Süreç…
Barış süreçleri, kadife eldiven içinde demir yumruk ile değil; kadife gibi hümanist ve insan hakları hukukunu, hak ve adaleti önceleyen esnek ve pürüzsüz zihinler ve demir gibi irade ile yapılır. Mesele dün de buydu, bugün de bu…

17.04.2025
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı, 1 Ekim 2025’te Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, DEM Partisi Grubu Temsilcileri ile tokalaşma ile başlayan süreç, altıncı ayında. Bu altı ayın sonunda, olan biten ve olup bitebilecek ötesinde, kamuoyunun algıları nasıl şekillendi? Kamuoyunun, “sürece” yönelik düşüncesi ne ve bu algılar, düşünceler, “süreci” nasıl şekillendirebilir?
Ankara Araştırma’nın Nisan 2025 Araştırması verilerine göre, “MHP ile DEM Parti’nin görüşmesini onaylayanlar”, %41,8 oranında. Onaylayanlar, ağırlıklı olarak AK Parti seçmenleri (%77,9). Onları, %68,2 oranıyla DEM Parti seçmenleri izliyor. Ve MHP seçmenleri de, %60,8 seviyesiyle, kendi partilerinin DEM ile görüşmesine destek verenler arasında üçüncü sırada.
MHP-DEM görüşmelerine en soğuk bakan parti seçmeni, %94 oranıyla Zafer Partisi ve %87,5 negatif bakışla İYİ Parti seçmenleri. CHP seçmenleri de, %61,6’lık olumsuz bakışla görüşmelere soğuk bakan üçüncü parti.
Bu verinin bize gösterdiği, MHP-DEM görüşmesi gibi, sürecin çok da “iddialı” sayılmayacak bir boyutuna bile toplumun genelinde “çoğunluk desteği” yok. “DEM ile el sıkışma” ötesi, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin, 22 Ekim’de yaptığı, “Şayet terörist başının tecridi kaldırılırsa gelsin TBMM’de DEM Parti grup toplantısında konuşsun” çağrısını hep, “anestezisiz ameliyata” benzetiyorum. Orada, topluma bir neşter atıldı ve bir şok yaşandı. Şok geçmiş de değil; ama sonrasında Abdullah Öcalan’ın PKK’ya kendini feshetmesi çağrısının yapıldığı 27 Şubat toplantısı dışında somut bir gelişme de yaşanmadığı için, anestezisiz dayanan neşter daha da ileri gitmedi.
Şimdi, somutlaşmanın daha ciddi evrelerine gidileceği; MHP’nin de, AK Parti’nin de, taşını elinin altına sokarak Meclis’te süreci somutlaştıracak düzenlemelerin Genel Kurul’dan geçmesi için oy vermesi gerekiyor. Diğer bir deyişle, hep alışık olduğumuz; “AK Parti ve MHP oylarıyla reddedildi” cümlesini, bu sefer “AK Parti, MHP ve DEM Parti oylarıyla kabul edildi” şeklinde duymamız gerekiyor yani…
Süreç çerçevesinde Meclis’te ele alınması muhtemel ilk yasal düzenlemeler, hasta ve yaşlı mahkumlar için adli tıp kürsüsü olan Araştırma Hastaneleri ve üniversite hastanelerinin raporuyla tahliyelerin olabilmesi gibi kolaylaştırıcı çerçeveyi oluşturacak bir yasal değişiklik yapılması. Böylece, Adli Tıp Kurumu’nun bu kararları almasına yönelik yığılma ve diğer engelleri ortadan bir durum söz konusu olabilir.
