Suavi: Tehdit ediliyorum ama asla geri adım atmayacağım
Kim bilebilir bizim memleket sevdamızı. Nazım Hikmet gibi, Şeyh Bedreddin gibi, Ahmet Arif gibi yanar bizim içimiz. Biz aşkımızı da, sevdamızı da onurlu yaşadık ve herkesin aşkına ve sevdasına da saygı duyarız
29.08.2024
Bazı sanatçılar, yaşam tarzları, karakterleri ve ürettikleriyle, ideolojilerin ya da siyasetin üstündedir. Evrensel değerlerin yaşayan sembolü, yaşadıkları ülkelerin değerleridir onlar. Suavi de dünden bugüne halkın gönlünde taht kurmuş böyle bir sanatçı. Sadece sanatıyla değil, halk sevgisi ve karşılıksız dayanışmasıyla da bugünün dünyası ve Türkiye’sinde sık rastlanan sanatçılardan değil o. Kendini öne çıkarmaz, reklam yapmaz, adını duyurmak için kırk türlü takla atmaz.
Bu anlamda Türkiye’de saldırılacak, hedef alınacak son isimlerden Suavi. Ama oldu. Son dönemde bürokrasiden tasfiye edilme kaygısı nedeniyle gittikçe agresifleşerek saldırganlaşan MHP taraftarları onu hedef seçti.
19 Ağustos dünya Beykozlular gününde, Beykoz Belediye Başkanı Alaattin Köseler’in daveti üzerine Suavi’nin sahne alacağını duyan marjinal bir grup, önce sanatçının 2011’de gerçekleştirdiği bir dost ziyaretini çarpıtarak manipülasyon yaptı. Sonra yerel medya aracılığıyla Suavi’nin “terörist” olduğu algısını yaratarak, belediyeden konserin iptalini talep ettiler. Ne belediye ne de hedef gösterilmesine rağmen Suavi, geri adım atınca bozkurt işareti yapan marjinal bir grup, 19 Ağustos gecesi konserin verileceği alana girmek istedi. Güvenlik güçlerinin engellemesi üzerine iyice hazımsızlaşan grup, 15 dakika kadar Suavi aleyhine slogan atıp Beykoz halkının huzurunu kaçırdıktan sonra dağılmak zorunda kaldı. Suavi ise iki buçuk saat boyunca Beykozlulara konser verdi.
Olayın sosyal medyada yer bulması üzerine, ülkenin dört bir yanından destek ve davetler alan Suavi’nin 30 Ağustos’ta gerçekleştireceği Seydişehir konseri ise CHP’li belediye başkanı tarafından iptal edildi. Halen marjinal gruplar tarafından tehdit edilen Suavi’yle tüm bu gelişmeleri ve daha fazlasını konuştuk.
“Vatan sevgisi ihaleye çıksa ihale bende kalır”
> Beykoz belediyesinin organizasyonuyla verdiğiniz konserde, marjinal bir grup provokasyon girişiminde bulundu. Bu girişim Türkiye’nin gündemine oturdu ve tepki çekti. O gece ve öncesinde neler yaşandı?
Konser ayın 19’undaydı. 18’inde Beykoz Ülkücüler Derneği sanırım, birtakım bildiriler yayınladı. Yerel bir gazeteye de benim “hain” olduğuma ilişkin açıklamalar yaptılar.
> Neye dayandırdılar “hain” ithamını?
