Tanrıyı gören köpek ve taşralı dindarlar
Bu broşürleri dağıtan kasabalı “dindarlar” Buzzati’nin bize tanıttığı tipten çok daha karmaşık, çok daha pespaye bir tipoloji koyuyorlar ortaya…
29.01.2020
Dino Buzzati’nin enfes bir öyküsü var.
Adı, “Tanrıyı gören köpek.”
Bu öyküde Buzzati bir tür kasabalı/taşralı iki yüzlülüğünü kahredici bir şekilde hicvediyor.
Okumayanların iştahını kırmak istemediğim için fazla detaya girmeyeceğim.
Ama Buzzati’nin öyküsünde, her türlü düzenbazlığı yapan kasabalıların, Tanrı’yı gördüğünü düşünen köpeğin gözleri üzerlerine çevrildiğinde, düzenbazlıklarına bir son verdiklerine tanık oluyoruz.
Ancak, köpeğin göz menzilinde kendilerini hissettiklerinde dürüst birer insana dönüşüyorlar.
O gözler üzerlerinde değilken, bazıları her türlü üçkâğıtçılığı hiçbir utanma ve pişmanlık duygusu olmadan icra edebiliyor.
Sadece “korku” onları engelleyebiliyor kötülük yapmaktan.
Kelimenin en olumlu anlamında dindar pek çok insan olduğu gibi, Buzzati’nin tasvir ettiği “kasabalı dindar” da çok.
Bu hükümet, dinin şeklî unsurlarını mütemadiyen ön plana çıkarıp, içerikten söz etmeyerek, bu kasabalı dindarlığını yaygın bir norm hâline getirdi.
Kişi namaz kılıyorsa, oruç tutuyorsa, başını örtüyorsa, muteber bir vatandaş oluverdi.
Bu “muteber vatandaşların”, kul hakkı yiyip yemedikleri, dürüst olup olmadıkları, diğer insanlara, çevreye, doğaya, hayvanlara zarar verip vermedikleri, üzerinde durulmaya değmez tâli konulara dönüştü.
Buzzati’nin kasabalı dindarları, kendileriyle baş başa kaldıklarında üçkâğıtçılık yaptıklarının bal gibi de farkındayken, Türkiye’nin kasabalı “dindarları”, kendilerini ahlakî olarak da dev aynasında görmeye başladılar.
Bir şekilde dikkatinizi çekmiştir, Milli Eğitim’in rehber öğretmenlere gönderdiği bir resimli broşür var.
Öğretmenlere, travmatik olaylarda çocuklara nasıl yardım edeceklerini gösterecekler hesapta.
Bu resimlerde, çocuğunu sözle, fiziksel olarak suiistimal eden annelerin tamamı başı açık kadınlar.
Çocuklarına sonsuz sevgi ve şefkat gösteren bütün annelerin de başı örtülü…
Bu broşürleri dağıtan kasabalı “dindarlar”, Buzzati’nin bize tanıttığı tipten çok daha karmaşık, çok daha pespaye bir tipoloji koyuyorlar ortaya.
Bu yılışık resimlere bakarken, bir gözüm de, Kur’an kurslarında ve İslamî vakıfların yurtlarında meydana gelen tecavüz olaylarına ilişkin Google’da yaptığım aramadaydı.
Ekranda sayısız kurbanların, yaşadıkları korkunç travmaları anıştıran haber başlıkları akıp duruyor.
Bu Kur’an kurslarında veya İslamî vakıfların yurtlarında meydana gelen tecavüzlerin yüzde biri, laik yönü ön planda bir kurumda meydana gelse, onların rezilliğini topuğundan akıtırlardı.
Ancak Tanrıyı gören köpeğin gözlerini üzerinde hissettiğinde, basit ahlakî sınırlar içinde davranabilen ve Milli Eğitim’in dağıttı broşürdeki gibi, “kötülüğü” hep kendine benzemeyende arayan bu insanlarla, Kur’an kursları ve İslamî vakıf yurtlarında patlayan tecavüz olayları arasında bire bir ilişki var.
İşte tam da, bütün kötülükleri başı açık kadında arayan bu kafa, tecavüzlerin olduğu bu yurtları denetlediği veya daha doğrusu, buralarda hiçbir kötülük olamayacağını düşünüp, tamamen denetimsiz bıraktığı için bütün bunlar olup bitiyor.
Çember sakallı, sarıklı adamdan hiçbir zarar gelmeyeceğini düşünüyor bu taşralı dindarlar.
O yüzden, bu kurslarda, tamamen kapalı devre bir sistemin kurulmasına izin veriyor, çocukları bu adamların insafına bırakıyorlar.
Üstüne üstlük, bu korkunç olaylar, inkarı mümkün olmayacak şekilde ortalığa saçıldıktan sonra da, üstünü örtüyorlar.
Malum vakfın yurtlarında patlak veren tecavüzlerin korkunç detayları etrafa saçıldıktan sonra Meclis’te konuya ilişkin araştırma önergeleri reddedilince, birbirlerine sarılıp, kutlayanları hatırlıyor musunuz?
Küçücük erkek çocuklarının uğradığı tecavüzler meclis tarafından araştırılmayacak diye birbirilerini kutladılar. İnanabiliyor musunuz?
Bu iki yüzlülüğü ancak Dino Buzzati gibi bir usta anlatabilir.
Benim anlatma kabiliyetimi aşan bir durum var ortada…
Ülkede yaşanan bütün kokuşmuşluğa rağmen, bütün kötülüklerin başı açık kadınlardan geldiğini düşünen zihinlerin tasallutu altında yaşıyoruz.
Biz hangi ahlakî ilkeyi savunma konusunda toplumun diğer kesimlerinden ileri gittik diye asla kendine soru sormayan, bunun tam aksinin doğru olduğunu gösteren sayısız delili de bütünüyle görmezden gelen bir zihniyet var karşımızda.
Dinden, dindarlıktan sadece şekli merasimleri yerine getirmeyi anlıyorlar.
Ve hepimizi de kendilerine katılmaya çalışıyorlar.
Ben dindar birisi değilim. Ama dindar insanlara hep saygı duydum.
Eğer dindar birisi olsaydım, bu kasaba dindarlığı beni dinden soğuturdu diye düşünüyorum.
Bu durumu en veciz şekilde anlatanlardan birisi de, sonradan Müslüman olup Yusuf İslam adını alan Cat Stevens’tır.
“Kur’an'dan önce müslümanları tanısaydım asla müslüman olmazdım” diyor Cat Stevens.
Tanrıyı gören köpeğin gözleri üzerinde olmadan, asgarî ahlak düzeyini tutturamayan pek çok insan dünyanın pek çok yerinde yaşıyor.
Ama işte, Türkiye’deki gibi, kendini korkunç çarpıtılmış bir dev aynasında görüp, başkalarına ahlak ve etik dersi vermeye kalkan taşralı dindarlara her yerde rastlanmıyor.