Bu düzenlemenin ardından, cezaevlerinde infaz ve gözlem kuralları, şartlı salıverilme süreleri dolduğu halde, 30 yıl ve 30 yılı aşkın süredir hapiste olan, terör suçundan hüküm giymiş tutukluların, “pişman olmadıkları” ve başka gerekçelerle tahliyelerini engellemekte olduğundan bu durumu değiştirebilecek bir düzenleme yapılabilir. Böylece, son 30 yılda hüküm giymiş PKK üyelerinin tahliye olabilmesinin yolu açılabilir. Silahlı bir eyleme katılmamış ancak, örgüt üyeliği veya propagandasından hüküm giymişlerin, örgüt üyeliği zannını kabul etmeleriyle tahliyesinin önünü açacak bir düzenleme getirilmesi de, HDP gibi siyasi partilerin üyelerinin tahliyesini sağlayabilir. Henüz hüküm giymemişler içinse yine bir düzenleme yapılabilir veya daha da kolayı, yargıya gerekli sinyaller verilir.
Bu yazdıklarım, sadece herhangi bir af veya tutuklularla ilgili, bahsettiğimiz süreci ilgilendiren kısmı…
Üzerine çok konuşulan “Umut Hakkı” ve doğrudan Abdullah Öcalan’ı ilgilendirecek düzenlemeler veya PKK’nın hapiste olmayan, ülke dışındaki silahlı üyeleri ve diğerlerine gelebilecek af ise, bunlardan sonra olabilir.
Şimdi sürecin “somutlaşma” zamanı ama…
DEM’den Pervin Buldan’ın İtalya’daki son açıklamalarına göre, Haziran sonuna “sürecin tamamlanması” öngörülüyor. İsrailli gazeteci Yossi Yehoshua, Suriye’deki ABD güçlerinin iki ay içinde çekileceğini öne sürdü geçtiğimiz gün: Bu takvim de, Türkiye’deki sürecin takvimiyle örtüşüyor. Hep vurguladığımız gibi, her ne kadar Türkiye’nin “sürecinin” iç politika kaynaklı sebep ve dinamikleri olsa da, dış politikayla ve asıl olarak da Suriye’deki gelişmelerle fazlasıyla ilgisi var elbette…
Sürecin iç ve dış politika boyutları, çok uzun meseleler; bu yazının odağı ise, kamuoyu algıları ve sürecin Türkiye içinde, yasama adımlarıyla somutlaşması…
Sürecin değil tamamlanması için; verilen fotoğraflar, el sıkışmalar, arada gelip giden sözler ötesinde ber gerçekliğe bürünüp, “somut” manada başlayabilmesi için bir şekilde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin devreye sokulması gerekiyor.
AK Parti, MHP ve DEM’in Meclis’teki vekil sayısı, 376: önlerinde, bu yasama süreçlerini gerçekleştirmek için bir bürokratik ve prosedürel bir engel yok. Ama iş siyasi ve dolayısıyla toplumsal meşruiyete gelince, orada sorun var.
Ankara Araştırma’nın verilerine dönersek, “Öcalan’ın silah bırakma çağrısından sonra, PKK’nın silah bırakacağına inanıyor musunuz” sorusuna, “inanıyorum” diye yanıt verenler, %39 oranında. Buna karşılık, inanmayanlar ise %50’lilik bir grup. Aynı araştırma, Bahçeli’nin 20 Mart’ta yaptığı, PKK’nın Kongresi’ni Malazgirt’te yapması çağrısının da benzer düzeylerde bir kitle tarafından desteklendiğini gösteriyor (%38,1 destek).
“PKK’nın silah bırakacağına inanıyor musunuz?” sorusuna dönelim: Tahmin edilebileceği gibi, “inananların” çoğunluğu, DEM Parti (%82,5), MHP (%75) ve AK Parti (%62,7) seçmenleri.
AK Parti seçmenlerinin bile neredeyse 3’te 1 oranında PKK’nın silah bırakacağına inanmakta güçlük çektiği bir süreç ile ilgili, siyasetin üzerine düşeni yaparak TBMM’deki ön adımları atması mümkün mü?