Faşizm, her türlü montajla, hileyle dayanak yaratabilir. Tansu Çiller ve Erdal İnönü iktidardayken, yani SHP/DYP koalisyonuyla kurulan hükümette Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı yapan Ziya Halis, benim eski bir arkadaşımdır. Trafik cezası bile olmayan pırıl pırıl bir insandır. Hiç tanımadığım yeğenlerinden biri devletle çatışmaya girip öldürülmüş. Bir diğer yeğeni de polis ve sol örgütlerin bir eyleminde can verip şehit olmuş. İkisini ortasında Ziya Bey duruyor, bir bakan. Yeğenlerinizin nereye gideceğine, ne yapacağına siz karar veremezsiniz. Hiçbirimiz bilemeyiz, hayat ne gösterecek. Ankara’da, Ziya Bey’in evinde arkadaşlarım Sırrı Süreyya ve Akın Birdal’la birlikte otururken, sanırım 2011 yılında çekilen bir fotoğrafımı, açıklamalarında “Teröristin evinde terör taziyesi” diye lanse edip pazarlamaya çalışmışlar. Ayrıca Abdullah Öcalan’ın posterlerinin olduğu bir yerde, arka plana benim sesimi montajlayarak, şarkı söylediğimi iddia ediyorlar. Madem öyle görüntüm niye yok? Ben İstanbul’un ya da İzmir’in göbeğinde 1 Mayıs mitinglerinde çalıyorum. O alanlara ülkedeki tüm sosyalist sol örgütler flamalarıyla geliyor. Gezi’de olmadı mı? AKM’nin üzerine Deniz Gezmiş’in, Mahir Çayan’ın, İbo’nun resimleri asılmamış mıydı? Bu bir ülke gerçeği ne ölü sevicilik ne de terör sevicilik.
Elbette sol bir kültürden geliyorum. Bu nedenle beni “hain” noktasına indirgemek, en ucuz deyimle çakallıktır. Ben 74 yaşında hâlâ fatura kesen, vergi ödeyen, stopaj ve KDV gibi değer üreten, sanat gibi estetik bir kulvarın içerisinde yürümeye çalışan, evrensel normlarda insan haklarına saygılı bir aktivistim. Kaçak değilim, askerlik yapmışım. Bu ülkeye bir kuruş borcum yok. Herhangi bir ülkeye rahatlıkla gidebilirim. Vatandaşlık kriterinden bakarsak, iyi bir vatandaşım. Hiç kimse doğduğu ülkeyi seçemez, ben de bu ülkede doğdum. Ülkeme âşık bir insanım ve kimse beni “hain” diye etiketleyemez. Ayıptır. Bu beden, o elbiseyi giymez. 17-18 yaşımızdan beri ülkenin derdiyle, tasasıyla uğraşıyoruz, bana necilik yapsaydık çok daha farklı yerlerde olurduk. Bu ülke biraz daha medeni olsun, kadınlar şiddet görmesin, çocuklar sapıkların elinde taciz edilmesin, daha özgür koşullarda kimse kimseyi ötekileştirmesin, sevmek zorunda olmasak da aynı ülkenin evlatları saygı çerçevesinde yaşayabilsin diye bakıyorum hayata. Kısaca, vatan sevgisi ihaleye çıksa o ihale bende kalır. Bana bunu söyleyen insanların karnelerine bakın, ülke için tek çivi çakmışlar mı?
> Genelde cepleri ve kişisel ikballeri için çalışan insanlar arasından çıkıyor bu profiller.
Elbette. Çek senet mafyasının, tetikçi kadroların atından kimin çıktığını görüyoruz. Her türlü yolsuzluğun, ucuz yoldan emeksiz kazancın içinde sürekli yer alan bir yapı var ve bunlar destek alıyorlar. Bir yeri işaret etmem mümkün değil ama gidişat tuhaf.
> MHP kadroları ve taraftarları son dönemde oldukça agresif ve saldırgan. Sizin, genele bir mesaj vermek adına sembolik olarak hedef seçilmeniz söz konusu olabilir mi?
Kendime bir misyon yüklemek istemiyorum ama sıradan bir insana saldırmak, toplumda bir karşı cevap oluşturmuyor ve onlar kimi seçeceklerini iyi biliyorlar. Meyve veren ağaç taşlanır. Benden sonuç alacaklarını biliyorlardı, nitekim gündem oldu. O kadar utanıyorum ki böyle bir konuyla gündeme geldiğim için.
