Tehditler tam gaz, “güvercin kasapları” devrede
Devlet ve Kürt siyaseti arasında görüşme trafiği sürerken, Erdoğan ketumluğunu korudu ve kayyım politikasına devam etti. Kandil tehdit dilini seçerken, kışkırtıcılar da devredeydi
14.01.2025
Devlet Bahçeli’nin 22 Ekim’de yaptığı çağrıyla kamuoyunun duyduğu süreç, Sırrı Süreyya Önder, Pervin Buldan ve Ahmet Türk’ten oluşan heyetin, 28 Aralık’ta İmralı’ya giderek Abdullah Öcalan’la görüşmesiyle devam etti. Görüşme sonrası heyet, Öcalan’ın dediklerini kamuoyuyla paylaştı.
Özetle; “Sorunun çözümü artık ertelenemez bir hal almıştır.” ve “Sayın Bahçeli’nin ve Sayın Erdoğan’ın güç verdiği yeni paradigmaya, ben de pozitif anlamda gerekli katkıyı sunacak ehil ve kararlılığa sahibim.” diyen Öcalan; “Çabalarımız, ülkeyi hak ettiği düzeye taşıyacak ve aynı zamanda demokratik bir dönüşüm için çok kıymetli bir kılavuz olacaktır.” vurgusu yaptı. Aynı zamanda; “Sürecin başarısı için Türkiye’deki tüm siyasi çevrelerin, dar ve dönemsel hesaplara takılmadan inisiyatif alması, yapıcı davranması ve pozitif katkı sunması elzemdir.” dedi ve ekledi: “Katkıların en önemli zeminlerinden biri şüphesiz TBMM olacaktır.” Kanlı bir şekilde sona eren ilk çözüm sürecinden on yıl sonra Öcalan, tekrar inisiyatif alıyordu.
Görüşmenin ardından heyet, meclis başkanı Numan Kurtulmuş, MHP, CHP, AK Parti ve mecliste grubu olan diğer partilerin temsilcileriyle görüşmeler yaptı. Geçtiğimiz hafta ise Edirne Cezaevi’nde bulunan Selahattin Demirtaş ve Kandıra Cezaevi’nde bulunan Figen Yüksekdağ ile görüştü.
Görüşme sonrası Selahattin Demirtaş, X hesabından bir açıklama yaptı. Süreçte üzerine düşen rolü oynayacağını belirtirken, şeffaflık ve kamuoyu desteğinin önemine dikkat çekti. Toplumsal barış, demokratikleşme, adalet, eşitlik ve özgürlüklere vurgu yaparak, güven verici somut adımların hızla atılmasını istedi. Heyetin açıklamasına göre; Figen Yüksekdağ da benzeri görüşteydi.
Erdoğan ketum
Öte yandan Erdoğan, Diyarbakır ve Şanlıurfa’da yaptığı konuşmalarda; konu kapsamında siyasette bir mutabakatın oluşmasından duyduğu memnuniyeti ifade etti sadece ve ketumluğunu korudu. Önceki konuşmalarında ise işleyen süreçten geri adım atılmayacağını ısrarla vurgulamıştı. Tabii Erdoğan sürece; “Terörsüz Türkiye” adını verirken, Kürt siyaseti “Barış süreci” demeyi tercih ediyordu.
Sırrı Süreyya Önder, Edirne ve Kandıra cezaevlerindeki görüşmelerden sonra yaptığı açıklamada; barışla çözümün aynı anlamı taşımadığını, sorunların çözümü uzun vadeye yayılsa da şu anda bir barış konsepti üzerinde durduklarını vurguladı. Asıl dikkat çektiği nokta ise “zehirli ve toksik dil kullanımına” yönelikti. “Ülke bölünecek” diye vaveyla koparan kesimlere seslendi ve bu sürecin kaçırılmaması gerektiğinin altını çizdi, heyet olarak gösterdikleri çabanın önemini belirtti.
Cemil Bayık ne dedi?
Bunlar, hepimizin takip ettiği gelişmelerdi. Sürecin kritik noktalarından birini ise Kandil’in bakışı oluşturuyordu. Bu nedenle, örgüt yöneticilerinin demeç ve açıklamalarını da inceledik.
