Tahliye Olan Serdar Altan: “Gazeteciler Kendini Ezdirmemeli”

“Hâkim gizli tanığın ifadelerini çelişkili buldu. Savcı polis fezlekesini, suç delili olmadığından geri gönderdi. Dosya ellerinde patladı.”

ASLIHAN GENÇAY

24.07.2023

Gazeteciler kısım kısım. Gerçeğin peşinde koşup halka anlatanlar ve çıkarların ardına düşüp gerçeği eğip bükenler. Gerçekçilerin başı beladan kurtulmaz bizim gibi ülkelerde. Belirtmeliyim, Noam Chomsky’nin dediği gibi, aslında özgür bir basına ulaşmak da imkânsızdır zira kapitalist sistem, medyayı bir propaganda aracı olarak kullanır. Bu koşullarda da sistemin sürdürülebilirliğinde önemli rolü olan medya asla özgür olamaz.
 
Türkiye içinse “Gittikçe daha da otoriter bir hâl alan Erdoğan rejiminin Türkiye toplumu üzerindeki boğucu hâkimiyeti genişledikçe özgürlükler de kısıtlanıyor” demişti Chomsky. Bizler şimdi boğuculuğun zirvesinde yaşıyoruz.
 
Böylesi bir ortamda sistemin dışında kalmaya çalışan gazeteciler ise kendi içlerinde çok parçalı. Hani muhalif partilerden STK’lara kadar hepsinde adı konmadan yürürlükte olan denklem, tabii ki gazeteciler için de geçerli: Bizden olan, bana benzeyen, dediğime uyan makbul ve mağdurdur, diğerleri görünmese, desteklenmese de olur.  Hâl böyleyken başı belaya giren her gazeteci, maalesef ki sadece kendi mahallesi veya bağlı olduğu kurumlardan destek görür genellikle.
 
8 Haziran 2022’de Diyarbakır merkezli bir operasyonla tutuklanan ve 12 Temmuz 2023’te tahliye olan 15 Kürt gazeteci de aynı kutuplaşmanın bir parçası oldular. Tabii “beyazlar” tarafından pek “makbul” sayılmasalar da bu sefer vaziyet biraz farklıydı zira kendi kurumları dışında kesimlerden de destek ve dayanışma gördüler.
 
İddianamelerinde gazetecilik faaliyetleri dışında bir delil ya da somut kanıt yoktu ve bundan dolayı yaşananlar, her zamanki gibi seçim öncesi muhalif basını susturma girişimi olarak değerlendirildi.
 
“Bizi sahadan koparmak istediler”
Tutuklu gazetecilerden biri, Mezopotamya Ajansı editörü ve Dicle Fırat Gazeteciler Derneği Eş Başkanı Serdar Altan’dı. Altan’la tahliyesinin ardından konuştuk. Bir sene sonra karılaştığı Türkiye’den dava dosyasındaki çelişkilere, özgür basının üzerine düşenlerden gazeteciliğin temel ilkelerine kadar geniş bir yelpazede düşüncelerini paylaştı Altan. Sohbetimiz biraz uzun oldu ama her zamanki gibi eksik de kaldı. Zira öyle bir ülkede yaşıyoruz ki ne konuşacak konu bitiyor ne çözüm bulunacak sorun. Yine de okuyun bence. Hatta kendi bakış açınıza saplanıp kalmamak, fanatik olmamak adına da okuyun.
 
Tutuklanmanıza neden olan iddialar nelerdi?
Geçerli bir neden yoktu, yaptığımız çalışmalardan dolayı bir operasyon organize edildi. Politik atmosferden bağımsız düşünemeyiz. Her seçim öncesi gazetecileri susturmak, AKP iktidarının geleneksel bir yaklaşımı.
 
İktidarın bilinçli bir politikası mıydı sizleri tutuklamak?
Bizi sahadan koparmak istediler. AKP iktidarının basına karşı sürecini üç döneme ayırıyorum. İlk dönemde kendileri basınla mücadele ediyordu. İkinci dönem, kendi medyalarını oluşturup basını etkilemeye çalıştılar. Üçüncü dönem de tüm medya ve basın organlarını ele geçirip, gazeteciliği bitirme evresiydi. Geldiğimiz aşamada hem ifade özgürlüğü hem de gazeteciliği tanımlama açısından, AKP iktidarının büyük kötülükleri yaşanıyor. Türkiye’de gazetecilik yapılıyor mu? Bunu sorgulamak gerekiyor.
 
Özellikle Kürt gazetecilere yönelik tutuklamaların yaşanması, seçim sürecinde HDP’yi kriminalize etme politikalarıyla da bağlantılı mı sizce?
Türkiye’de gazeteciliği bitirme noktasına getirdiler ama buna karşı bir direniş de var. Özgür basın ve bağımsız gazeteciliğin bir parçası da Kürt gazeteciler. 90’lı yılları yaşamış, çalışanları öldürülmüş bir gelenek var ortada. Baskılara boyun eğmeyen gazetecilerden bahsediyoruz. Bu durum ciddi anlamda zorlarına gidiyor. Şöyle düşünüyorlar, biz Türkiye’de kimleri kimleri bitirdik, bir avuç gazeteci bize boyun eğmiyor. Bunu sadece Kürt gazeteciler için söylemiyorum, sol sosyalist çevreler ve kendi çabasıyla ayakta durmaya çalışan bağımsız gazeteciler var. Hepsi değerli, hepsi karşı duruş gösteriyor. Siyasi alanda HDP’ye dönük yaklaşıma paralel olarak Kürt gazetecilere yapılan baskılar ise her zaman söz konusu.
 