Zamanında Ahmet Kaya’nın üzerine yürünürken de benzeri iftiralar atıldı. Ahmet Kaya’nın bu ülkede girmediği ev, neredeyse yoktu. Mekanı ışık olsun, dostumdu. Linç ettiler. Kapıdaki çöpçü dahi Ahmet’e ana avrat söver hâle gelmişti. Ülkeden çıkmak zorunda kaldı. Yazmaya çalıştığı ve yarım bıraktığı şarkısında “Ya beni sararsa memleket hasreti” dedi. Kim bilebilir bizim memleket sevdamızı. Nazım Hikmet gibi, Şeyh Bedreddin gibi, Ahmet Arif gibi yanar bizim içimiz. Biz aşkımızı da, sevdamızı da onurlu yaşadık ve herkesin aşkına ve sevdasına da saygı duyarız. Bugün Suavi üzerinden şekillenen şiddet sarmalı, yarın mini etek giyen bir kadın arkadaşımıza, öbür gün şarap içiliyor diye bir serginin hedef alınmasına ve Hrant’a yapıldığı gibi yargısız infazlara ulaşabilir. Güç peşinde koşan birtakım çakallar için zemin hazırlanıyor. Bu tezgah, bilinçli olarak kuruldu. MHP’nin parlamentodaki dili, sokaktaki MHP diliyle örtüşüyor. Demek ki merkezi bir hareketin yansımalarına tanık oluyoruz.
Bu beni tabii ki ürkütüyor. Benim de bu dünyada, bu ülkede ömrüm kadar özgürce ve tedirgin olmadan yaşama hakkım var. Asla korkmuyorum ama salak da değilim. Aklımı, zekamı kullanarak bu ayak oyunlarından dimdik çıkacağıma eminim
“Beykoz belediyesi dimdik durdu”
> Yapılan provokasyon aynı zamanda “Teröristleri sahneye çıkarıyorsunuz.” şeklinde CHP’yi de hedef aldı. Beykoz’da yerel yönetimin kaybedilmesine yönelik bir hazımsızlık yaşandığını da düşünüyor musunuz?
Asıl sancılardan biri, hem Seydişehir hem de Beykoz’da CHP’nin 20 yıl sonra belediyeleri kazanması. 20 yıldır oralarda kendi kafalarına göre bir hayat yaşarken, bir anda tepetaklak olduklarından politik hazımsızlık yaşadıklarını tahmin ediyorum. Bir de milli futbolcu arkadaş Melih Demiral’ın yaptığı bozkurt işaretiyle ilgili bir paylaşımım olmuştu sosyal medyada. Melih Demiral oğlum yaşındadır ve yazdıklarımda hakaret yoktu. “Bu sığlıktır, yakışmaz.” demiş, linçlenmiştim. Demiral, Türkiye’yi temsil ediyordu, bir partiyi değil. Dar grup anlayışıyla bir partiye mal olmuş imgeler kullanmasını ülkenin bir evladı olarak eleştirdim. Bu aşamada hedef alınacak en ideal malzeme Suavi’dir, diye düşündüler. 20 sene sonra kaybettikleri yerde, benim üzerimden CHP’li belediyeyi de hedef aldılar. Belediye başkanı dimdik durduğu için konseri sabote etmeye çalıştılar. Şimdi onlar bu saldırıyı dalga dalga büyütmeye, ben de dalga dalga göğüslemeye çalışıyorum.
> Provokasyon girişimi sırasında Alaattin Köseler’in duruşu nasıl oldu?
Dimdik durdu, alnından öperim. Son derece nezaketli, hem kentine hem oradaki insanlara hem de sanata saygılı bir beyefendiydi karşımdaki. Geri adım atmadı, “Benim sahnem size açık. Biz sizi davet ettiğimiz noktadayız usta, karar sizin.” dedi bana. Ben de kendi özgür irademle gittim ve iki buçuk saatlik çok güzel bir program yaptık.
> Sosyal medyada polislerin olayı seyrettiği, müdahale etmediği şeklinde yorumlar da yapıldı. Böyle mi oldu?