Görüşme takvimi devam ederken iki kritik röportaj yayınlandı internet mecrasında. Biri, KCK yürütme konseyi eşbaşkanı Cemil Bayık’ın 1 Ocak’ta, diğeri ise PKK yürütme komitesi üyesi Murat Karayılan’ın 10 Ocak’ta Fırat Haber Ajansı’nda yer alan röportajlarıydı.
Cemil Bayık, Ortadoğu’daki gelişmeleri yorumlarken süreci Hamas’ın İsrail’e düzenlediği saldırıyla başlatıyor, Erdoğan’ın ABD, İngiltere, İsrail planında kullanıldığını ya da kendini kullandırttığını iddia ediyordu. Ortadoğu; ABD, İngiltere, İsrail planı doğrultusunda tekrar dizayn edilirken zor durumda kalan ülkelerin İran ve Türkiye olduğunu söylüyor, Türkiye’nin bu plana uygun hareket ettiğini fakat ABD’nin Ortadoğu’da artık Türkiye’ye fazla misyon biçmediğini aktarıyordu.
Oysa bizzat ABD’nin yeni başkanı Trump, basına verdiği her demeçte; Suriye’de anahtar gücün Türkiye olduğunu söylemeye ve Erdoğan’ı tebrik edip saygılarını sunmaya devam etmekteydi. ABD, Türkiye’nin yanı sıra HTŞ’yi de destekliyor, hatta HTŞ ve SMO’yu “Erdoğan’ın kurduğu ordular” olarak nitelemekten çekinmiyordu. ABD politikaları için şaşırtıcı olmayan bu denklem, yani çıkarına göre pozisyon alma ve Türkiye’nin Suriye’de aldığı sonuçtan duyduğu memnuniyet, Bayık’ın açıklamasıyla örtüşmüyordu. Zira herkesin bildiği üzere, ABD’nin tek müttefiki, hiçbir zaman sadece Kürtler olmadı.
Hal böyleyken Suriye sürecinde ve Ortadoğu’daki gelişmeler ekseninde ABD’nin, Türkiye’ye önem vermediği söylenemez, tersine bugün ülkede geliştirilen, adına her ne denirse densin, sürecin de ABD’nin bilgisi dışında yürütüldüğüne inanmak zor.
Öte yandan Fırat’ın batısına SMO’nun yaptığı operasyonlara onay verilirken, Fırat’ın doğusuna Türkiye veya müttefikleri tarafından bir operasyon yapılmasına ABD’nin sıcak bakmayacağını, daha önceki yazılarda belirtmiştik. Nitekim süreç halen bu şekilde işliyor.
Karayılan, tehdit dilini seçti
10 Ocak’ta yayınlanan Karayılan söyleşisinde ise çok sert ifadeler yer aldı. Karayılan; Erdoğan’ın her konuşmasında kendilerini tehdit etmesini, demir yumrukla ezeriz, demesini eleştiriyor;
“Önümüzde muazzam seçenekler bulunmaktadır. Bunu Türk devleti de biliyor ama kamuoyundan gizliyor. Bunu bildikleri için İmralı’da dört yıldan beri sürdürdükleri kesintisiz izolasyonu bir ölçüde aşmayı gerekli gördüler. Türkiye ya bu çözüme gelecek ya da kendisi dışında yaşanan ve yaşanacak gelişmeleri kerhen de olsa kabul etmek zorunda kalacaktır.” diyordu ve ekliyordu; “Aksi durumda bölgede savaş yoğunlaşarak devam eder ve Türk devletinin bu savaşı kazanması söz konusu değildir. Dengeler değişmiştir.”
Karayılan’ın röportajda söylediklerinden biri de isterlerse İç Anadolu ve Akdeniz gibi bölgelerde ekonomik ve askerî hedeflere saldırılar yapabilecekleri, bu imkânlara sahip olduklarıydı. Karayılan açıkça süreci samimi görmediğini, saldırı altında bulunduklarını belirtiyor fakat tam da eleştirdiği tehdit dilini kendi kullanıyordu.