Hele ki, 19 Mart’ta gözaltına alınır ve sonra da tutuklanırken İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun terör örgütüne destek vermek ile de suçlandığını ve o davanın da hâlâ başının üzerinde giyotin gibi sallandığını unutmayalım. İmamoğlu tutuklanırken yazılan gerekçeli kararda, yolsuzluk iddiasıyla yürütülen soruşturma kapsamında tutuklanmasına karar verildiğinden, “kuvvetli suç” şüphesi bulunsa da bu aşamada, “PKK/KCK terör örgütüne yardım etme suçundan tutuklanmasına” gerek olmadığı iddia edildi.
31 Mart yerel seçimlerinde uygulandığı söylenen, DEM’in ifadesiyle, “kent uzlaşısı” olarak adlandırılan stratejik oylama davranışı, İmamoğlu ve çevresindekilere yönelik “terör” soruşturmasının temelini oluşturuyor. Başsavcılık, bu tarz bir stratejik oylama uzlaşması olmasını, “PKK’nın metropollerdeki etkinliğini artırma amaçlı” olarak niteledi.
Savcılık, CHP kontenjanından seçilen bazı belediye meclis üyeleri ile atanan belediye başkan yardımcılarının “terörle bağlantılı olduğunu” ve İBB iştiraki olan İPA ve BİMTAŞ bünyesinde de “terör örgütü mensupları ve sempatizanlarının işe alındığını” öne sürüyor. Bu soruşturmada İmamoğlu’nun yanı sıra suçlanan, Genel Sekreter Yardımcısı Mahir Polat, Şişli Belediye Başkanı Resul Ekrem Şahan, Reform Enstitüsü başkanı Mehmet Ali Çalışkan, Şişli Belediye Başkan Yardımcısı Ebru Özdemir sırf bu sebeple tutuklandılar. Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer de, yine “terör” soruşturması kapsamında, örgüt üyeliği zannıyla tutuklanmıştı.
Tüm bunların ötesinde, AK Parti’nin fiilen ve MHP’nin de (ister “siyaseten” olsun, ister de “gerçekten”) son derece hasmane ve düşmanca tutum ve söylemleri söz konusuyken, CHP’nin sürece değil meşruiyet kazandıran; bilfiil yasama süreçlerinde destek veren bir tutum takınması beklenemez. Sadece CHP değil, tüm muhalefetin desteğinin mümkün olduğunca aranmadığı bir süreç başarısız olmaya mahkûm; asıl mesele de baştan beri bu…
Barış süreçleri, kadife eldiven içinde demir yumruk ile değil; kadife gibi hümanist ve insan hakları hukukunu, hak ve adaleti önceleyen esnek ve pürüzsüz zihinler ve demir gibi irade ile yapılır.
Mesele dün de buydu, bugün de bu..
Sırrı Süreyya Önder…
Ben gece bu satırları yazarken, DEM Parti Grup başkan Vekili Sırrı Süreyya Önder de bir yaşam mücadelesi içine girmişti. Sırrı Süreyya Önder’inki hep yaşam mücadelesi zaten: daha ilk gençliğinde işkence ve 7 yıl hapis, sonra da aynı siyasi mahkûmiyet travmasının 2018-19’da tekrarlaması…
Barış süreçleriyle ilgili benim meselem, Türkiye’de 2013 deneyiminin çok ağır biçimde sonuçlanması: o barış sürecinin hayatlarının bedelini Sırrı Süreyya Önder, 21. yüzyıl Türkiyesi’nde yine ve gene hapse girerek ödedi. Sadece o değil, yüzlerce ölüm, HDP’li ve/veya Kürt siyasetinden binlerce kişinin hapis veya fiili sürgünü yaşandı, yaşanıyor.
O dönemin hataları ve üzerine bir de, iç politikada başkanlık sistemine gidilsin diye yaşatılan düşmanlaştırmanın, kutuplaşma ve ayrışmanın bedelini Türkiye daha yıllarca ödeyecek belki…
O nedenle, “önce süreç sonra belki de inşallah demokrasi” diyemeyiz: Türkiye’nin tüm toplumunun iradesi, demokrasi, barış, adalet ve dayanışmayı beraber talep edecek ve gerçekleştirecek kadar güçlü çünkü…