Eğer polis sadece izleseydi onlar, alanın içine kadar girebilir ve insanlara fiziki müdahalede bulunurlardı. O çakal kadroyu gayet iyi bir blokaj yaparak içeriye sokmadıkları için emniyet görevlilerini de ayakta alkışlıyorum ve bunu içtenlikle söylüyorum. Ben sahnedeki volümden önce ne dediklerini duymadım ama sonra hakaret ettiklerini, videolardan, çevredeki dostlardan ve kendi ekibimden öğrendim. Üçüncü şarkıdan sonra dağılıp gitmişler. Emniyetin, halkın o geceyi güvenli bir şekilde yaşaması için yaptıklarını hem görevleri olarak addederim hem de bu görevi savsaklamadıkları için ülkenin bir evladı olarak, onları kutlamak isterim
CHP yönetiminden merkezi konser kararı
> Peki, Seydişehir belediye başkanı neden 30 Ağustos konserinizi iptal etti ya da bu saldırılar karşısında dik durmadı?
Küçük yerlerin sancısı da küçük. CHP’li belediye başkanlarının tamamının, parti bilinci ve disipliniyle parti okullarından yetişen dört dörtlük kadrolar olduğunu düşünmüyorum. Bu genç arkadaşımı sokakta görsem tanımam. Konserime üç beş gün kala telefonla beni aradı, on beş dakika kadar sohbet ettik. Aylar önce beni müthiş bir arzuyla davet etmişti ve aramızda bir bağıtlanma olmuştu. Sonra bunu tek taraflı olarak bozdu. Burada hukuki olarak da bir sorun ve mağduriyet var. Ben iptal kararını ve baskıya boyun eğmeyi doğru bulmadığımı, söyledim.
> Siz böyle deyince ne cevap verdi?
“Söylediklerinin hepsinin altına imza atarım ama ben biraz da seni korumak istiyorum” dedi. Kardeşim, ben kendimi korurum. Benim korunmakla ilgili bir derdim yok, dedim. Ben işimi yapıyorum, eroin kaçırmıyorum ki. Yasadışı bir şey mi yapıyorum? Aylar önce programlanan 30 Ağustos’um boş şimdi. Sadece beni değil, sekiz kişilik orkestrayı, sesçiyi, şoförü… pek çok kişinin yer aldığı bir aileyi mağdur etti. Konserin kentte yaratacağı KDV’yi düşünün. Elinin tersiyle yok saydı bunları. Neymiş, dengeler hassasmış! Peki, beni çağırırken niye düşünmedin bunu? Bu kadar öngörüsüz müsün? Üç beş ay önce siyaset yaptın, bütün kapıları çaldın, dengeleri en iyi bilen insansın.
> Açık açık “dengeler hassas” mı dedi? Hangi dengelermiş ki bunlar?
Derler ya, çırpındıkça batıyor. Özür dile, telefonu kapat. Beni ikna etmeye çalışırken yaptığı abuk subuk açıklamalar, beni daha çok konuşmaya itti. Ben gitmeye hazırdım, o sahneyi açmaya hazır mı, bana bunun cevabını vermeliydi. Olmadı.
Finali şöyle yaptım; “Senin bu kadar iknaya kapalı olduğun yerde, ben sahneye çıkmak için kafana silah dayayacak değilim ama bunu anlatacağım. Çünkü orada Suavi bekleyen insanlar var ve sen önünü kesiyorsun.” Sonra partisine ulaştım ve şikayet ettim.
> CHP ne yaptı şikayetiniz üzerine?
Ertesi gün teflonum çaldı, CHP’nin Seydişehir ilçe ilçe başkanı genç bir arkadaş aradı. ”Biz belediye başkanımızdan utanıyoruz Suavi Abi” dedi. Kendi belediye başkanlarına gönderme yapan bir basın açıklaması da yaparak, oraya gelmememi kınadılar ve “Suavi burada olmalıydı, sonuna kadar arkasındayız. Bu korkaklığı kabul etmiyoruz.” dediler. Ben belediye başkanı olsam utanırdım.
CHP’ye, bu konuda parti disiplin kurulunun da çalışması gerektiğini söyledim ama derdim bağcı dövmek değil. Benim derdim; sansüre, provokasyon üretmeye çalışan, buradan beslenen insanlara geçit vermemek.
> Genel merkezin tavrı ne oldu peki?