Kandil cephesi, bir yandan Öcalan’ın inisiyatifine tabi olduklarını ve süreci desteklediklerini belirtse de özünde Öcalan’ın tutumunun tam aksine; “Sizi ayağımıza getirdik, barışmazsanız siz kaybedersiniz” tarzında kışkırtıcı cümlelerle meydan okuma yolunu tercih etmişti.
Anlaşılan o ki hem Cemil Bayık hem de Murat Karayılan, yapılacak görüşmelerin Rojava bölgesini de kapsaması taraftarı. Fakat şu anda Türkiye’de yürütülmeye çalışılan, bir dönem tıkanan, nasıl sonuçlanacağı da henüz belli olmayan görüşmeler, bildiğimiz kadarıyla Türkiye sınırlarını kapsıyor. Bilmediklerimiz de önümüzdeki süreçte ortaya çıkacaktır.
Suriye’de iktidarı alan HTŞ ise açık açık sınırları içinde silahlı yapılara müsaade etmeyeceğini belirtiyor ve silahların bırakılması koşuluyla her kesime hak tanınacağını söylüyor. HTŞ’nin bu açıklamalarının da ABD’den ve Türkiye’den bağımsız olarak yapıldığını söylemek zor. Kısaca YPG de, Suriye’de bir silahsızlanma baskısıyla karşı karşıya.
Gelinen noktada her kesimin çıkarlarını koruması bu tarz görüşmelerde olağan sayılsa da itidal ve sağduyudan yoksun, halklara zarar verecek tehdit salvoları, kayyım dalgası ve meydan okumalarla bu süreç artık nereye gider bilinmez.
Kışkırtıcılar susmadı
Belirtmeden geçmeyelim; ulusalcıların (ya da öyle görünmek isteyenlerin) kışkırtmaları, devlete yakın diye kodlanan bazı kesimlerin aşırı şahinleşmesi, her türlü görüşme ve anlaşmaya kendi çıkarları ekseninden bakarak, beslenme alanlarını kaybedecekleri kaygısına düşenlerin görüşmeleri engelleme çabası, halklar nezdinde pek de tutmadı, yankı bulmadı, bu açık.
Cahillikten yapılmıyorsa konuyu “Öcalan evlenmek istiyor.” diye magazinleştirmek de çirkindi, “Sadece Erdoğan yeniden başkan seçilmek istiyor, hepsi bu.” şeklinde yüzeyselleştirmek de.
Açıkçası biz artık tehditleri, meydan okumaları, çirkin yakıştırmaları, kışkırtmaları görmek, duymak istemiyoruz.
Halklar ne istiyor?
Ne mi istiyoruz:
Kaos, çatışma, kamplaşma, kutuplaşma, şiddet ve savaşın hafiflemesini, halkların nefes alacağı demokratik kazanımlarla kanalların somutlaşmasını, sadece genel af gibi netameli bir adım yerine, TCK ve İnfaz Kanunu’nda yapılacak demokratik, eşitlikçi düzenlemelerin hayata geçirilmesini, TMK’nın ve terör tanımının değiştirilmesini, Cumhurbaşkanına hakaret, hakaret ve dezenformasyon gibi suçların TCK’dan çıkarılmasını, düşünce, ifade ve basın özgürlüğünün genişletilmesini, ırkçılığın ve ayrımcılığın suç sayılmasını, Kürtlere ve Kürtce’ye ayrımcılık yapılmamasını, yerel yönetimler ve kayyım atama yöntemi konusunda hukuksal ve kanuni sürecin işletilmesini…
İşte bunlar konuşulmaya başlanabilirse ancak o vakit demokratik adımlar atılabilir ve atılacak her somut adım, artık yapılacağını hepimizin bildiği yeni anayasa ile güvence altına da alınmalıdır.
Tehdit dili hız kesmez, kayyım politikası sürerken, süreci kösteklemeye çalışanlar da epey çokken bu süreç nereye gider, daha kaç tur görüşme yapılır, maalesef bilemiyoruz. Hal böyle olunca Sırrı Süreyya Önder ne yapsın, en güzelini o söyledi: Barışın kaybedeni olmaz. Güvercin kasaplarına, iki gözden dört ölüm bakanlara cevaz vermemek lazım.