Suruç’tan Reina’ya

Eski emniyet müdürünün yargılandığı davanın duruşması 9 Ocak’ta, Suruç Asliye Ceza Mahkemesi’nde

BURCU KARAKAŞ

02.01.2017

Filmi başa saralım: Tarih, 5 Haziran 2015. Yer, Diyarbakır. Genel seçimlerden iki gün önce HDP mitinginde patlayan bomba sonucu yüzlerce kişi yaralandı, beş kişi hayatını kaybetti. O gün, gelecek günlerin habercisi gibiydi.

Yaklaşık bir ay sonra Suruç’ta yaşanan intihar saldırısı ile bir kâbusa uyandık. Çoğu üniversite çağında gencecik onlarca insan, 20 Temmuz 2015 tarihinde basın açıklaması yaptıkları sırada canlı bomba saldırısında hayatını kaybetti. Şanlıurfa’nın Suruç ilçesinden Kobani’ye yardım götürmek üzere toplanan bu grup, Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu (SGDF) çağrısıyla yola düşmek üzereydi. Bir annenin vücudu paramparça olan çocuğu için, “Kızımı tırnağından teşhis ettim” sözünü ilk kez Suruç’ta duyduk çünkü henüz Ankara katliamı yaşanmamıştı.

Türkiye’nin canlı bomba gerçeği ile karşı karşıya kaldığı o temmuz gününü cehenneme çevirenlerin, HDP mitinginde patlatılan bomba ve sonrasında Ankara katliamını gerçekleştirenlerle bağlantısı olduğu ortaya çıktı. Üç şüpheli ismin Diyarbakır, Suruç ve Ankara saldırılarını yapanlarla irtibatlı olduğu tespit edildi. Gün geçtikçe ortaya çıkan bilgiler, saldırıların önlenebilir olduğunu gösteriyordu.

Suruç, hem fizikî hem duygusal anlamda toplumun geneli için “uzaktı” ve ateş düştüğü yeri yakıyordu. Üstelik öldürülenler, “solcu” gençlerdi. “Politik” insanlardı. Ve meydana gelen vahşet, belki de çoğu anne babanın 12 Eylül döneminden çıkardığı en akılda kalan dersi hatırlatıyordu: 

“Siyasete bulaşma, yanarsın.”

Ancak ateş gittikçe büyüdü ve çember her geçen gün daraldı. O gün Suruç’ta başlayan yangın, ülkeyi esir almaya başladı. Terör saldırıları ile başa çıkmak dünyanın her yerinde zordu ama apaçık ihmaller vardı. Öyle ki bir yerden sonra “ihmal” kelimesi bile durumu anlatmak için yetersiz kaldı.

Suruç’ta kameralar önünde katledilen insanların ardından bombalı saldırılar birbirini kovaladı. Diyarbakır, Urfa, Ankara derken, şiddet kaçınılmaz olarak İstanbul’a da dayandı. Reina katliamında öldürülenler arasında güvenlik görevlileri ve garsonlar olsa da verilmek istenen mesaj, Tansu Çiller'in bir dönem dile getirdiği üzere ‘‘crème de la crème’’, yani memleketin “seküler elitleri” idi. Mekânın, yabancıların da uğrak yeri olması sebebiyle söz konusu “mesaj”, birden fazla yere ulaştı.

Bu arada hemen her hafta değişen gündem telaşı içinde Suruç katliamı kamuoyunda unutulmaya yüz tuttu. Peki katliama ilişkin başlatılan yargı süreci ne oldu? 

Üç savcı eskiten dosyada gizlilik kararı sürüyor. Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan saldırıda ihmali bulunan kamu görevlileri için soruşturma izni çıkmadı. Yalnızca Suruç Emniyet Müdürü Mehmet Yapalıal hakkında “görevi kötüye kullanmak” suçundan soruşturma izni verildi. İfadesi gizlice alındığı ortaya çıkan eski emniyet müdürünün yargılandığı davanın gelecek duruşması, 9 Ocak’ta Suruç Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülecek. Suruç’ta yakınlarını kaybedenlerin aileleri, adalet aramaya devam edecek.