Genel başkan konuya ilgi gösterdi ve yerelden sorumlu genel başkan yardımcısıyla bağlantı kuruldu. Genel başkan, İstanbul il başkanı ve Beyoğlu ilçe başkanı, çiçekle ve nezaketle evime gelerek özür dilediler. Özel, bu korkaklığı asla onaylamadığını, söyledi. Net olarak bir MYk kararı aldılar. Bundan sonra, bu anlamda tedirginlik yaşayan hiçbir CHP’li belediye, genel merkezin fikrini sormadan konser iptali yapamayacak. Genel merkez kararı, Türkiye’deki tüm örgütlerine genel başkan imzasıyla deklare edildi. Bizim de aradığımız buydu. Derdim para kazanmak değil, tersine ülke kazansın, demokrasi ve özgürlük kazansın.
“Hatay’da yedi buçuk ay çalıştım”
> Hatay’daki eski yerel yöneticilerin yolsuzluklarını araştırıp haber yaparken Hataylılardan sizi çok dinledim. Neredeyse tüm partilerin seçmenleri sizi anlattı, yaptığınız yardımlardan bahsetti. Neler yaptınız deprem sürecinde Hatay’da?
Ben arama kurtarma eğitim aldım. Birtakım arama kurtarma tekniklerini ve mimarlıktan kaynaklı bir binanın yatımlarını bilirim. Aynı zamanda su altı eğitmeniyim. Van depreminde de, Yalova depreminde de çalıştım.
Deprem zamanı, Adana’da kiraladığım bir arabayla gittim Hatay’a. Gittiğimde henüz İskenderun Limanı yanıyordu, müdahale edilmemişti. Hatay’da yedi buçuk ay fiilen çalıştım. Bu sürenin bir ayını, bir otomobili rölantide çalıştırıp içinde ısınarak, sırılsıklam hâlde göçükte çalışarak geçirdim. Yatağım, yorganım, hiçbir şeyim yoktu.
Göçükten ilk çıkardığım çocuk, üç buçuk yaşındaki Aleyna’ydı. Sormadım o çocuğa, senin annen hangi partiye oy verdi, babanın anadili nedir diye? AKP’lisi de, MHP’lisi de, ülkücüsü de bana Suavi Abi, dediler. Çünkü siyasetüstü bir iş yapıyorduk ve bu işin merkezinde insan vardı. İdeolojileri bir kenara bırakın, gelin insana el uzatalım, dedim. Sloganım, ‘dayanışma yaşatır’dı.
> Menfaati yaşam ilkesi haline getirenler, bu duruşu anlamadığı için bazı yozlaşmış yerel yöneticilerin müdahalesine de maruz kalmıştınız değil mi?
Beni orada oyunun dışına atmak isteyenler oldu ama bunları hiç dedikodu malzemesi yapmadım. Bugün sorduğunuz için söyleyebilirim. Yozlaşmış yöneticiler yaygara koparırken biz, ikinci yerleşkeyi vali yardımcısı, Hollanda’dan gelen heyet ve Hollanda’nın Ankara büyükelçisinin katılımıyla açtık. Hak edişini kesin onayladığımız, tespitini çıkarsız ve eksiksiz yaptığımız ailelere anahtar teslim projeler yaptık.
İstense oralardan ne menfaatler koparılırdı, kurtlar sofrası orası ama böyle bir şey ne kursağıma düşsün ne de alnıma yazılsın. Adım bile geçsin istemem.
“Şeyh Bedreddin olmaktan onur duydum”
> Hakan Alak’ın yönettiği “Hakikat Şeyh Bedreddin” filminde oynadınız ve Bedreddin rolüne çok yakıştınız. Filmi henüz kurgu aşamasındayken izlemiş ve sizin zikir sahnenizi çok beğenmiştim. Hatta mutlaka teaser olmalı bu sahne, diye konuşmuştuk Hakan Alak’la. Sizinle röportaj yapmadan önce Hakan’ı arayıp sordum, Suavi Bey bu film için ücret aldı mı, diye. “Hayır” dedi. Neden ücretsiz oynadınız?
