade” bakışlarla, vücut diliyle, edimlerle, yaralarla, hattâ sessizlikle de kavuşur anlamına. Oysa kelimeler bazen de bu anlamın ardında yatan gerçeği gizlemek ya da hiç değilse çarpıtmak için imdadımıza yetişirler.
Senden nefret ediyorum.
Nefret ediyorum yüzündeki maskeden,
sahip olmadığı bir derinliğe bürünen
beni kafatasının mağarasına çeken gözlerinden
kemiklerle dolu bir arazide.
Nefret ediyorum kelimelerinden
bana savaş meydanlarında satılan
sahte devrim paralarını
o gevrek taklit parşömenleri hatırlatıyorlar.
Dün gece bu odada, ağlayarak
Sordum sana: Ne hissediyorsun?
Hiçbir şey hissetmiyor musun?
Şimdi vücudunun bükümünde
yaşadığımız tarlanın yapraklarını dökerken
Aldım cevabımı.
(Adrienne Rich, “The Phenomenology of Anger,” Diving into the Wreck)
Rich şiirlerinde aradığı hakikate çoğu zaman sessizliğin samimiyetinde kavuşuyor. Ama eğer ki sessizlik sahih ise, söz berrak. Suyun bulanıklığını gideren rüzgâr gibi dönüştürücü bir güce sahip. Çünkü tercihler, seçimler ve kararlar ancak ifade vasıtasıyla gerçekleşebiliyor. İstismarı, ayrımcılığı, eşitsizlikleri tanımanın ve tanımlamanın yolu da birebir “dile getirmek”ten, yani adlandırmaktan geçiyor. Rich’in en güzel şiirlerinden “Açlık”tan alıntıladığım bu kesit de en politik dizelerinin söz ve ifade ile olan ilişkisi açısından güzel bir örnek:
4.
Dünyayı besleme kararı
asıl gerçek karar bu. Hiçbir devrim
seçmedi bunu. Zira bu tercih için
kadınlar özgür olmalı.
Kuzey Amerika’da ekmek tadından boğuluyorum
ama Kuzey Amerika’daki açlığın tadı
zehirliyor beni. Evet, bu kelimeleri yazarken hayattayım
Kollwitz’in kadın resimlerinde göz gezdirirken
hastalıklı kollarında hastalıklı çocuklarını kucaklayan
sütü kurumuş “anneler”, “sağ kalıp” itilenler
kendine kürtaj yapmaya, açlığa mahkûm etmeye
kederli, somut ve kelimeden yoksun.
Hayattan fazlasını istemek için hayattayım,
bunu açlıktan ölenler ve doğmayanlar adına istemek için,
irademe, duygularıma, kızların ve kız kardeşlerin,
zihin teröristlerinin çapraz ateşine tutulan sevgililerin
beyinlerine kazınan mahrumiyetleri adlandırmak için.
Metro penceresinin siyah camında
yüzüm görünüyor, öfke ve arzuyla sığ.
Ezik büzük gazete kağıdında tükenmişlikle örtülü
bir kadın ölü çocuğu kameradan koruyor.
Var olmanın tutkusu vücuduna kelimeler kazıyor.
Birbirimizi bulana dek, yalnızız.
(Adrienne Rich, “Hunger,” The Dream of a Common Language)
Zaten sessizlik denilen de her zaman masum sayılmaz. En çok alıntılanan cümlesinde dediği gibi "Yalan sözle söylenir, ama bazen de sessizlikle." Mesela sır da bir çeşit yalandır aslında. Her ân özgürleştirici hakikatin önünde bir engel olarak belirebilir sessizlik. "Dilin ve adlandırmanın güç olarak var olduğu bir dünyada sessizlik baskıdır, şiddettir" der Rich. Tüm külliyatı içinde en sevdiğim şiirlerinden “Sessizliğin haritalandırmaları” şiirinde ise bu tartışmadan bir sonuç çıkarıyor âdeta. Hakikatleri yeri geldiğinde sözcüklere başvurmadan ifade etmenin, yalanın kol gezdiği bir toplumda ne kadar kıymetli bir sığınak olduğunu anlatıyor. Ancak sessizlikle bir yere kadar konuşulabiliyor. Zira hakikatler telaffuz edilmediği zaman, sözün edimsel, dönüştürücü gücünden de yoksun kalıyor. Rich, söz/sükût ikilemini tarttığında ise, ağır basan taraf kelimeler oluyor…
1.
