Suriye’de Alevi Katliamı Yapıldı!
İktidar, “dış güçlerin oyunu” açıklamalarını bir yana bırakarak, yaşananlara ilişkin HTŞ’yi uyaran net bir tavır göstermeli, gerek Suriye’de gerekse Türkiye’de Alevi halkı sahiplenerek provokasyonların önünü kesmeli

11.03.2025
Son dört günde olanlar
6 Mart günü Suriyeli yetkililer, devrik Esad taraftarlarının yeni yönetimi hedef alan pusu ve saldırılar gerçekleştirdiklerini açıkladı. Açıklamaya göre Mahir Esad’ın 4. tümenine bağlı militanlar, HTŞ yönetimine saldırı yaptıktan sonra Suriye’nin kıyı bölgeleri Lazkiye ve Tartus’a çekilerek saklanmışlardı.
Bunun üzerine operasyon başlattıklarını duyuran Suriyeli yetkililerin ardından Cumhurbaşkanı Ahmed Şara da “Esad yanlıları ile müttefik bir yabancı gücün, huzursuzluk çıkarmak ve mezhepsel anlaşmazlık yaratmak amacıyla çıkan çatışmaları tetiklediğini ve bölgeye takviye kuvvet gönderdiklerini” açıkladı.
7 Mart Cuma günü camilerde verilen vaazlarda cihat çağrısı yapılmasıyla birlikte işler çığırından çıktı. Sokaklara dökülen denetimsiz güçlerle HTŞ’ye bağlı gruplar birbirine karıştı. Ortaya çıkan kaos ortamında hem HTŞ’ye bağlı güçler hem de denetlenemeyen cihatçı gruplar, sadece eski rejimin militanlarını hedef almadılar; sivil Alevi halkın yaşadığı mahalle ve evlere de girerek, halka karşı aşağılayıcı işkencelere ve katliamlara imza attılar.
Ahmed Şara, Cuma günü geç saatlerde televizyondan yaptığı konuşmayla yaşananları desteklerken, “güvenlik güçlerinin müdahalelerde abartıya kaçılmasına izin vermemesi gerektiğini” söyledi.
8 Mart’ta ise Suriye Savunma Bakanlığı, yaşanan insan hakları ihlallerini durdurmak ve sükuneti sağlamak için sahile çıkan tüm yolların kapatıldığını, güvenlik güçlerinin kıyı kentlerinin sokaklarına konuşlandırıldığını açıkladı. Lakin sosyal medyada paylaşılan işkence görüntüleri son bulmadı.
Geçen dört gün boyunca Suriye’nin kıyı kasabaları Lazkiye ve Tartus’tan, HTŞ’ye bağlı güçler tarafından eziyet gördüğünü iddia eden Alevi halkın çığlıkları yükseldi. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi, saldırıda 745 sivilin, 125 Suriye güvenlik gücü mensubunun ve 148 Esad yanlısı militanın hayatını kaybettiğini bildirdi. Bu bilgiler henüz teyit edilememekle birlikte bölgeden gelen haber, görsel ve videolar, sivillerin öldürüldüğünün kanıtı durumunda.
Ayrıca Alevi aktivistler, Esad’ın devrilmesinden bu yana toplumlarının, özellikle Humus ve Lazkiye kırsalında şiddet ve saldırılara maruz kaldığını söylüyor.
Kimin eli kimin cebinde?
HTŞ yönetimi iktidara geldiğinde, Suriye’deki tüm toplumlara, Sünniler, Aleviler, Dürziler, Hristiyanlar, Şiiler, Kürtler ve Ermenilere eşit davranma sözü vermişti. ABD, bir güven iklimi oluşana kadar Suriye’ye yönelik yaptırımları kaldırmayacağını açıklamış, İsrail ise bölgede Türkiye’nin güçlenmesinden rahatsızlığını sürekli dile getirmişti.