Şeyh Bedreddin, dostum rahmetli Tuncel Kurtiz’in de hayali olan bir projeydi. Tuncel Kurtiz’le defalarca konuşmuştuk. Hakan ise Grup Yorum üyesi olduğundan bu yana arkadaşım, kardeşimdir. Sinema Kolektifi gelip kapımızı çaldı ve oturup konuştuk. “Bu karakter için hem yaşam biçimi hem de fizik olarak senden başkasını düşünmüyoruz.” dediler. İnceledim bu insanları; paraları pulları yoktu. Devasa bir film sektörü değildi karşımdaki veya film, bir iş insanın projesi değildi. Bu emekçi insanlar, böyle bir projeyi hayata geçirerek Türkiye’de bir ilki yapacaklar, ben de onlara bol sıfırlı çek mi dayatacaktım? Utanmazlıktır bu, kendinle çelişirsin.
Senaryoyu gördük, ikna olduk ve tereddütsüz projenin içinde yer aldım Sonra araya Covid girdi ve birçok sıkıntı oluştu. Herkesin bir Şeyh Bedreddin anlayışı var, Hakan böyle yorumladı. Eğer Tuncel Kurtiz hayatta olsa, onun kafasındakini bildiğim için söylüyorum, böyle bir Şeyh Bedreddin çekmezdi.
> Mesela “Azap Ortakları” gibi bir olay akışı ve kurguyla mı çekerdi?
Olabilir tabii, bambaşka bir şey çekerdi. Hakan kendi anlayışıyla çekti ve şimdi artık Türkiye’de bir Şeyh Bedreddin çıtası var. Bundan sonra bir Şeyh Bedreddin yapılacaksa Hakan’ın çıtasının üzerine çıkmak lazım. Bu anlamda ülkeye de, ülkenin sanat arşivine de çok onurlu bir ürün koyduğumuzu düşünüyorum. Hayatımdaki en onurlu ve önemli, heyecanlandığım projelerden biridir Şeyh Bedreddin. Bu anlamda analarının ak sütü gibi helal olsun arkadaşlarıma.
“Tehdit ediliyorum”
> Konser projeleriniz devam edecek mi?
Devam ediyor ve üstelik böyle bir beklentim olmasa da destek anlamında pek çok davet alıyorum. Saldırgan yapının beni yalnızlaştırmaya, adeta toplumun önüne atmaya çalıştığı noktada, birilerinin bana sahip çıkması beni çok gururlandırıyor ve olması gereken budur, diye sevindiriyor. Örneğin Muğla Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Bey aradı, “1 Eylül’de benim kentimde olmanızı istiyorum.” dedi. Bu kadar basit bir cümle. 1 Eylül’de Muğla’da çalacağım. Halk TV’den Serhan Asker aradı ve Ankara’da Çankaya belediyesinin 30 Ağustos programına davet etti. Önümüzdeki günlerde gideceğim “Görkemli Hatıralar”a. Göcek ve ardından Gömeç’ten arandım. Zeytindalı Festivali’ne davet ettiler. İşte bunlar cesur hamleler.
> Yazılı ve sözlü olarak tehdit ediliyor musunuz?
”Asacağız, keseceğiz, yakacağız, sokakta köpek gibi öldüreceğiz…” diyorlar. Tehditle ilgili bildiğiniz ne kadar küfür varsa hepsine hedef oluyorum. Beni insan hakları konusunda çok hassas bir çizgi izleyen Kocaeli milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu da aradı. Arkadaşımdır, oğlunu da, aileyi de severim. Özellikle bunu sordu o da. Açıkçası sosyal medyayı tarayan ekibime; beni rahatsız edecek hiçbir şeyi bana söylemeyin, diyorum. Ben de, bakalım yazdıklarım sosyal medyada övgü mü, sövgü mü almış diye bir merak içinde değilim. Bunu avukat arkadaşlarım yapıyor. İstanbul, Ankara ve İzmir’de genel vekaletnamem olan üç ayrı hukuk bürosu var ve hepsini takip ediyorlar. Onlardan duyuyorum. Onlara; dava açacağınız insanlar; şehit ailesi çocuklarını, geçirdikleri travma nedeniyle saldıranları, bedensel engellileri, 17 yaş altı çocukları kapsamasın. Bu kapsamdakiler ölmüş anama dahi sövseler, görmeyin, duymayın, diyorum. Bize yakışmaz. Ama kurumsal bir kimlikle ya da kocaman insan olmalarına rağmen izzeti nefsime, kişiliğime dokunan hakaretler edenlere karşı, hukukun bize verdiği tüm olanaklarla seferber oluyorlar. Bu doğrultuda yürüyüşümüz sürüyor. Eşim de, kızım da, ben de bu tehdit ve hakaretlerden payımızı alıyoruz. Bunlardan bir tanesi, yarın kahraman olmak için pusu da kurabilir, işi eyleme çevirmek isteyebilir.
