Temas kirliliktir

Yeni dönemin en önemli özelliği zaman ve mekânın sıkışmasıdır… Artık bilmek yerine “zannetmelerle” yürümek daha kolay ve pratiktir

ALİ MURAT İRAT

24.09.2016

 

Amerikalı yayıncı ve gazeteci John S. Knight’ın “Gerçeğe ulaş ve onu yaz” sözleri aslında bir dönemin gazeteciliğinin özeti gibi. Bir dönem “gerçek” (her neyse) bir yerlerde duruyordu ve gazetecinin görevi bu gerçeği saklandığı yerden çıkarıp görünür kılmaktı. Kuşkusuz bu sözün modern dönem gazeteciliği için bir karşılığı vardı. Örneğin birisinin birisini öldürmesi cinayetti ve bu cinayetin açığa çıkarılması haberdi. Ve cinayet, cinayet olduğuna dair bilgiyi zaten üzerinde taşıyordu. Kimin kimi öldürdüğünde cinayet sayılacağı toplumun geneli tarafından net olarak biliniyordu. Böyle bir olayın haberini yapıp kitlelere ulaştırmanın kendisi gazetecilik faaliyetinin büyük kısmıydı. Ve emeğin çok daha büyük kısmı cinayetin –daha doğrusu “cinayetin” varlığının— ortaya çıkarılmasına ayrılıyordu. Cinayetin varlığının (onto) ortaya çıkarılması haberin kendisiydi, cinayete ilişkin bilgiye ise (epistem) –yani cinayetin ne olduğu, kimin kimi öldürdüğünde cinayet sayıldığı— haberin ulaştırıldığı kitleler zaten hâli hazırda vakıftı. 

Ancak yeni bir çağa girildi. Bu çağın adı muhtemelen sonra konulacaktır. Ancak artık başlamıştır. Ve bu yeni dönemin en önemli özelliği zaman ve mekânın sıkışmasıdır. Daha önce yalnızca tahayyül edilebilen şeylerle burun buruna gelinmesidir. Artık dünyada büyük şehirler yoktur. Küçük köyler vardır. Dünyadaki en büyük şehir ise sadece dünyanın kendisidir. Zaman daralmış, mekânlar sıkışmıştır. İnternete girdiğiniz anda karşılaştığınız görüntüler, mekânlar, kişiler, duygular, başka hayatlar modern dönemin en büyük tahayyül ürünü olan “ulus”tan bile gerçektir. Her şeyin akışkanlaşmasının nedeni de budur. 

Artık zaman ve mekânda sıkışan ve birbirleriyle mesafesi kapanan insanlar/toplumlar için iki önemli sorun ortaya çıkmıştır. Kendi varlıklarını (onto) ve kendi varlıklarına ilişkin bildiklerini (epistem) yeniden ele almak zorundadırlar. Söz konusu sıkışmanın yarattığı travma bütün etik,  siyasal ve kültürel yargıların yeniden ele alınmasını zorunlu kılmıştır. Çünkü etik de, kültür de, siyasal alan da kendi zamansal ve uzamsal hareket alanına sahiptir. Modern dönemin karakteristik zaman-uzam dengesi herkes ve her şey için ortadan kalkmıştır. Söz konusu yeni çağın karakteristiği budur. Temasların artması kendi bedenine/varlığına dokunan yabancı bedenlerin çoğalması kirlilik/sakınma/arınma ihtiyacını beraberinde getirmiş ve hepsinden önemlisi o güne kadar tek gerçeklik olarak kodladığı ve kurguladığı kendi bedenine ilişkin varlıksal ve bilgisel sorgulamanın artmasına neden olmuştur. 

İşte tam da bu noktada, bu değişimden kaçması mümkün olmayan bir başka şey de haberin kendisi olmuştur. Çünkü haber her şeyden önce zaman ve uzama ilişkindir. Bu iki alandaki daralma, anlamların ve örneğin haberle ilgili bütün kültürel kodların da değişmesine yol açmıştır. Temasın artması ve mekânsal daralma, hızla değişen ilişkilere, derinleşme yerine yüzeyselleşmeye, bilgiden çok daha hızlı ve derinliği olmayan anlık ve hızlı akışa daha uygun olan “zanlara” yerini bırakmıştır. Artık bilmek yerine “zannetmelerle” yürümek daha kolay ve pratiktir. Çünkü gündelik yaşamında inanılmaz derecede uyarana maruz kalan bir bünye asla hiçbir konuda derinleşemeyecektir. Yaşayan her organizma kendisini uyaran herhangi bir uyarana doğası gereği belirli bir sürede, seviyede ve miktarda tepki verebilecektir. Artık gündelik yaşam değişmiştir ve uyaranlar aşırı derecede artmıştır. Dolayısıyla insan bu denli hızlı akan bir dünyada derinlik isteyen bilgiyi değil, pratik olan “zanları” kullanmak zorunda kalacak, sadece çevresinde hızla arttığını gördüğü (eskiden de vardı ancak haberdar değildi) acılara ve hattâ sevinçlere bile tepkisiz kalmaya mecbur kalacaktır (desensitization). Buna mecburdur yoksa organizması bu ağırlığı taşıyamayacaktır (Antidepresanların kullanımının artmasındaki nedenlerden birisi de budur). 

İşte haber ve habere ilişkin ontolojik ve epistemolojik durum da bu nedenle değişmiştir. Çünkü ortada artık her türlü varlığın (onto) ve bilginin (epistem) bir krizi söz konusudur. “Gerçeğe ulaş ve onu yaz” mottosunun kendisi rasyonelliğini yitirmiştir. Artık zanların “gerçekleri” belirlediği bir dünyadır bu. 

O nedenle biz örneğin bir cinayetin ne olduğunu değil sadece ne olmadığını kesin olarak biliyoruz (Öldürmemek cinayet değildir. Ama öldürmenin cinayet sayılması artık  kimin kimi, hangi bağlamda öldürdüğüyle ilgilidir). Çünkü temas kirliliktir ve artmıştır. Dolayısıyla habercilik eskiden gerçeği saklandığı yerden çıkarmakla uğraşırken artık bugün bir de üzerindeki zanları temizlemekle uğraşmak durumundadır. Gazetecilik ya bununla uğraşmaktır ve zordur, ya da zanlarla yola devam etmektir ve kolaydır.