İsrail’in; Rusya’nın Akdeniz’deki iki stratejik askerî üsteki (Tartus Deniz Üssü ve Hmeimin Hava Üssü) varlığını koruması ve Rusya’nın, Suriye’de Türkiye’ye karşı bir denge oluşturması amacıyla ABD’yle görüşmeler yaptığı, planlar sunduğu biliniyor.
Nitekim İsrail, Esad rejiminin devrilmesinin hemen ardından askerî üsleri ve silah mühimmatlarının bulunduğu depoları bombalayarak yeni yönetimin askerî açıdan güçlenmesini istemediğini ortaya koymuştu.
Suriye’nin güneyindeki Süveyda bölgesinde yaşayan Dürzilerin, yeni yönetimin taleplerini karşılamaması nedeniyle yaşadıkları hoşnutsuzlukları körükleyen ve işgalini güneye doğru genişleten İsrail, Dürzilerin koruyucusu rolünü de oynamaya başladı. Bağımsızlıklarını isteyen Dürzi halkı kendi amaçları doğrultusunda kışkırtan İsrail’in, Suriye’ye hâkim olma planı devam ediyor. Görülüyor ki İsrail, Suriye’de yönetim tarafından dışlanan ve haksızlığa uğrayan tüm toplumları kışkırtmaya çalışacak.
Rusya ise Putin ve Trump arasındaki iyi ilişkiler nedeniyle Suriye’deki üslerinden milim kıpırdamadı. Üslerin akıbeti belirsizken ve Rusya, Esad yanlılarına destek sunarken 6 Mart’ta Suriye yönetimine yapılan saldırıların ardında Rusya’nın bulunduğu ve desteklediği aşikâr.
Zaten hiç savaşmadan kaçan Esad’ın ve ona bağlı güçlerin durumu düşünüldüğünde, Esad yanlısı militanların, arkalarında bir destek olmadan herhangi bir saldırı planlayabilmeleri, pek mümkün görünmüyor.
HTŞ’nin çıkmazları
Peki, Dürzilerin hoşnutsuzluklarını İsrail’in körüklemesine, Esad yanlısı militanları Rusya’nın desteklemesine rağmen Suriye’de yaşanan zulmü salt “dış güçlerle” açıklamak mümkün mü?
Ya da HTŞ’nin dört gün boyunca süren operasyonları, sadece eski rejimin milislerine mi yönelikti? Hayır. Görülüyor ki; HTŞ’ye bağlı cihadist, başıbozuk ve denetimsiz gruplar, tüm vahşilikleriyle Alevi halka zulüm uyguladılar.
Evlerinden çıkarılan sivillerin aşağılayıcı işkencelere maruz kaldıklarına, ailelerin toplu şekilde katledildiklerine dair videolar izledik. Gerçeklikleri henüz teyit edilememiş olsa da HTŞ’ye bağlı cihadist grupların Alevi düşmanlığını ve bu işkenceleri yapabilecek kafa yapısında olduklarını biliyoruz.
Oysa Ahmed Şara yönetime geldiğinde kıyı bölgelerinde yaşayan Alevi halka da sözler vermiş, onları yönetime katacağından bahsetmişti. Bugünse HTŞ’ye bağlı gruplara söz geçiremeyerek veya sessiz kalarak bir Alevi katliamına yol açtı. Öldürülenlerin arasında Hıristiyan halk da bulunuyor.
Katliamın ardından Şara “toplu katliamların, ülkeyi birleştirme misyonuna yönelik bir tehdit olduğunu” söyledi ve gerekirse kendi müttefikleri de dahil olmak üzere sorumluları cezalandırma sözü verdi. Şara, kan dökülmesinden, yabancı destekli Esad yanlısı grupların sorumlu olduğunu ekledi ve ardından intikam amaçlı cinayetler işlendiğini kabul etti.
“Sivillerin kanını döken, sivillere kötü davranan, devletin yetkisini aşan veya kişisel çıkar için gücü kötüye kullanan herkesi tam bir kararlılıkla sorumlu tutacağız. Hiç kimse kanunun üstünde olmayacak” diyen Şara, kıyı halkıyla iletişim kurmak ve güvenliklerini garanti altına almak için ihtiyaç duydukları desteği sağlamakla görevli, sivil barışı korumayı amaçlayan bir komitenin kurulduğunu da duyurdu.