“Beş yıl önce silahlı saldırıya uğradım”
> Bu ihtimallere karşı korunuyor musunuz?
Hayır, dikkate alması gereken devlettir. Her anlamda daha dikkatliyim ama özel bir koruma kalkanım ya da yakın korumam, silahım vs yok. Aklım, dikkatim var. Hrant ve Uğur Mumcu korunuyorlardı ama öldürüldüler.
Behice Boran’dan DİSK genel başkanına kadar, korunan fakat saldırıya uğrayan onlarca örnek sayabiliriz. Elbette Don Kişot’luk yapmıyorum ve dikkatli olmaya çalışıyorum. Zaten alkolik bir adam değilim, gece hayatım yoktur. Ev merkezli bir adamım; yazıp çizerim, okurum, evime eşim dostum gelir. Dışarı çıktığımda da arabamı sürerken dikkatliyim.
> Sizden çok, sizi davet eden belediye başkanlarının, gerek açıklamaları gerekse de tavırlarıyla size kalkan olmaları daha etkili olmaz mı?
Elbette lakin bunu yapamayan belediye başkanı da gördük. Diyelim ki belediye başkanı konserde müthiş bir destekle beni korudu ki öyle yapacaklarına eminim ama ben o kentten çıkınca ne olacak? Bu ülkede pek çok kişiye, pek çok şey yapıldı: Kemal Kılıçdaroğlu’na, Ahmet Kaya’ya, Ahmet Türk’e, Eren Keskin’e, Cumartesi Anneleri’ne… Ahmet Hakan’ın evinin önünde kafasını gözünü kırdılar. Bu lümpen kadronun tek bildiği saldırmak, pusu kurmak ve hainlik. Bana ev sahipliği yapacak arkadaşların hassasiyetinden kuşkum yok ama dikkatliyim.
Şiddet sarmalının merkezine konduğun zaman, herhangi bir yerde bir “kahraman” onun gereğini yaparak rol üstlenebilir. Ogün Samast kimin adamıydı? Hrant’a, kalabalık bir caddede arkasından kurşun sıkacak kadar kahpece yaklaştılar. Akın Birdal, Ankara’nın göbeğinde dokuz kurşunla vuruldu. Bu Suavi’ye de olabilir. Her yönüyle konuşalım; Sabancı’nın ödediği bedeli düşünün. Solcu olduğunu söyleyen birtakım tetikçiler, insanları infaz ettiler. Ülkede derin devlet var, solcular var, sağcılar var ve kimin ne olduğu belli değil. At izi, it izine karışmış. Eğer kafalarına koydularsa yaparlar.
Bunu anlatmak istemiyordum ama beş sene önce, eşim ve çocuğumla Balıkesir’e giderken arabamda silahlı saldırıya uğradım. Saldırının yapıldığı arabada dazlak, kollarında Osmanlı tuğraları olan adamlar vardı. Dikkatli ve akıllı olduğum için kurtulduk. Sonra saçma sapan bir senaryo oluşturularak takipsizlik kararı verildi. Kızım bu nedenle psikolojik tedavi gördü. Düşünün, kendi içlerindeki Sinan Ateş’i öldürmediler mi?
Belirteyim; asla geri adım atmayacağım, konserlerime devam edeceğim. Şu anda İçişleri Bakanıyla, polisiyle devlet, onlar için çok şey yaptığımı düşündüğüm sivil toplum örgütleri ve bu güzelim halk bana sahip çıkmalı, dediğim bir yerde duruyorum.