Bir söyleşi yalanla
başlar. Ve o
sözde ortak dili konuşan her birey
buz parçasındaki çatlağı, uzaklara sürüklenme
duygusunu çaresizce, sanki tabiatın gücüne
karşı koyarmışçasına hisseder
Şiir de yalanla
başlayabilir. Ve paramparça edilebilir.
Ama söyleşinin farklı kuralları vardır
kendi kendini yükler yeniden
sahte enerjisiyle. Paramparça
edilemez. Kanımıza girer. Kendini tekrarlar.
İnkâr ettiği tecrit halini
bir daha geriye sarılamayan iğnesiyle kazır.
2.
Dairede saatlerdir çalan
klasik müzik frekansı
açılan ve açılan
ve tekrar açılan telefon
o eski senaryoyu tekrar tekrar
seslendiren heceler
söylenmeyen kelimelerin altında
dehşeti boğmak için insanlarla konuşan
yalanın ağında yaşayan
yalancının yalnızlığı
3.
Bilimin teknolojisi,
Törenler, etiket
bulanıklaşan sözcükler
kelimelerin, müziğin ya da hatta
ham seslerin
yokluğu değil sessizlik
Sessizlik bir plan olabilir
titizlikle yerine getirilen
bir hayat gayesi
Bir varlıktır
mazisi vardır bir şekli
Onu birtakım yokluklarla
karıştırma
4.
Ne kadar sakin, ne kadar zararsız bu kelimeler
görünmeye başlıyor bana
her ne kadar keder ve öfkeyle başlamışsa da
Soyutluğun zarını yırtarak içine girebilir miyim
kendimi ya da seni yaralamadan
burada yeterince acı var
Acaba bu yüzden mi klasik veya jazz müzik frekansı çalıyor?
acımıza bir anlam zemini hazırlamak için mi?
5.
Dreyer’ın Jeanne’ın [d’Arc] tutkusunda
Kamera tarafından sessizce gözetlenen
Falconetti’nin yüzünü, kısa saçlarını, muazzam bir coğrafyayı
Tüm çıplaklığıyla gösteren sessizlik
Eğer bunun gerçekleşebileceği bir şiir olsaydı
boşluklar ya da anlamları
bir deri gibi kaplayan kelimelerle değil
iki kişinin şafak sökene kadar
konuştuğu bir gecenin
sonuna çöken sessizlik gibi
6.
Gayrimeşru bir sesin
çığlığı
kendini duymuyor artık, bu yüzden
soruyor kendine
nasıl var olurum?
Sende kırmak istediğim sessizlik buydu
sorularım vardı ama cevap vermezdin
cevaplarım vardı ama onları kullanamazdın
Bunun ne sana ne de belki başkalarına faydası vardı
7.
Bu eski bir konudur benim için bile:
Dilden her şeyi yapmasını bekleme –
Merhum şairlerin anıt mezarlarında yattığı
yerlerdeki duvarları karala onunla
Eğer şairin isteği üzerine
şiir bir cisme bürünebilseydi
açığa vurulan granit bir kenara, çiy damlalarıyla
ışıldayan dikilmiş bir başa
Eğer sadece yüzüne çıplak gözbebekleriyle
bakabilseydi, yüzünü çevirmene izin vermeden
ta ki sen, ve bunu hep yapmayı arzulayan ben,
bakışlarında nihayet birlikte aydınlanabilseydik
8.
Hayır. Bana bu tozu toprağı verin,
kasvetli bir şekilde süzülen şu solgun bulutları, şu sözcükleri
kör çocuğun parmakları
ya da açlıktan hiddetlenen
yeni doğmuş bebeğin ağzı gibi
acımasız bir keskinlikle hareket eden
Kimse bana bunu veremez, çok eskiden
gevşek dokunmuş çuvaldan dökülen buğday taneleri
ya da kısık ve mavi ateşe getirilen bunsen ocağı
metodunu denemiştim.
Gözlere yönelik katıksız açıklamaları
kutsal görüş’ü
eğer zaman zaman kıskandığım olsa da
eğer zaman zaman ellerinde tek bir başak tutan
Eleusisli keşişler gibi
geri dönme özlemi çeksem de
somut ve ebedi dünyaya geri dönmektir
her defasında yeniden seçtiğim
hakikatin tekrar tekrar yeşil ve nemli bir şekilde ortaya çıktığı
bu sözcükler, bu fısıltılar ve söyleşilerdir
(Adrienne Rich, “Cartographies of Silence,” The Dream of a Common Language)
Not: Bu şiirlerin benim yaptığım Türkçe çevirisi elbette ki acemiliklerden ibaret. Bu vesileyle usta çevirmenlerin Rich’in şiirleri üzerinde çalışmaları temennimi de dile getireyim.