Açıklama olumlu, barışçıl ve diplomatik olsa da son dört günde yaşanan zulüm düşünüldüğünde pek güven vermedi. Zira HTŞ’nin en büyük sorunu; homojen olmayan, denetimsiz pek çok cihadist gruptan oluşması, Şara’nın ise yönetme inisiyatifini gösterememesi ve bu gruplara söz geçirememesi. Aynı zamanda güç zehirlenmesi yaşayan HTŞ’inin vahşice davranacak, Alevi halkı katledecek hakkı kendinde görmesi de söz konusu.
Ve altını çizelim; Şara bu açıklamayı, katliam görüntüleri ve çığlıklar tüm dünyaya yayıldıktan sonra yaptı. Peki, daha önce neden sessizdi?
HTŞ, ülkenin bütününe hâkim değilken, başta İsrail olmak üzere Suriye’yi işgal planları yapan güçler kapıda beklerken, ekonomi perişan haldeyken ve ABD yaptırımları henüz kalkmamışken, ilk etapta tüm halk kesimleriyle anlaşması, onları barışçıl bir paydada toplamaya çalışması gerekirdi Şara’nın. Bunları sözde değil özde yapmadıkları için tam da eleştirdikleri dış provokasyonlara açık hale geldiler.
Tablo buyken HTŞ’nin “ülkede silahlı gruplar istemiyoruz” mottosu makul olabilir lakin henüz kendi içindeki gruplara söz geçiremeyen HTŞ ülkedeki diğer grupları silahsızlandırmayı nasıl başaracak, bu da merak konusu elbette.
Türkiye’nin tavrı
Sonuçta olan Alevi halka oldu. Hatta insanların yardım çığlıkları bile “İsrail’den destek istedikleri” iddiasıyla sosyal medyada eleştirildi.
Olayların ardından Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da Ürdün’ün başkenti Amman’da düzenlenen Beşli Güvenlik Zirvesi’nde bir açıklama yaptı.
Fidan şöyle dedi: “Suriye hükümetinin hiçbir provokasyona gelmeden haftalardır sürdürdüğü politikanın, son günlerde bir provokasyonla rayından çıkartılmaya çalışıldığını görüyoruz. Suriye’de bulunan Alevi, Hristiyan, Dürzi ve Nusayrilerin provokasyonlardan uzak durması önemli.” Bölge ülkeleri ve Türkiye’nin, Suriye’de istikrarı bozucu hiçbir inisiyatifi desteklemediğini de belirten Fidan, sivil halkın can, mal ve kültürel haklarının kutsal olduğunu her platformda savunduklarının altını çizdi.
Fakat bu açıklama, HTŞ’yi eleştirmeyen ve sadece “dış güçlere” atıfta bulunan kapsamıyla yetersiz kaldı. Zira körüklenen mezhep çatışmasının sıçrayacağı muhtemel ülkelerden biri de Türkiye.
Bu nedenle iktidar, “dış güçlerin oyunu” açıklamalarını bir yana bırakarak, yaşananlara ilişkin HTŞ’yi uyaran net bir tavır göstermeli, gerek Suriye’deki gerekse Türkiye’deki Alevi halkı sahiplenerek provokasyonların önünü kesmeli.
Türkiye, Kürt siyasetiyle bir barış süreci yürütürken tam da bu nedenle Alevi halkın kışkırtılması muhtemel görünüyor. Bu zemini ortadan kaldırmak ise iktidarın elinde.
Belirtmeliyiz ki ırkçılığa ve mezhepçiliğe karşı net bir duruş sergilenmeden, yanı sıra tüm halklarla inançları kapsayacak demokratik adımlar atılmadan ne mezhep çatışmasını kışkırtan emperyalist güçlerin oyunları bozulabilir ne de Kürt siyasetiyle barış iklimi inşa edilebilir.