“Buralar İstanbul’a biraz uzak”
 
Sizlere yönelik bir operasyon, mesela Merdan Yanardağ’ın tutuklanması kadar ses getirmiyor Türkiye’nin geniş ve çok parçalı muhalefetinde. Peki, bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
İktidar bir kesime yönelik operasyonel çaba içine girdiğinde önce bu kesimi kriminalize ediyor.  Böylece gelişecek tepkileri azaltmaya çalışıyor. Bu taktik zaman zaman işe yarıyor ve iktidarın yapmak istediği bir şekilde kabul görüyor ne yazık ki. Buralar İstanbul’a biraz uzak açıkçası ve yaşananlar çok görülmüyor. Bizim dosyada, bu durumu kırmaya dönük çabamız oldu. Kısmen başarılı olduk. Dostlarımızın bize ilgisi, eskisinden daha ilerideydi. Bu hem sevindiriciydi hem de iktidarın yönelimini boşa çıkardı. Mesela böyle bir operasyona tepki gösterildiğinde iktidar  “Bunlar terörist.” diyebilirdi ama sessiz kaldılar ve başaramadılar.
 
Seçim sonrası bırakılmanız göz önüne alınırsa merak ediyoruz;  mahkemede aleyhinize somut bir delil sunuldu mu, tutuklu kalmanızı sağlayacak kanıtlar var mıydı?
Somut delil yoktu. Var olan delillerin tamamı bizim yürüttüğümüz gazetecilik faaliyetleriydi.  
 
“İddiaların hepsi gerçek”
 
Örnek verebilir misiniz?
Mesela benim Sterk TV’ye program yapmam. Bu zaten aleni yaptığım, savunduğum bir faaliyetti.  Gazeteciyim ve program yapıyorum. Yine iddianamede Musa Anter’in anmasına katılıp konuşma yaptığım iddia ediliyordu ki bu gerçek. Evet, yaptım. Biz her sene Ape Musa’yı anarız, aynı basın şehitlerini andığımız gibi. Ya da basına verdiğim demeçler sıralanmıştı iddianamede. Hemen hemen hepsi buydu.
 
Sadece gazetecilik faaliyetleri nedeniyle 13 ay cezaevinde kaldınız. Dicle Fırat Gazeteciler Derneği Eş Başkanı Dicle Müftüoğlu da aynı gerekçelerle mi tutuklu şu anda?
Evet, o da tamamen gazetecilik faaliyetleri nedeniyle cezaevinde maalesef.
 
Siz Eş Başkanlık görevini sürdürecek misiniz Dicle Fırat Gazeteciler Derneği’nde?
Önümüzdeki günlerde kongremiz var, bu orada netleşecek. Henüz cezaevinden yeni çıktığım için arkadaşlar fazla sıkboğaz etmek de istemiyor açıkçası.
 
“Cezaevinde izole edildik”
 
Diyarbakır Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde tutuldunuz. Cezaevinde baskılara maruz kaldınız mı?
Tutuklama kararının hemen ardından D tipi cezaevine götürüldük ve 20 gün boyunca izole edildik. Sonra yüksek güvenlikli cezaevine sevk edildik ve orada da bir ay izole kaldık. Uzun uğraşlar sonucu diğer arkadaşların bulunduğu bölümlere geçebildik. Erkekler olarak 12 kişiydik ve bizi iletişimimizi kesecek şekilde üçer üçer bölerek birbirinden uzak odalara yerleştirdiler.
Sistem cezaevlerini, iradeyi teslim alma ve rehabilitasyon merkezleri olarak kurguluyor, bu yüzden cezaevi, her birey için zor. Bizim kaldığımız cezaevi de çok sayıda problemle boğuşuyordu ve biz de bunun bir parçasıydık.
 
Mahkemeniz devam ediyor, yurtdışı yasağınız da var. Peki, mahkeme sonucunda ceza alır mısınız sizce?
Duruşma 9 Kasım’da. Normalde böylesi bir dosyadan ceza çıkmaz çünkü somut bir suç isnadı yok. En sağlam dayanakları gizli tanık ve tanık beyanları. Açık tanıkların hepsi ifadelerini geri çekti. Gizli tanık ise çok çelişkili ifadeler verdi ve bu hâkimin dikkatini çekti. Hem avukatlar hem de hâkim sorguladı ve bu tanığın uyduruk bir gizli tanık olduğu, bazı şeylerin ona ezberletildiği ortaya çıktı.
 
Güvenlik güçlerinin hazırladığı ifadeyi imzalamış olabilir mi? Böyle gizli tanıklar da biliyoruz.
Bizdeki de benzerdi. Gizli tanığın anlattıkları da zaten gazetecilik faaliyetlerinin ötesinde şeyler değildi. Tahliye edilmemizde bunların payı var. Savcı kendince, tanık konuşmuşsa bu suç şüphesi doğurur, çıkarsaması yapıp bir veri olarak koymuş ifadeleri dosyaya. Bunların hepsi boşa çıktı ama elbette operasyonu boşa düşürtmeme amacıyla da olsa propagandadan ceza verebilirler. Ben ve arkadaşlarım, gazetecilik faaliyeti dışında hiçbir şey yapmadık, zaten iddianame de bizi doğrular nitelikteydi.
 
Savcı bunları görmemiş mi?
Aslında savcı polis fezlekesini, bir operasyon yaptınız ama bu kişileri suçlayacak somut bir delil koymamışsınız önüme, diye iki defa geri göndermiş. Suç delili bulamayınca 6 ay sonra bir gizli tanık türettiler ve suç üretme çabası içine girdiler. Sonuçta dosya ellerinde patladı.
 
“Ekonomi acayip bir hâl almış”
 
Bir seneyi aşkın cezaevinde kaldınız, çıktığınızda Türkiye’de ne değişmişti, nasıl buldunuz ortamı?
Topluma ve muhaliflere yönelik baskıda, hak ihlallerinde, ifade özgürlüğünün geldiği aşamada değişiklik yok, hatta artarak devam etmiş. Deprem sürecini ve Mayıs seçimlerini, içeride de olsak takip ettik. Seçim sonuçları da gösterdi ki fazla bir şey değişmemiş.
Ülkenin politik atmosferinde değişim yaşanmasa da ekonomi acayip bir hâl almış. Nasıl idare ediliyor, bunu da anlamış değilim. Mesela cezaevine girdiğimizde 75 kuruş olan su, şimdi 5 TL. Geçen sene 50 TL’ye aldığım çerez, şimdi 250 TL. Çok garip.
 
Seçim sonrası muhalif seçmende umutsuzluk ve boş vermişlik oluştu. Bu durum yerel seçimlere de yansıyacak. Pek çok seçmen sandığa gitmeyi dahi düşünmüyor. Bu atmosferi Diyarbakır’da hissettiniz mi?
Evet, toplumda bir hayal kırıklığı var. Politikacılar, bu duruma gelinmeden önlemler alabilirdi. İktidarın değişmesi için çok ciddi bir istek ve beklenti vardı. Gerçekleşmeyince de umut kırılması yaşandı, yaşanıyor. Normaldir, atlatılmayacak gibi de değil ama bilinçli bir çalışma gerekiyor. Mücadele etmek on yılları bulabilir, daha uzun da sürebilir. Basın özgürlüğü konusunda verdiğimiz mücadele, 40 yıldır devam ediyor ve devam edecek. Yılgınlığa düşmek acizlerin işi, bizim değil ama toplumu da anlamak gerekiyor.
Şimdi önümüzde yerel seçim var ve iktidar çok iddialı. Başta İstanbul ve Ankara olmak üzere kaybettiği şehirler için yoğun çabası olacak. Eğer muhalifler bu umutsuzlukla giderlerse, doğal olarak kaybedecekler. Bir an önce silkelenmek gerekiyor.
 
“İktidarı övmemizi istiyorlar”
 
Türkiye’de farklı siyasi görüşlerden muhalif gazeteciler, birbirinden kopuk olarak baskı görüyor. Gazetecilere yönelik baskılara karşı daha aktif ve etkili olmak için ortak bir federasyon ya da platform kurulamaz mı sizce?
Sistem, yönelimde bulunurken ayrım gözetmiyor çünkü amaç, aykırı ve muhalif sesleri susturmak. Belki bir kesime daha fazla uygulansa da hemen hemen herkes baskı yaşadı. Koskoca Doğan Medya‘yı öyle bunaltmışlardı ki Aydın Doğan, varını yoğunu devretmek zorunda kalmıştı. Adorno’nun sözüdür, faşizm susmanızı istemez, tersine konuşmanızı, kendisini savunmanızı ister. Sustuğunuz zaman da sorun bitmez.
 
Sevmeniz mi gerekiyor?
Evet, sevmeniz, hatta övmeniz. Böyle bir dayatma var. Biz kimsenin muhalifi değiliz, susmayan, doğruyu söyleyen, halkın haber alma hakkını savunanlarız. Doğanın talanından insanların baskı görmesine kadar hepsine karşı direnç gösteriyoruz. Gazetecilik buna denir.
Havuz medyası oluşturulup gazetecilik bitirilmeye çalışılırken direnci büyütmek için muhalif tüm kesimlerin ve özgür basının, susmak istemeyen, halkın haber alma hakkını savunan herkesin, Doğu-Batı, Türk-Kürt demeden bir araya gelmesi gerekli. Gazetecilerin kendini ezdirmemesi, emeğine sahip çıkması gerekiyor. Bunu başarabilirsek gerçek anlamda gazetecilik yapar ve gazeteciliğin onurunu korumaya devam ederiz.